27 Temmuz 2010

Selam insanlar.

Geçen sabah uyandığımda aklımda "bir gün bizim de günümüz gelecek" cümlesi dolanıyordu.

17 yaşında olduğum o korkusuz dönemlerimde bu tür bir söz beni heycanladırıp tabiri cuk oturur şekliyle "gaza" getirebiliyordu. Artık iplemiyorum bu tür "dolu" bir cümleyi. Kimsenin zamanının geleceği falan yok zaten bugün dönüp baktığımız zaman, düşlediği günler gelmiş olan kimse de yok.

Üzgünüm Nazım ve Guevara, Bobby ve Mahatma, Tibet'in tüm Dalai Lama'ları ve yaşamlarından vazgeçen aktivistler... Herkes için sadece taraf seçmeye yönelik birer araçsınız artık. Ve modaya da ilham veriyor inandığınız değerler para ediyor, 21.yüzyıl insanlarını zengin ediyorsunuz.

Hangi galaksi sisteminde hangi toz bulutu içinde hangi yıldızsınız bilmiyorum. Dilerim Hubble size selamımı iletmiştir.

19 Temmuz 2010

Bitterly

Son 3 yılım kadar sıkıldığım bir başka evre daha olmamıştı sanırım. Bunun nedenini saygı değer Charles Bukowski "Sadece sıkıcı insanlar sıkılır..." şeklinde açıklamış olsa da kısaca kendisine bir siktir yolluyorum buradan. 21.yüzyıl iğrenç yıllara sahne oluyor haberin yok.

En basit örnek; artık "sigara sağlığa zararlı" diyen gençler var etrafta. Sigara zararlı tabi ki ama sende gençsin yahu, gençsin işte piç herif diye bağırmak istiyorum suratlarına. Hatta son günlerdeki favori hareketim olan kişiyi omuzlarından tutup sarsma eylemini gerçekleştirebilirim bu bağırma sırasında. Sigara sağlığa zararlı, kola çok pis, alkol kilo aldırıyor, akşamları hafif yemek ömrü uzatıyor...

En büyük hayali "zengin olmuş herhangi biri olmak" olan gençler var farkında mısınız. Hiç biri hayal kurmayı bilmiyor ve çizgi film izlemiyor. Anasını satayım insan nasıl çizgi film izlemez lan! Harbi soruyorum nasıl bir insan çizgi filmin sadece çocuklar için olduğunu düşünebilecek kadar moronlaşabilir? Anime seviyormuş. Daha çizim sanatının sinemalaşmış öz halinden haberin yok gidip anime izliyorsun.

Sinirlendim evet, çok gereksiz.

Bernard Black'i tanırmısınız? Tanımıyorsanız aziz gugıla danışın ve tanışın kendisiyle. Black Books dvdleri satışta bilmem kaç milyonluk parfümünüzü daha az kullanın bu ay ve gidip amazondan sipariş edin korsanlık yapmadan. Sonra açın birinci sezonun ilk bölümünü izlemeye koyulun, 8 dakika 47 saniye sonra Bernard'ın isyanına tanık olacaksınız, isyan ve ardından gelen şaşkınlık. Mantıksızlığın mantıksal bir düzene oturtulma çabasının kişi üzerindeki etkisidir bu isyan ve şaşkınlık durumu. İşte yukarıdaki paragrafın bende uyandırdığı hislerin tercümanıdır o 40 saniyelik sahne.

Ben şimdi "gençsin yahu" diye bağırdığım insanlar kadarken kafamı kaldırıp dünyadaki yerimi bulmaya çalışırdım. Her şey olağanüstü büyük, gizemli, eğlenceli ve en önemlisi anlamlı gelirdi. Hayatımın, içinde olduğum ailemin, aldığım eğitimin, yapmak zorunda ve yaşamak zorunda olduğum herşeyin benim henüz anlayamadığım bir amaca ulaşmak için gerçekleşen şeyler olduğunu düşünürdüm. 15 yaşındayken kendi inanç sistemimi yaratmıştım farkında olmadan. Ama kabul ettikleri düzen yenik düştüm tahmin edilebileceği gibi, o apayrı bir mesele. Erkek olsam rahat rahat hiç de skimde değil derdim işte bu cümleden sonra. En doğrusu bu olurdu.

Cümlelere bak. İnsan kendinden sıkılmaya başladığı an dünyanın onu çiğneyip tükürmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşmelidir okuyucu. Evet.

İzleyecek filmim kalmadı, kitaplarımı dersini günü günü çalışan akıllı çocuklar misali okuyup bitirdim ve en önemlisi müzik artık günü kurtaramıyor diye düşünüp Yann Tiersen'i anlatmaya gelmiştim blog semalarına ama iştahım kaçtı. Başka zaman.

çukurnotlar:

Bernard Black deyince aklıma gelenlerden biri de şu, yazmasam olmaz.

Black Books sezon 2 bölüm 1:

Bernard'ın yüzünden bir müşteriden yumruk yemiş olan Manny gözündeki morluğu saklamak için taktığı gereğinden büyük güneş gözlüğüyle restoranda oturmuş öğlen yemeğini yerken, Fran piyano dersi sırasında etrafta olmasını istemediği Bernard'ı kitapçıdan kovmuştur. Bernard restorana girer, ayaklarını sürüye sürüye Manny'nin yanına gider ve omuzuna dürtmekle vurmak arasında bir hareketle dokunarak sorar.

Bernard: Nerelerdeydin? Fran şu salak dersi yüzünden beni dükkandan attı.
Manny: Kapa çeneni seninle konuşmuyorum.
B: Ne? Müşterinin teki biraz hayal kırıklığına uğradı diye mi?
(Manny gözlüğünü alnına kaldırır ve moraran gözünü gösterir.)
B: Büyük bir hayal kırıklığıymış. (umursamaz bir şekilde burun kıvırarak) bir şekilde telafi ederim.
M: Kullanılmaktan bıktım, yalanlarından bıktım. Nasıl telafi edecekmişsin?
B: Sana bir jeep alırım.
M: Hayır, haftasonu izni istiyorum. (yumruğunu masaya vurur) Ciddiyim, artık bir hayat istiyorum.
(Bernard da yumruğunu masaya vurur)
B: Hayat bu! Acı çekiyor, köleleşiyor ve yok oluyoruz, bu kadar.
M: İhtiyaçlarımız var. Fran piyanosunu aldı, ben kendime ait biraz zaman istiyorum, sen bir kızla çıkmak istiyorsun. (değil mi? şeklinde bakar.)
B: Güldürme beni ... bu acınası. Fran başarısız olacak, sen hayatın boyunca çalışacaksın ve ben bir bar tuvaletinin zemininde tepetaklak olup yanlız öleceğim.

...

öncelikle apple'a teşekkürü bir borç bilirim. izlemekten asla sıkılmayacak olduğum her şey ipod denilen yaratık-makina sayesinde hep elimin altında.

her seferinde şunu yazacağım bunu ekleyeceğim diye zırvaladığımın farkındayım ama yazacağım harbi, okula dönmeden önce birikmiş çoğu şeyi toparlayacağım burada.

bir de bloggerda "mimiwonka" nickini kullanıp yorum bırakan bir kişi daha varmış, sözlükten biri "sen o musun?" diye sordu. yok efendim ben o mimi değilim, belki de o benim nicki kullanıp sallıyordur bloglarda falan araştırmadım ve hiç de umurumda değil, isteyen istediğini yapsın. benim takip ettiğim insanlar dışında yorum yaptığım sayfa yok gibi zaten. (gibisi fazla)

yazının başlığını en son yazan biri olarak belirtmeliyim ki, başlığın bitterly olmasının hiç bir manası yok. diyaloğu yazarken Dylan Moran'ın "bitterly" demesi zihnime kazınıp kaldı sadece. fena bir adam kendisi zaten. manyak, komik ve harika oyuncu.

Kırlangıç Sorunu

İki yıldır ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyorum. Neden ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyor...