Kesinlikle bu sefer tüm vizelerime gireceğim efenim, öyle kafama esip asmak yok.
Bu gün aldım listemi, böyle mal mal baktım kendisine. İkinci öğretimlerle birlikte gireceğimiz 2 adet vizenin saati çok pis küfür etmeme neden oldu. Benden başka herkesin haberi varmış o saatte sınav olunacağından, hiç şaşıran eden olmadı. Bu dönem baya boşlamışım okulu, o an fark ettim.
Afallamam yerini "aha sıçtım" sırıtışına bırakırken, gidip bir öğrencinin olmazsa olmazlarını almaya karar verdim. Kişisel vırvalıklarım bu vizelerde işime yaramayacak gibiydi. Güneşli olmasına rağmen vuuuu huuuu hoooo diye estiren bugün, zaten hiç eğlenceli bir gün olmayacak gibiydi, sabah 7:30'da uyanmamdan belliydi.
Okulun karşısındaki mini kırtasiyemize gittim, her gidişimde beni güler yüzle karşılayan kırtasiyeci bay ve bayanın adlarını her seferinde unutuyor olmamdan yine çok büyük rahatsızlık duydum. Fotokopi kuyruğuna girdim paşa paşa. Önümde dişçilikten tipler vardı anlamadığım bir dilde sidik yarışı yapıyorlardı, çok güldüm. Not listesine bakıp, elimdeki sınav listesiyle karşılaştırdım. Çünkü açıkcası hangi dersleri aldığımı tam olarak bilmiyorum. Sadece dönem boyu bir kaç kere girmiş olduğum 1-2 dersten haberim var. (elleri arkasında,başı önüne eğik,ayakkabısının ucuyla toprağı eşeleyen smili)
Fotokopileri alırken giden 20küsür liram için ettiğim küfürleri hiç sormayın, o neyse de daha 3 dersin notlarını aldım sadece (ki Hukuk, en az 20 sayfalık 5 not tomarından oluşuyor) ve ben bu kadar sayfaya hayatım boyunca oturup çalışmamışımdır. Bakalım, yapcaz söz verdim kendime. Ayrıca 30 tane ingilizce haber ve 10 tane şiir verilmiş tercüme dersi notlarında, oturup 3 tanesini okudum daha, çok feci sıktı. Yiyeceklerin saklanması ile ilgili bir bilimsel çalışma,demir zehirlenmesi ve Çin'de keşfedilen tarih öncesi bir kentin haberleri. Türkçe olsa bile ilgimi çekip okumam ben bu haberleri. Oturmuş ingilizcesinden okuyup bilmediğim 2-3 kelime için sözlük açıyorum anasını satiim. Allahtan ingilizcem Times okuyacak kadar iyi, yoksa hiç uğraşılmaz ellam.
İletişim Hukuku notlarının ilki Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılmış bir dilekçe ile başlıyor. Milliyette çıkan "Hakemi Saat ve Kadınla Bağladık" başlıklı bir yazı için açılan dava bıdı bıdısı...Bir Fifa Hakemi'nin itirafarı dınıdını dıın olayının hukuki boyutu. Tam 20 sayfa. İkinci not tomarı 32 sayfa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Sözleşmesi'yle ilgili. Onu sevdim bak okudum bitti. Test falan yaparlarsa ki genelde test olur 2.notu severek okuduğum için çok süper öğrendim. Yaparım valla tıkır tıkır, hiç kaçmaz. Diğerlerine bakmadım daha. Bakarız hallederiz.
Ahh ahh işte böyle okuyucu. Bu sefer oturup ders çalışıyorum. Biraz yükselsin notlarım, 60-70 yetmiyo valla. Abla insanı onur belgesiyle mezun oluyor bu sene, bizde biraz çalışalım edelim değil mi yaw. Azmettim ekomoniden de geçcem seneye, bir insan her dönem ekonomiden kalır mı yaw? Gerçi ilk dönem devamsızlıktan kalıştım o yüzden gidip girmemiştim finale falan, ama yok seneye vercem söz. YÖK başkanı da çoşmuş zaten, dışarda kalanları üniversitelere alalım diye kontejyanları arttırmaya karar vermiş. Ortalık kalabalıklaşmadan okulu bitirip kenara çekilmek gerekmekte. Sanki şu an üniversitede okuyan herkes üniversite okumaya uygunmuş gibi bir de kontejyanların arttırılması durumunda değişecek olan ortamın havasını düşünmeden edemiyorum.
Evet bence herkes üniversite okumamalı efenim. Gençler Öss'yi geçmekle kalmayıp sosyal ve kültürel bir sınava da tabi tutulmalıdır. (ütopyamı seveyim ehii:D)
Bir de yarın hava güzel olursa çıkıp fotoğraf çekeceğimdir. Klasik olaraktan Beşiktaş Mimar Sinan Fen-Edebiyat'ın önünden başlayıp Ortaköy sahile kadar yürüyerekten, ara sokak takılmacası yaracağımdır, belki Yıldız'a da geçerim ama asıl amacım Ortaköy'deki o yıkık konağın oralara kadar çıkmak. Bakalım havaya bağlı ve yarın ki derslerin durumuna ve alışverişe gidip gitmeyeceğimize ve alacağım yeni notların kalınlığına...
Bugün birde çok istediğim bir kitabı aldım. Ne zamandır almak istiyordum zaten de aklıma gelmiyordu, raflar arasında dolanırken gördüm ve kaptım hemen. Motosiklet Günlükleri. Kitap Che Guevara'nın 23 yaşında çıktığı Güney Amerika yolculuğu sırasında tuttuğu günlüklerinden oluşuyor. Kitabın arkasında bir kaç kişisel resim var çok güzel çok özel. Bir de çocuğuyla çekilmiş bir resmini poster olaraktan kitaba iliştirmişler çok duygulandım falan, öff ağlayacaktım nerdeyse... Che aşkım 9-10 yaşlarında izlediğim bir belgeselle başlamıştı, bir ara onun hikayesini de anlatırım. 9 Ekim'deki kişisel anma törenlerim, mate içme eylemlerim falan... Hey gidi...
Neyse bir de sınav programımı koyayım şuraya ki saatleri uyan varsa gelsin benim yerime bir kaç vizeye girsin, ne olcak yani aaa...
31 Mart 2008
29 Mart 2008
Aydınlık Haller;
Normal bir insanım ben de, oturup şu blog sayfasına aklıma geleni yazıyorum. Özenerek yazmıyorum diyemem ama çok da dikkat ettiğimi söyleyemem.
Çalışma halleri yazılarımdan bir kaç tanesini okudunuz, yorum gelmedi ama açıkcası yayın evlerine ve isimleri yazar kisvesi altında anılan kişilere okuttuğum hikayelerim, o tür yazılardan oluşuyor. Şimdiye kadar geçiştirilerek cevap almadım hiç. Yani olumsuz veya olumlu aldığım her yorum ve eleştiri, durup yazdığım şey hakkında düşünülerek yapıldı. Biririnin yazdığım şeyi okuyup beğenmediğini belirtmesi ve bunun açıklamasını yaparak "şu şu şu" demesi, şimdi içinde olduğum durumda, bulunduğum noktada, benim gibi biri için çok yüceltici bir hareket. Beş kuruş kazanamayacağım işlerden birinin peşinde çoşkuyla koşturuyorum ve bundan çok memnunum. Her gün birşeyler yazıyorum ilerde kullanırım diye. Blog sayfama yazdığım günlük yazılardan çok farklı, ciddi ciddi oturup mideme krampların girmesine neden oluyorum.
Nerden nereye atladım okuyucu, aslında ben sana her gün yazdığım o küçük notlardan çıkardığım yaşam özetimi yazacaktım. İnanmazsın 2-3 yıl arayla aynı cümleyi yazmışım bazı günlere. Aslında tam da cümle denemez, eğer o gün yapmaktan zevk aldığım şeylerden birini yapmışsam, koca sayfaya sadece o eylemi veya kelimeyi yazmışım.
Çoğu insan gibi bende bir ajanda sahibiyim. Her gün mutlaka bir şeyler yazıyorum ajandama (ki bakınız 1998 yılından beri her sene bir ajanda doldurmuşluğum vardır hala da saklarım o ajandalarımı) ama günlük yazar gibi değil. Gece yatmadan önce, 5-6dakikamı harcıyorum ajandamın o günki sayfasında. Durup düşünüyorum "ne oldu bugün ne değişti ne gelişti" diye. İnanın insan dinginleşiyor, günün kısa bir gözden geçirilişi yatağa huzurla girmenize neden oluyor.
Biz insanlar bize ait küçük şeylerin olmasını seviyoruz. Bir şarkı, bir kişiyle paylaşılmış bir an, o anları hatırlatan şeyler.
Yani, kişinin hayatını şekillendiren şeyler var cidden, sevdiği kokular, tatlar, duymaktan zevk aldığı sesler, görünce sevindiği kişiler... Bunun gibi bir çok şey "en" listesi yapmamıza neden olan şeyler sanırım. Herkesin "en" listesi vardır, yani olmalıdır. Kesin vardır yaw. Hatta her geçen gün listenize yeni bir madde eklenebiliyordur ve fark etmiyorsunuzdur belki de.
Farkında olmak lazım. Farkına varmak lazım.
Ajandalarıma dönüp nostalji kıvamında saatler geçirdiğim şu günlerde, uzun zamandır gerçekleştirmediğim "en"lerim olduğunu fark ettim. Oturup yılların birikimini gerçek bir liste haline getirmeye karar verdim. Hala yazmaya devam ediyorum, bazı maddelerde dalıp gidiyorum. Ama ruhsal açıdan çok doyurucu bir eylem olduğunu düşünüyorum. Kendi kendinizin psikoloğu oluyorsunuz sanki. Yaşanmışlıklara geri dönüp o yılları tekrar düşünüyor, şimdiki zaman için bir yol haritası çiziyorsunuz.
Yakında yazarım "Aydınlık Haller" imi.
Yanaktan makas aldım...
Çalışma halleri yazılarımdan bir kaç tanesini okudunuz, yorum gelmedi ama açıkcası yayın evlerine ve isimleri yazar kisvesi altında anılan kişilere okuttuğum hikayelerim, o tür yazılardan oluşuyor. Şimdiye kadar geçiştirilerek cevap almadım hiç. Yani olumsuz veya olumlu aldığım her yorum ve eleştiri, durup yazdığım şey hakkında düşünülerek yapıldı. Biririnin yazdığım şeyi okuyup beğenmediğini belirtmesi ve bunun açıklamasını yaparak "şu şu şu" demesi, şimdi içinde olduğum durumda, bulunduğum noktada, benim gibi biri için çok yüceltici bir hareket. Beş kuruş kazanamayacağım işlerden birinin peşinde çoşkuyla koşturuyorum ve bundan çok memnunum. Her gün birşeyler yazıyorum ilerde kullanırım diye. Blog sayfama yazdığım günlük yazılardan çok farklı, ciddi ciddi oturup mideme krampların girmesine neden oluyorum.
Nerden nereye atladım okuyucu, aslında ben sana her gün yazdığım o küçük notlardan çıkardığım yaşam özetimi yazacaktım. İnanmazsın 2-3 yıl arayla aynı cümleyi yazmışım bazı günlere. Aslında tam da cümle denemez, eğer o gün yapmaktan zevk aldığım şeylerden birini yapmışsam, koca sayfaya sadece o eylemi veya kelimeyi yazmışım.
Çoğu insan gibi bende bir ajanda sahibiyim. Her gün mutlaka bir şeyler yazıyorum ajandama (ki bakınız 1998 yılından beri her sene bir ajanda doldurmuşluğum vardır hala da saklarım o ajandalarımı) ama günlük yazar gibi değil. Gece yatmadan önce, 5-6dakikamı harcıyorum ajandamın o günki sayfasında. Durup düşünüyorum "ne oldu bugün ne değişti ne gelişti" diye. İnanın insan dinginleşiyor, günün kısa bir gözden geçirilişi yatağa huzurla girmenize neden oluyor.
Biz insanlar bize ait küçük şeylerin olmasını seviyoruz. Bir şarkı, bir kişiyle paylaşılmış bir an, o anları hatırlatan şeyler.
Yani, kişinin hayatını şekillendiren şeyler var cidden, sevdiği kokular, tatlar, duymaktan zevk aldığı sesler, görünce sevindiği kişiler... Bunun gibi bir çok şey "en" listesi yapmamıza neden olan şeyler sanırım. Herkesin "en" listesi vardır, yani olmalıdır. Kesin vardır yaw. Hatta her geçen gün listenize yeni bir madde eklenebiliyordur ve fark etmiyorsunuzdur belki de.
Farkında olmak lazım. Farkına varmak lazım.
Ajandalarıma dönüp nostalji kıvamında saatler geçirdiğim şu günlerde, uzun zamandır gerçekleştirmediğim "en"lerim olduğunu fark ettim. Oturup yılların birikimini gerçek bir liste haline getirmeye karar verdim. Hala yazmaya devam ediyorum, bazı maddelerde dalıp gidiyorum. Ama ruhsal açıdan çok doyurucu bir eylem olduğunu düşünüyorum. Kendi kendinizin psikoloğu oluyorsunuz sanki. Yaşanmışlıklara geri dönüp o yılları tekrar düşünüyor, şimdiki zaman için bir yol haritası çiziyorsunuz.
Yakında yazarım "Aydınlık Haller" imi.
Yanaktan makas aldım...
28 Mart 2008
Düşünüş Farkı
Bugün ki konumuz pek bir sosyal.
Şimdik efenim yakın zamanda gerçekleşmiş bir muhhabetin aklımda epey yer etmesiyle alakalı olaraktan bir şeyler karalamak geldi içimden. Muhabbetin konusu farklı kültürlerin yerleşmiş fikirlerinin kişilerde düşünüş farkı yaratması olayı.
Zamanında bir eğitimci, işi nedeniyle bulunmak durumunda olduğu Avrupa ülkesi İngiltere'ye çoluğu çocuğuyla birlikte taşınma durumuna girmiş. Uzun süre kalması gerektiği için ailesini de yanında götürmüş olmasının doğru olduğunda bende hemfikir oldum ki ailedeki çocukların eğtimlerinin belli bir kısmını İngiltere'de alacak olmaları ve yaşadığımız toplumun "yetişilen mekan" konusundaki öncelikleri düşünülünce, bunun ne kadar "bingo!" bir olay olduğunun farkına vardım.
İngiltere'nin griliğine taşınan ailede ilkokul çağındaki küçük kız yeni okulunu ve öğretmenini çok sevmiş, malumunuz bizim toplumumuzda öğrenci-öğretmen ilişkisi pek bir "ıtırcıkla pıtırcık" kıvamındadır. Gelin görün ki elin Avrupasında böyle bir sevdiceklik durumu yoktur. Öğretmen işini yapar, zil çalınca öğrenciler çıkar gider. Bizim küçük Türk kızı her ders bıcır bıcır olmakla kalmayıp tenefüslerde de gidip öğretmeninin boynuna sarılıyor öpüp kokluyormuş. Öğretmen hatun kişisi de bizim minik Türk kızını çok seviyormuş, böyle bir sevgiye alışık olmadığı için şaşırmakla birlikte çok da mutlu oluyormuş. Eğitimci babaya gelip (ki bakınız ülkemiz öğretmenleri, aile ile bir araya gelip öğrencinin durum ve gidişatı hakkında konuşur eder öğrencisini çocuğunda ayırmaz ama Avrupalılarda bu duyarlılık sadece filmlerde görülür) kızınız çok akıllı, çok cana yakın, çok farklı bir çocuk diyerekten övgüde bulunmuş.
İşleri bitip de ülkeye dönüş yapacakları zaman öğretmen hanım gelip şöyle bir teklifte bulunmuş ailemize; "kızınızı burda bırakın ve siz dönün ülkenize, biz araştırdık sizin ülkenizde okullar çok kalabalıkmış orda yazık olur bu çocuğa,sayısal zekası çok iyi siz onu bırakın gidin" vs vs... Bizim Türk çekirdek aile önce "hönk" tepkisi vermiş sonra da gülme krizine girmiş.
Bir de aynı dönem kürüsel ısınma nedeniyle beyaz tenli İngiliz çocuklarının, tenesüflerde maruz kaldığı güneşin zararlı ışınılarından etkilenmelerini azami dereceye indirme çalışması yapılmış ülkede. Bir bilen başka bilenleri toplamış ve "bu çocuklar tehlike altında, en azından tenesüfe çıkarken öğretmenleri bu çocuklara güneş kremi sürsün, öyle çıksınlar güneş altında oynasınlar" demişler. Hatta bunula ilgili tasarı bile hazırlamışlar, ama bu fikir öğretmenler tarafından kabul edilmemiş ve tasarı rafa kaldırılmış.
Sizce neden kabul edilmemiş dersiniz. Öğretmenler bunun "cinsel taciz" suçu sayılabileceğini öne sürmüşler. Okurken sizin aklınıza "külfetli bir iş" olduğu gelmiş olmalı. Toplum olarak bizim ilkokul çocuklarına güneş kremi sürme işine olumsuz bakışımız en fazla bu kadar olur çünkü.
İşte bu; farklı kültürlerin yerleşmiş fikirlerinin kişilerde düşünüş farkı yaratması olayıdır.
Küçük kızımızı tabi ki bırakmamışlar İngiltere griliğinde, ailesiyle birlikte ülkemize döndü ve 30 kişilik bir sınıfta eğitim hayatına devam etmekte.
Şimdik efenim yakın zamanda gerçekleşmiş bir muhhabetin aklımda epey yer etmesiyle alakalı olaraktan bir şeyler karalamak geldi içimden. Muhabbetin konusu farklı kültürlerin yerleşmiş fikirlerinin kişilerde düşünüş farkı yaratması olayı.
Zamanında bir eğitimci, işi nedeniyle bulunmak durumunda olduğu Avrupa ülkesi İngiltere'ye çoluğu çocuğuyla birlikte taşınma durumuna girmiş. Uzun süre kalması gerektiği için ailesini de yanında götürmüş olmasının doğru olduğunda bende hemfikir oldum ki ailedeki çocukların eğtimlerinin belli bir kısmını İngiltere'de alacak olmaları ve yaşadığımız toplumun "yetişilen mekan" konusundaki öncelikleri düşünülünce, bunun ne kadar "bingo!" bir olay olduğunun farkına vardım.
İngiltere'nin griliğine taşınan ailede ilkokul çağındaki küçük kız yeni okulunu ve öğretmenini çok sevmiş, malumunuz bizim toplumumuzda öğrenci-öğretmen ilişkisi pek bir "ıtırcıkla pıtırcık" kıvamındadır. Gelin görün ki elin Avrupasında böyle bir sevdiceklik durumu yoktur. Öğretmen işini yapar, zil çalınca öğrenciler çıkar gider. Bizim küçük Türk kızı her ders bıcır bıcır olmakla kalmayıp tenefüslerde de gidip öğretmeninin boynuna sarılıyor öpüp kokluyormuş. Öğretmen hatun kişisi de bizim minik Türk kızını çok seviyormuş, böyle bir sevgiye alışık olmadığı için şaşırmakla birlikte çok da mutlu oluyormuş. Eğitimci babaya gelip (ki bakınız ülkemiz öğretmenleri, aile ile bir araya gelip öğrencinin durum ve gidişatı hakkında konuşur eder öğrencisini çocuğunda ayırmaz ama Avrupalılarda bu duyarlılık sadece filmlerde görülür) kızınız çok akıllı, çok cana yakın, çok farklı bir çocuk diyerekten övgüde bulunmuş.
İşleri bitip de ülkeye dönüş yapacakları zaman öğretmen hanım gelip şöyle bir teklifte bulunmuş ailemize; "kızınızı burda bırakın ve siz dönün ülkenize, biz araştırdık sizin ülkenizde okullar çok kalabalıkmış orda yazık olur bu çocuğa,sayısal zekası çok iyi siz onu bırakın gidin" vs vs... Bizim Türk çekirdek aile önce "hönk" tepkisi vermiş sonra da gülme krizine girmiş.
Bir de aynı dönem kürüsel ısınma nedeniyle beyaz tenli İngiliz çocuklarının, tenesüflerde maruz kaldığı güneşin zararlı ışınılarından etkilenmelerini azami dereceye indirme çalışması yapılmış ülkede. Bir bilen başka bilenleri toplamış ve "bu çocuklar tehlike altında, en azından tenesüfe çıkarken öğretmenleri bu çocuklara güneş kremi sürsün, öyle çıksınlar güneş altında oynasınlar" demişler. Hatta bunula ilgili tasarı bile hazırlamışlar, ama bu fikir öğretmenler tarafından kabul edilmemiş ve tasarı rafa kaldırılmış.
Sizce neden kabul edilmemiş dersiniz. Öğretmenler bunun "cinsel taciz" suçu sayılabileceğini öne sürmüşler. Okurken sizin aklınıza "külfetli bir iş" olduğu gelmiş olmalı. Toplum olarak bizim ilkokul çocuklarına güneş kremi sürme işine olumsuz bakışımız en fazla bu kadar olur çünkü.
İşte bu; farklı kültürlerin yerleşmiş fikirlerinin kişilerde düşünüş farkı yaratması olayıdır.
Küçük kızımızı tabi ki bırakmamışlar İngiltere griliğinde, ailesiyle birlikte ülkemize döndü ve 30 kişilik bir sınıfta eğitim hayatına devam etmekte.
24 Mart 2008
Yeni Oyuncak ve Dama Atılan Sony
Pinti okuyucu seni!
O kadar dedik değil mi "para yolla, bak ben öğrenciyim fotoğraf makinemi yaptıramıyorum, yazık değil mi bana" diye...
Ama yok, duyarsızsınız hepiniz, size güvenende kabahat zaten .hıh
hehe :D
Yeni makinem geldi okuyucu, elime alıp her dakika fotoğraf çekmek istiyorum, zor tutuyorum kendimi, ellerim titriyor resmen. Hava biraz daha açsın sokaklara vuracağımdır kendimi, sokak hikayeleri yazacağımdır yine fotoğraf kareleriyle, sonra gelip blog ahalimle paylaşacağımdır. Evet planım bu.
Canon Eos 350D yeni makinem, digital takılıyorum anlayacağın. Hafif,hızlı ve estetik. Kendi makinem diye demiyorum çok şık ve kullanışlı birşey. Bana göre tek eksisi arka taraftaki ekranının küçük olması, 1.8 inç. Yani bana bir Digital SLR için küçük geldi. Gerçi benim bozuk olduğu için köşede duran ve acı bana bakan Sony DSC-F717 makinemin ekranı da tft tipi 1.8'lik. O makineyi de çok seviyorum bak, doya doya kullanamadan kenara çekmek zorunda kaldım...
Para yolla okuyucu, Sony ağlıyor köşede, yazık valla.
Cidden fotoğraf makineleriyle konuşan ve bozuk olduğu için makinesinin ağladığını düşünen biri olduğumu ayrıca belirtmek istiyorum, çok ciddiyim bu konuda. Evde 3 tane daha makinem var, filmli kullanım oldukları için pek yüzlerine bakmıyorum ki onlarında 2 tanesi bozuk. Birinin lensinde sorun var diğerinin deklanşöründe...
Onlar için de para lazım bak haberiniz olsun. Ünlü bir fotoğrafçı olunca gani gani geri öderim lan. Valla...
Yeni oyuncakım canım cicim Canon;
Köşede ağlayan canım Sony;
Maşallah de ekrana tükür okuyucum, öptüm bye..
O kadar dedik değil mi "para yolla, bak ben öğrenciyim fotoğraf makinemi yaptıramıyorum, yazık değil mi bana" diye...
Ama yok, duyarsızsınız hepiniz, size güvenende kabahat zaten .hıh
hehe :D
Yeni makinem geldi okuyucu, elime alıp her dakika fotoğraf çekmek istiyorum, zor tutuyorum kendimi, ellerim titriyor resmen. Hava biraz daha açsın sokaklara vuracağımdır kendimi, sokak hikayeleri yazacağımdır yine fotoğraf kareleriyle, sonra gelip blog ahalimle paylaşacağımdır. Evet planım bu.
Canon Eos 350D yeni makinem, digital takılıyorum anlayacağın. Hafif,hızlı ve estetik. Kendi makinem diye demiyorum çok şık ve kullanışlı birşey. Bana göre tek eksisi arka taraftaki ekranının küçük olması, 1.8 inç. Yani bana bir Digital SLR için küçük geldi. Gerçi benim bozuk olduğu için köşede duran ve acı bana bakan Sony DSC-F717 makinemin ekranı da tft tipi 1.8'lik. O makineyi de çok seviyorum bak, doya doya kullanamadan kenara çekmek zorunda kaldım...
Para yolla okuyucu, Sony ağlıyor köşede, yazık valla.
Cidden fotoğraf makineleriyle konuşan ve bozuk olduğu için makinesinin ağladığını düşünen biri olduğumu ayrıca belirtmek istiyorum, çok ciddiyim bu konuda. Evde 3 tane daha makinem var, filmli kullanım oldukları için pek yüzlerine bakmıyorum ki onlarında 2 tanesi bozuk. Birinin lensinde sorun var diğerinin deklanşöründe...
Onlar için de para lazım bak haberiniz olsun. Ünlü bir fotoğrafçı olunca gani gani geri öderim lan. Valla...
Yeni oyuncakım canım cicim Canon;
Köşede ağlayan canım Sony;
Maşallah de ekrana tükür okuyucum, öptüm bye..
23 Mart 2008
Bit-evi-ye
"birşeylerin yitirildiği bir gün"
"farkındalık"
"benim için aile kavramı soyadı ile sınırlı değildir... tayfam, en iyi arkadaşlarım veya ezeli düşmanlarım da aileden sayılır..."
"geçtiğimiz salı günü bilgisayarı bir hışımla kapattım, evde kimse olmadığı için kendi kendime konuşup artistlik yaptım, kalktım mutfağa gittim ketıla su koydum, daha su kaynamadan gittim bilgisayarı açtım, herşey normale döndü."
"çalakalem diye bir kelime var evet, şak şak şak şak (alkış efekti)"
"bir de Oasis'in bir parçası var Wonderwall diye,
çünkü belki beni kurtaran kişi sen olacaksın
ve herşeyden sonra sen benim harikaduvarımsın
yani her durumda sırtını dayabileceğin kişiye wonderwall denir ve melankoli tamamen iklimden ötürüdür!"
