31 Mayıs 2009








kiraz çöplerini düğümleyip ip yaptım, ucunu yazı masasına bağlayıp pencereden aşağı sarkıttım, her ihtimale karşı... 















16 Mayıs 2009

Yolda yürüyoruz...

...sağımda tanıdığım insanlardan biri var falan, kaç zaman olmuş görüşmemişiz, öyle yürüyoruz hani amaç yok, vakit geçsin... Yaz gelmiş işte , normal olarak masaları kapıların dışına çıkan kafelerde bir sürü güzel insan oturuyor. Kahkahalar almış başını gidiyor vs. bir konuşma geçti aramızda daha çok takışma-atışma gibi birşey aslında. Şöyle birşey hatırladığım cümleleriyle;

- şu gördüğün insanlar var ya aslında hiç biri orda oturdukları için rahat değiller.
- nerden anladın?
- anlamak için çaba sarf etmeye gerek yok ki, onlar da statüleri soyadları ne olursa olsun sıradan basit insanlar ve hepsi de tabaklarındakileri yerken veya minik fincanlarındaki tadını aslında hiç sevmedikleri filtre kahvelerini içerken sadece dışarıya iyi görünmeyi amaçlıyorlar. o yüzden gözünde boyutsal matematiğin sınırlarını zorlayan ve insan yüzünün okunaklığını zorlaştıran o gözlüklerden takıyor o kadınlar ve yine aynı şekilde her 10dk.da bir sanki bir yere yetişeceklermiş gibi pahalı saatlerine bakıyor adamlar. dikkat çekmek için hepsi.
- eee?
- ee derken?
- eeee diyorum eee?
- yani aslında hepsi olmak istedikleri veya olmak zorunda olduklarını hissettikleri kişilerin kılığına girmiş sahte tipler.
- bu mudur yani abicim bu mudur?
- ne midir lan!
- bence senin acilen bir lisenin kapısından içeri girip beden eğitimi dersine falan katılman lazım dar alanda kısa paslar sotadan kornerler falan iyi gelir sana, beton üzeri çift kale ha ne dersin...
- oooo ama kalbimi kırdınız matmazel.
- ya bi siktir git abicim, sana ne lan kimin ne gibi bir tavır takındığından ninem misin sen?
- ahaha sinir yaptı, ne düşünüyorsun söyle bak dinliycem harbi dalga da geçmiycem.
- siee.
- ahahahahaha.
- boyutsal matematik diye bişey de yok sallama bi tarafından.
- var.
- boyutsal analiz o, boyutun matematik hesabı olur sadece.
- fizikte senden iyiyim tartışmayalım.
- eh Einstein bile
kozmolojik sabiti anlamada hata yapmıştı.
- senin kozmolojik sabiti bildiğine inanmamı beklemiyorsun herhalde.
- eh
Salma Hayek'in göğüslerinin silikon olmadığına da inanmıyordun sen.
- kafamı karıştırmaya çalışıyorsun değil mi?
.
.
.
Sonra bu devam etti böyle en son susadık, bizde gidip oturduk o kafelerden birinin dış mekan masasına ben soda içtim o bira söyledi. O an kendimce başka bir şeye kızgın olduğum için fark etmemiştim ama bugün aynı yerde aynı manzarayla karşılaşıp hala aynı gözlükleri ve saatleri görüp, eşyanın insan üzerindeki ezici üstünlüğünü, insanın eşyaya kendini ezdirdiğini ve eşyayla başklarını ezme isteği içinde olduğunu görünce...

O değil acaba biz mi onlar gibiyiz yoksa onlar mı aslında bizler gibi, bu ne yaman çelişkidir a dostlar!

________________________________________________________________

Yanımdakine diyorum ki;
- bana ne lan hatta herkese ne. kim ne yaparsa yapsın deyip sonra herkesin bilmem neyine kulp takmıyor mu millet. ne anlamı var o zaman özgürlükçüyüz biz diye naralar atmanın. kimi kandırıyorsunuz. hepinizin özgürlüğü bir başkasının burnunun ucuna kadar. oturun oturduğunuz yere yani kime bu artistlenmeler aşmış insan, evrimin yeni halkası ayakları falan...
- yavaş amk, müzik dinliyoruz şurda.
- sesini aç lan sende benim müzikçalarım zaten o, kime dayılanıyorsun!
- köpeği üstüne salarım!
- senin köpeğin yok.
- olsaydı üzerine salardım.
- ...... bazen gerçekten tüketiyorsun beni, müziğini dinle.
- peki.
Çıkarımlarımın iplenmediği ortamlarda hayatımı geçiriyorum ve bu bana çok koyuyor harbi...

________________________________________________________________

i love you c-mix. sen benim herşeyimden biraz daha az birşeysin ama ona yakın birşeyimsin.
________________________________________________________________

- hanımefendi poşetinize bakabilir miyim lütfen?
- neden çok mu beğendiniz.
- anlamadım.
- hea içine bakacaksınız bomba falan var mı diye tamam tamam.

HIII NE BOMBA MI DEDİ BOMBA MI VARMIŞ!

Bayılıyorum; alışveriş merkezi girişinde elimdeki kitap poşetine bakmak isteyen görevlinin ne dediğini anlamamış numarası yapmaya ve arkamdaki güruhun sarf ettiğim cümelnin içinden sadece "bomba" kelimesini duyup heycan yaratma girişimlerine.

- Chuck Palahniuk bu, bomba etkisi yapar bence, burda kalsın çıkarken alırım sorun değil.
- buyrun poşetiniz hanımefendi.
- seni biliin bacım.

________________________________________________________________

- polis çağırın izinsiz eylem var!
- hani nerde ya?
- işte orda.

(ortaköy sahil, güvercinler toplaşmış hep bir gagadan guhuhguhuhuguhughu diyorlar)

- kırmak da istemiyorum ama asla iyi bir nüktedan olamayacaksın.
- bu sıcakta bu kadarı Mimiciğim, idare et.
- şimdi de "idare edemem anne idare edemem, idare edemem" dememi bekliyorsun değil mi.
- bence kalbimi kırdığına değmiyor. gerçekten...
- adını vermeden rezil edeceğim unutturma.
- tabi.

05 Mayıs 2009

Geçen Gün Bi Film İzledim vol.1

Başlarken;

*
Bu yazıyı 26 Mart'ta yazmaya başladığımı ve geçen gün bitirdiğimde dilimden dökülen "ohaaaaa" nidalarımın, babamın gazetesindenkafasını kaldırıp "sen çocuk musun kızım, ne bu garip garip tepki vermeler" demesine neden oldu gerçeğini sizlerle paylaşmaktan çekinmiyorum. Gerçekten sadece izlediğim filmleri yazmak yerine bir çok başka şeyi de araya sıkıştırdığım için yazı blog sayfasının tamamını kaplar durumdaydı. Parça parça yayımlamaya karar verdim, o yüzden artık yeni bir volume serisine sahibim, blogger alemine hayırlı uğurlu olsun.

.
.
.


Çok güzel filmler çekiyor elin gavuru. Karşımda "şans tanınsa bizde yaparız ki.." diye arsız çocuklar misali tepinme. Rica ediyorum hemşerim, canım yönetmenim senaristim, olmuyor kabul et, sende farkındasın bunun. Tekrar izleyeyim dediğim Türk yapımı film çok az gerçekten ve bundan dolayı üzüntü duymuyor da değilim. Neyse...

Selam ben Mimi, şimdi size izlediğim bir kaç film ile ilgili düşüncelerimi anlatacağım, şimdiden hepinize ilginiz için çok teşekkür ederim. (okulda sunum yaparken böyle konuşmaya başlayanlar var , sizce de çok sinir bozucu değil mi? Sana ne ben beğenmeyeceğim belki, içimden küfür edeceğim sana, neden en başından teşekkür edip beni rencide ediyorsun ki, pis insan!)

Şu son zamanlarda izlediğim filmlerin (ki açıkcası sinema konusunda çok verimli bir dönemdi benim için) hepsini beğenmiş olmam bana ilginç geliyor. Çünkü genelde ukalalık olsun diye eleştirdiğim saçma şeyler olur. En basiti; "neden o ışığı açmadın, az önce elinde o kağıt yoktu, kelsin sen bizi mi kandırıyorsun, ya bi sittir git tarih oku gel o olay öyle değil, bunu önceden yaptılar, ahaha aynadan kendine baktı salak" şeklinde saçmalarım. Yaparım gerçekten, birlikte film izlediğim insanlara sorsan "yooo Mimi sessiz sakin izler, sallamış bence" diyebilirler. Ama gel ablama sor o sana gerçekleri anlatır.

Neyse başlıyorum artık yazmaya çok zırvaladım gibi.Madde madde yazıyorum, istediğinden başlayabilirsin, not tut sorumlusun bunlardan çıkarsa karışmam.

(ya o değil geçen sene 4.dönemden kalmıştım ya ben abicim, skime geçerim artık o dönemi. Dersler değişmiş de yeni derslerle eşleştirme yapcakmışım da.. Bahane oldu bana sie bırakıyorum okulunuzu dedim, gidip Mimar Sinan'da okumaya karar verdim ki zaten Marmara'ya üniversite demeye bin şahit gerek!)

Slumdog Millionaire / Milyoner Arka Mahalle İti
(bu şeklide çeviririm, süper isim bir film için, kabul edelim)


Everbody loves this movie! Yeah baby i know. Bence de hoş film ama o kadar da ahım şahım değil be hacı. Neden mi değil? Çünkü...

Genç elemanın traji komik yarışma macerasını geçtim de sömürü devletinin hala sömürge olma inadında olduğu havası hakim olmamış mı filme sizce de? Ben mi çok politiğim son zamanlarda benimsediğimi öne sürdüğüm(?) bu apolitik tavrımla, bilemiyorum. Hikayeyi sevdim. Böyle tesadüfler olabilir diyecek kadar hayalci değilim belki ama, hayır çok saçma imkansız diyecek kadar da gerçekçi sayılmam. Görüntü yönetmeninin (Anthony Dod Mantle) başarısını da göz ardı etmeyelim. (ara not: görüntü yönetmenliği deyince en iyileri Tarsem Singh ve Colin Watkinson'dır. Bir de Gregory Colbert var tabi bi de şey var César Charlone, John Toll, Rodrigo Prieto, John Mathieson, Bruno Delbonnel, Conrad Hall ve Guillermo Navarro... üşenmeyin bakın ne işler yapmış bu adamlar)

Bir de bu filmden müzikal olur süper, harbi bak zaten son sahnede onlarda farkına varmış bunun ve kalabalık bir dansçı güruhu ile bitirmişler filmi. Bence olur yani, İngiltere'de falan sahnelerler bunu 2 sene sonra, Mimi demişti dersiniz. Zaten soundtrack çalışmalarını da sevdim. A.R.Rahman'ın (hani NTV'deki ...Ve İnsan programının kafalara kazınan müziğinin sahibi beyefendi) çalışmasıymış. Gerçi dikkat edin genelde bu tür filmlere soundtrack yapan da o dur. Doğu sentezini bilen başka kompozitör yok herhalde diye düşünüyorum. Ya da doğulu doğu müziğini en iyi yapar şeklinde mi düşünüyorlar anlamadım. (peki sence bu ırkçılığa girer mi?....)

Sonuç olarak bir kere daha izlemem ve hatta iyi ki de gidip sinemada izlememişim diyeceğim bir yapım. Hikaye kadere inan insanların çok hoşuna gidecektir, tavsiye ederim.

Bi de şeyi izledim bu film bittikten sonra. This Is England! (sömürülmüşü gördük sömüreni de görelim mi demek istiyorsun Mimi!)

This Is England/İşte Asıl İngiltere Dedikleri Bu
(bu isim çevirileri bana ait, yoksa filmlerin dilimize nasıl adapte edildiğini bilmiyorum)

"Bitti lan, bak bitme n'olursun!..." diye izlediğim film. Evet, Burası İngiltere! Sanırım bu filmi ilk olarak sevgili Turşu izlemişti ve bana haber etmişti bilemiyorum öyle kalmış aklımda. (başka biri söylemişse edit yapar onun adını yazarım) Bitmesini istemediğim yegane filmlerden biri oldu This is England. 80'lerdeki punk akımını ve zaman zaman her ülkenin içine düştüğü en büyük handikap olan ırkçılığa varan milliyetçiliği anlatıyor film. Bilen bilir ingiliz sineması zaten benim için vazgeçilmezdir, esprileri ve en olmadık olaylara bile (mevsimin etkisinden dolayı üzerlerine yapışan soğuk ve donuk bakışlarla ) duygusuz sayılabilecek yaklaşımlarda bulunmaları her zaman hoşuma gitmiştir. İnsanlıktan nasibini almamış ve kendini dünyanın en gelişmiş ulusu olarak gören tek milletin ingilizler olması ve bu yüzden ayrıca ilgimi çekmeleri de ayrı bir yazı konusudur tabi.

Konumuza dönecek olursak beklediğimin çok üzerinde bir dönem filmi olduğunu söyleyebilirim This is England'ın. Biraz A Clockwork Orange, Punk, Faşizm, 80'lerde Pink Floyd dinlemek ve sosyal psikoloji... Filmi izleyip de dönüp kendi milliyetçilik anlayışına bir bakma ihtiyacı duymayan olmayacaktır eminim. Ki bakınız özellikle bizim ülkemizde "ben milliyetçi değilim" diyen adam bunu sırf "ben faşist değilim" demek için dillendiriyordur ki aslında o da milliyetçidir.

Elin gavuru yapıyor diye boşuna söylemiyorum yani, en büyük hikayelerden bir kaçı da pekala bizim tarihimizden çıkacaktır. Tırsmayıp çekebilene lafım tabi. (yok öyle biri çünkü dedim ya hepimiz futbol takımı tutuyoruz.)

Filmin soundtrack albümü aşmış tabi ki... Son sahnede kullanılan The Smiths coverı ve başlarken dinlediğimiz 54-46 Was My Number "bu film müzikleri için izlenirmiş beaah hacı!" dedirtecektir sizlerede. (ki hepsi bir yana Ludovico Einaudi olm, Ludovico Einaudi !.....)

Bir başka "Geçen Gün Bi Film İzledim" başlığında buluşmak üzere efendim. Lotoyu aranızda paylaşmanız dileğiyle.
Hayır efendim Ólafur Arnalds 3326'sını Yann Tiersen'den arak yapmamıştır. En fazla çok iyi bir Sur La Fil coverlamış olabilir. Bu konuda tartışmayalım lütfen, hem Tiersen bile beğenmiş ve "c 'est mieux" demişken size ne oluyor! ...ki bak bence Sur Le Fil daha güzel beeaa hacı! (Yann Tiersen aşkı başkadır.)

3326


Sur Le Fil

Kırlangıç Sorunu

İki yıldır ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyorum. Neden ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyor...