Okul açılalı 2 hafta olmuş sevgili okuyucu,neden haber etmedin bana? Tabi ki de bu kadar da salak değilim,gerçi "bu kadar da salak" olduğum 1-2 konu da yok değil. Ama konumuz başka ve daha saçma. Bugün konumuz yok okuyucu...
Okulunu sevmeyen bir karakter olarak, genelde dönem boyu 3-5 derse girip bir kaç vizeyi finali sallayan ama yine de derslerinden geçen biriyim. Bu, "okula gıcığım var abi" tribim tee ilkokul zamanından kalma falan deyip "Mimi Wonka'nın kendini Willy Wonka'nın karısı sanmadan önceki gerçek hayatında yaşadığı büyük travmalar" konulu bir "çocukluğa iniş " seansı yaşatmak isterdim sana. Amma velakin (ama ve lakin)öyle bir durum söz konusu olamayacak maalesef.(ki burdaki maalesef de fazladandır, at sen onu okurken)
Ben normal bir ailenin, normal bir çocuğu olarak, normal bir şekilde büyüdüm. Zaman zaman bunun aksini iddia ederek "biz çok sorunlu bir çocukluk geçirdik tamam mı,bizi hep döverlerdi,hiç paramız yoktu,herkes bizimle dalga geçerdi,çocukluğumuzu yaşayamadık tamam mı vs vs..." şeklinde duygu sömürüsü yapsamda, birinin sahip olmaktan memnun olacağı ve başka birinin sahip olmak isteyeceği bir aile içinde mutlu mesut, zaman zaman sorunlu, çoğunlukla mutlu bir şekilde büyüdüm. Hatta bazen sülaleme pislik atarak kendimi bir şey sanma hallerine girsemde, aslında bunun kendi hüsnü kuruntum (durup dururken kurmak,işgillenmek)olduğunu biliyorum ve kimse mükemmel değil bir sen mi çok zekisin diyerek gaflet uykusuna dalmadan uyanıyorum... Halamlara,amcama,teyzeme tüm kuzenlere falan teşekkür kartı atmam lazım aslında, ya da karbon kağıdı kullanıp mektup falan yazarım "ovv bizim kız yine abartmış işi" derler sevindirik olurlar..
Sorunlu ergen zamanlarımda bile yapmadığım tür konuşmaları yapmak istiyorum şu günlerde. Okula bitkin,bıkkın,solgun ve durgun bir şekilde gidiyorum. Nedeni okulun gereksiz bir kurum olduğunu düşünmem ama gitmek zorunda olduğumun bilincinde olmamın getirdiği o ağır yükün altında kalmış bir karınca olmam. "Lan Mimi kendini karıncaya da benzettin ya bu kadar olur! sen nere karınca nere,sen ağustos böceğisin hatun, bu gerçekle yüzleş artık" deme sevgili okuyucu,karınca metaforunu kullanma nedenimi, aklıma gelen ilk küçük hayvancağız olmasıyla alakalandır pliz. Yoksa bende biliyorum karınca dediğin ne yüklerin altından kalkar,yeri gelince birleşip koca bir piknik sepetini bile kaçırırlar ve koca Donald Duck'a nanik yaparlar... Beni böyle sev okuyucu,kafamın içindeki balta girmemiş safsalaklığımla sev beni...
Aslında babamın bildiğimiz kasap yerine başka tür bir kasap olmasını isterdim diyorum bazen. Şu manyak bıçak kullanma becerilerini heba ediyor bence. Gerçi artık kasaplık yaptığı da pek söylenemez, oturduğu yerden "şunu şöyle yap evldım, bak bu böyle yapılır, bıçak şöyle tutulur.." şeklinde talimatlar vererek geçiyor günleri. Yani ne bileyim, babamın bıçak kullanma hünerleri pekala da bir sirkte gösteri yapmasını sağlayacak düzeydedir. Babam bir sirkte bıçak ustası olsaydı, annem jonglör, ben ve kardeşlerimde palyaço olurduk. Ne renkli bir hayatımız olurdu siz düşünün. Gerçi ben palyaçolardan az biraz tırsarım (bknz:9-10 yaşları civarında izlenen "IT" filmi),ama kendim bir palyaço olsam iş farklı olurdu tabi,yani galiba...
Bak aklıma ne geldi okuyucu,şu okulda takındığım sıkkın, bıkkın, yorgun, durgun hallerimi bir temele dayandırmam gerekiyor sanırım. Yani olurda biri gelip "nen var senin be, duruşunla içimizi kararttın" derse, verecek mantıklı bir cevabım olsun istiyorum. Karşısına geçip "bu okul var ya, çok boş ve gereksiz bir yer,sende burdaki diğer ukala böceklerde "bir b.k olacaz olley" diye hergün koşa koşa geldiğiniz bu yerden, hiçbirşey olamadan "sanarak ve aldanarak" çıkıp gideceksiniz, fanusundan çıkarılıp klozete atılmış bir balık gibi olacaksınız ve daha ölmeden üzerinize sifonu çekecekler, işte bu gerçeklerin farkında olan bu karşındaki, hafif bilmiş çok yavan insan kişisi, bu yüzden böyle duruyor. İçini kararttıysam sorry be gülüm,sana ülker çikolatalı gofret alıyım mı, ister misin?" diyemem. Dersem de bir güzel sopa yerim gibime geliyor. Gelip beni kurtarmazsın da sen sevgili okuyucu, sakata gelirim alimallah.
Oturup zavallı edebiyatı yapmak istiyorum ama nedense hep başarısız oluyorum sevgili okuyucu. Ya isterdim ki bir Arturo Bandini olayım. Zavallı bir halde olayım, içinde bulunduğum bu halin bir açıklaması olsun. Ama maalesef yine öyle bir durum söz konusu değil sevgili okuyucu. Çünkü ben "sarı ampüllerin parıldattığı avizelerin olduğu,akşam 5 çayına ince çoraplı topuklu ayakkabılı hanımların geldiği, boş zamanlarda gazete,dergi,kitap okunan,akşam yemeklerinin her daim servis tabağı ve bıçaklı kurulduğu (ki o bıçak bazen hiç kullanılmaz) yemek masasında bugün ne oldu bitti muhabbeti yapılan "aristokrasinin yandan yemişi" ni yaşayan ve yaşatan, "eğitim önemlidir okul yararlıdır" sloganını benimsemiş bir evin içerisinde büyüdüm. Şimdi kafanız karışmasın "annen öğretmen baban avukat mı" diye yanlış fikirlere kapılmayın, dedim ya babam kasap, annem de ev hanımı...
Babam (ki ben kendisine babacığım,babiş,hey sebo,sebattin amca,naber Gönenç,babam Gönenç,bizim köylü şeklinde seslenirim hiç baba dememişimdir hatta bununla da övünürüm... hell yeah!!)pazar günleri kalkıp İstanbul'a giden ve sahafları dolanan bir adammış zamanında,hem de her pazar hiç aksatmadan... Annem de zamanında "bu kitapları bulurlarsa yakarlar" diye arka bahçelerine kitap gömmüş, zamanını kadın programı ve dizi izlemek yerine gazete dergi kitap okuyup gündemi takip ederek ve çocuklarıyla arkadaş gibi muhabbetler kurarak harcayan biri...(bi de manyak yemek yapar üfff!!)
Durup düşünüyorum,acaba daha dün kalkıp İstanbul'a geldim ve farkında olmadan şu sıla hasreti olayına mı girdim. Olabilir sevgili okuyucu, ben anasına babasına düşkün biri değilimdir pek, yani duruma bağlı. Oturmuş ebeveynlerimi anlatıyorum sana,sıkıyorum seni ama oh olsun sana, buraya kadar okumuşsan tüm yazıyı, müstahaktır sana!!
Bugün öğrenci işlerine gidip yatırdığım harç parasının makbuzunu verdim, sonra iett pasomu aldım,tıktım cüzdana. Bir ara gidip eski akbili yeni paso kartına taktırmak lazım,aklımda bulunsun. Öğrenci işlerine doğru bezgin bezgin yürürken, elindeki Canon fotoğraf makinesini evirip çeviren bir çocuk, arkadaşıyla afişlerin orda muhabbetteydi, içimden "aha düşürecek şimdi,elindeki servet be dikkat et lan" diye gereksiz tepkiler veriyordum, hatta içten içe kızıyordum o genç bedene... Sonra yanlarından geçip o dar kolidora girmiştim ki bir "hapşuuuu" sesi geldi ardımdan, otomatik davranış şeklim harakete geçti, kafamı bile çevirmeden o genç bedene "çok yaşayın" dedim, ahahaa o da motor bir davranış sergiledi ve "hep birlikte" dedi. O an nasıl eğlendim anlatamam sana sevgili okuyucu, içim nasıl bir hüzünledi, nasıl bir mutlulukla doldu bilemezsin.
Okul inşaat halinde,kantin kapatılmış,bahçeye şu belediyenin mavi çadırından kurmuşlar, yemekhaneyi o mavi çadıra taşımışlar, karşısında da kahverengili ya da kırmızılı bir çadır daha orası da kantin olmuş. Dışarda afilli tahta sıralar, masalar, sandalyeler... Acınacak halimizi iyi gösterme çabasıyla çimlere serpiştirilmiş, minik tabureler... Afilli sıralardan birine oturup, ağaçtaki yaprakları seyre daldım, etraftakilerin konuşmalarını dinledim, gözlerimi kapatıp 3-4dakika uyukladım... Sonra yanıma dişçilikten bir afet oturdu, dışardan aldığı fırın ürünlerini yemeye koyuldu. Okulun içi yemekhane yemekleri ve kantin spesyalleri ile doluyken, ayriyetten (ayrıca,ve de) hazır üçgen sandviç, sıcak suyla 5dk. da hazır olan çin eriştesi, binbir çeşit poğaca, tatlı vs vs ile doluyken, yine de çıkıp Nişantaşı'nın pahalı pastanelerinden, renkli paketler içinde, minik hamur işleri alan bu insanlara gıcık oluyorum efenim... Bir de bana dönüp, "pardon sırayı sallamayın lütfen" demez mi. La karı kalk git diye yapıyorum, git karşıdaki boş sıraya otursana, hiç mi sahiplenme duygusu yok sende yaw. Git karşıdaki boş sıranın kraliçesi olsana. Ama yok onun yerine iki tarafıda rahatsız eden o cümleyi sarf edeceksin, illa değil mi, bilmiş bilmiş uyarıda bulunup kendini bir şey sanacaksın... Ben de döndüm, yüzümde aşağılar bir tavırla "peki, ne demek,hemen" dedim sevgili okuyucu. Peki o bakışımı, o kelimedeki imayı fark etti mi hatun dersin, tabi ki hayır.
Afilli sıramın hakimiyetini 10 dakika sonra tekrar kazandım sevgili okuyucu, ikinci bir "şu sırayı sarsmayın lütfen" diyemedi dişçi hatun ve kalkıp sınırlarımı ihlal etmekten vazgeçti. Afilli sıraya hükümdarlığım susamam ile sona erdi ve bir adet soğuk olduğu iddia edilen su şişesi ile kantinin müzik kutusunun önünde dikilip, "cıks cıks" diyerek, dikkatleri üzerime çektim. Tek bir metal parçası bile yoktu listelerde. Bırakın metal aramayı bir İngiliz Rock parçası bile yoktu. Nasıl hüzünlendim anlatamam, hemen kendimi dışarı attım, terk eyledim okulu...
Deri ceketimin yakasında kürk var. Öyle abartı değil tabi cekete bir hoşluk, kadınlık,çok az vamplık katan bir kürk var.(ah Mimi kendine zorla vamp kadın da dedirttin ya bize, gözün kör olmasın emi...)İşte o kürk bugün çok sıkıntı verdi bana. Şu ünlü müzik-dergi-kitap-çanta ıvır-zıvır markete girdim aklımda bir kaç saat oyalanmak vardı. Aldım elime bir kitap, geçip o stylish deri koltuklara oturdum, çıkardım ceketi çantayı yanıma koydum. Orta yaşlı bir fıstık hatun ceketimin modelini çok beğendi, aldı baktı, kürküne bitti, kürküne bayıldı. "Nerden aldınız" dedi "bilmiyorum hediye geldi" dedim, çok beğendiğini bildiren bir iki cümle daha edip uzaklaştı yanımdan, içimden "yerini bilsem de söylemezdim" diye geçirdim. Deri ceketime converse muamelesi yapmak istemedim, istemem asla...
Eve gelip ders programımı incelemeye başladım ve sabah 9'da bir iki dersim olduğunu gördüm çok çok çok üzüldüm. Yarın sabah okul var sevglili okuyucu. 2 dersimde ukala prof.lar tarafından verilecek ve ben üzgün ve durgun bu dersleri dinliyor numarası yapacağım....
Seni seviyorum okuyucu,öptüm...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...
1 yorum:
Oh, pek eğlendim yahu sayın mimi. İnsanların sıkıntılı durumlarıyla eğlenen adam :s
Hele "La karı kalk giti diye yapıyorum, git karşıdaki boş sıraya otursana, hiç mi sahiplenme duygusu yok sende yaw." şu bölüm ve gerisi bitirdi beni ehahaha.
Ne olursa olsun okumak iyi bişeydir. İş arayan bi insan olarak, etiketsizliğin cezasını çekiyorum şu aralar. Okuyun, mis gibi.
Yorum Gönder