"arada, sırf kapıyı çalmadığı için müdür tarafından kovulan Emilio Ramirez gelsin aklınıza"
"Never knew we were living in a world
With a mind that could be so sure
Never knew we were living in a world
With a mind that could be so small
Never knew we were living in a world
And the world is an open court
Maybe we don't want to live in a world
Where innocence is so short"
"giderayak çok güzel bir kelime"
"8 yıl boyunca biriktirilen kelimeler bir gecede kül edilebilir"
"ayrıca wormholes and consistency olayını asla anlayamayacak olmam farklı bir mutluluğumdur"
"tuvalet kağıdına duyduğumuz ihtiyacın kelime anlamı yoktur"
"yaz kokusu duyardım kışın ortasında bile, uzun cümleler kurardım konuşurken... cümlesi çok feci bir cümledir"
"bazen kaçıp gitmek geliyor içimden ama kalmak zorunda kalıyorum tam geri dönmüşken gitmek zorundaydım diyorum sonra tekrar yola çıkıyorum geri dönmek için"
"yarın 9:45, 303. koğuş, prof. dr. zorunlu dinletisi, aria kıvamı"
"ihtimaller dahilinde ihtimalsiz kalmak da varmış"
"mail attım "her türlü aşırıyorum haberin ola üstad" diye "canın sağolsun telifi ödersin paran olunca" dedi"
"Mimi Wonka's Shoe Box çoğu kişinin bilmediği fotoğraf galerimin ismidir aslında"
"siyah balon klibi = coming down the world turned over,and angels fall without you there,and I go on as you get colder or are you someones prayer"
"youtube erişimimin devam etmesi, yasaklara duyduğum hayranlığın bir belirtisidir"
"koskoca kaptan jack sparrow bir jeffrey goines çakmasıyken, bu yazılar esinti kıvamında olmuş kaç yazar kaç yazar kaça yazar"
"son olarak herkes rüyasında The Vampire'ın melodisini dinlesin bu gecenin şerefine"
"tekrar görüşebilmek dileğiyle"
"tecrübeyle sabit"
"farkındalık"
"benim için aile kavramı soyadı ile sınırlı değildir... tayfam, en iyi arkadaşlarım veya ezeli düşmanlarım da aileden sayılır..."
"geçtiğimiz salı günü bilgisayarı bir hışımla kapattım, evde kimse olmadığı için kendi kendime konuşup artistlik yaptım, kalktım mutfağa gittim ketıla su koydum, daha su kaynamadan gittim bilgisayarı açtım, herşey normale döndü."
"çalakalem diye bir kelime var evet, şak şak şak şak (alkış efekti)"
"bir de Oasis'in bir parçası var Wonderwall diye,
çünkü belki beni kurtaran kişi sen olacaksın
ve herşeyden sonra sen benim harikaduvarımsın
yani her durumda sırtını dayabileceğin kişiye wonderwall denir ve melankoli tamamen iklimden ötürüdür!"
"arada, sırf kapıyı çalmadığı için müdür tarafından kovulan Emilio Ramirez gelsin aklınıza"
"Never knew we were living in a world
With a mind that could be so sure
Never knew we were living in a world
With a mind that could be so small
Never knew we were living in a world
And the world is an open court
Maybe we don't want to live in a world
Where innocence is so short"
"giderayak çok güzel bir kelime"
"8 yıl boyunca biriktirilen kelimeler bir gecede kül edilebilir"
"ayrıca wormholes and consistency olayını asla anlayamayacak olmam farklı bir mutluluğumdur"
"tuvalet kağıdına duyduğumuz ihtiyacın kelime anlamı yoktur"
"yaz kokusu duyardım kışın ortasında bile, uzun cümleler kurardım konuşurken... cümlesi çok feci bir cümledir"
"bazen kaçıp gitmek geliyor içimden ama kalmak zorunda kalıyorum tam geri dönmüşken gitmek zorundaydım diyorum sonra tekrar yola çıkıyorum geri dönmek için"
"yarın 9:45, 303. koğuş, prof. dr. zorunlu dinletisi, aria kıvamı"
"ihtimaller dahilinde ihtimalsiz kalmak da varmış"
"mail attım "her türlü aşırıyorum haberin ola üstad" diye "canın sağolsun telifi ödersin paran olunca" dedi"
"Mimi Wonka's Shoe Box çoğu kişinin bilmediği fotoğraf galerimin ismidir aslında"
"siyah balon klibi = coming down the world turned over,and angels fall without you there,and I go on as you get colder or are you someones prayer"
"youtube erişimimin devam etmesi, yasaklara duyduğum hayranlığın bir belirtisidir"
"koskoca kaptan jack sparrow bir jeffrey goines çakmasıyken, bu yazılar esinti kıvamında olmuş kaç yazar kaç yazar kaça yazar"
"son olarak herkes rüyasında The Vampire'ın melodisini dinlesin bu gecenin şerefine"
"tekrar görüşebilmek dileğiyle"
"tecrübeyle sabit"
21 Mart 2008
Merhaba Okuyucum
Son 3 gündür zamanımın büyük kısmını okulda ve alışveriş merkezlerinde geçirdim. Yaşamının 42. gününü geride bırakmış olan bir insan yavrusu için hediyeler aldık. Kutlama olayına daldık. Aslında mevlit okutulması gerekirmiş, öyle dedi büyüklerimiz.
- Aslına bakarsanız mevlit dediğiniz şey dini bir yazıt değildir, Peygamberi övmek amacıyla yazılmıştır ve bir çok mevlit vardır, sanırım genelde Süleyman Çelebi'nin yazdığı oktuluyor.
- Sen çok biliyorsun Mimi!!
- Peki, sağolun...
Bilmiyorum ne yaptılar veya yapacaklar, ben işin yiyip içmekle ilgili kısmıyla ilgilendim açıkcası. Acaba;
-Ayrıca mevlit okunurken dini bir ibadet yapıldığının düşünülmesi yanlışmış.
deseydim, nasıl bir şekilde susturulurdum...
Saygı duyuyorum, anlıyorum...:)
_______________________________________
Son günlerde malum kapatma davasını konuşuyoruz okulcana,ailecene,kendimcene... Ben tamamen karşıyım bu olaya, çok yanlış bir hareket olduğunu düşünüyorum, hatta dünya arenasında "malum" elalemin bize popolarıyla gülüyor olduğunu biliyorum. Demokrasiyi ezenlere demokrasiyi ezerek cevap yetiştirmeye çalışıp, ekmeğe yağ sürmek sadece bizim aydınlarımızın yapabileceği bir işti zaten Mimiciğim diyorum kendime. Aklıma dekanlarımız, rektörlerimiz geliyor. Üzülüyorum.
Babamın lafı geldi aklıma.
-Çok eminsin kendinden kızım, bu kadar emin olma herşeyden. Kendinden bile...
Çok kızmıştım bu lafa o zamamlar, şimdi anlıyorum.
_______________________________________
Anlatmak istediğim çok şey var.
Yavaş yavaş...
- Aslına bakarsanız mevlit dediğiniz şey dini bir yazıt değildir, Peygamberi övmek amacıyla yazılmıştır ve bir çok mevlit vardır, sanırım genelde Süleyman Çelebi'nin yazdığı oktuluyor.
- Sen çok biliyorsun Mimi!!
- Peki, sağolun...
Bilmiyorum ne yaptılar veya yapacaklar, ben işin yiyip içmekle ilgili kısmıyla ilgilendim açıkcası. Acaba;
-Ayrıca mevlit okunurken dini bir ibadet yapıldığının düşünülmesi yanlışmış.
deseydim, nasıl bir şekilde susturulurdum...
Saygı duyuyorum, anlıyorum...:)
_______________________________________
Son günlerde malum kapatma davasını konuşuyoruz okulcana,ailecene,kendimcene... Ben tamamen karşıyım bu olaya, çok yanlış bir hareket olduğunu düşünüyorum, hatta dünya arenasında "malum" elalemin bize popolarıyla gülüyor olduğunu biliyorum. Demokrasiyi ezenlere demokrasiyi ezerek cevap yetiştirmeye çalışıp, ekmeğe yağ sürmek sadece bizim aydınlarımızın yapabileceği bir işti zaten Mimiciğim diyorum kendime. Aklıma dekanlarımız, rektörlerimiz geliyor. Üzülüyorum.
Babamın lafı geldi aklıma.
-Çok eminsin kendinden kızım, bu kadar emin olma herşeyden. Kendinden bile...
Çok kızmıştım bu lafa o zamamlar, şimdi anlıyorum.
_______________________________________
Anlatmak istediğim çok şey var.
Yavaş yavaş...
19 Mart 2008
Pilates olayı 2. bölüm... (plates diye yazılıyormuş bu arada)
Hani anlatmıştım ya muhteşem yaratık ablam ve kankaları pilatese yazılmış diye, hani bunlar gitmezler etmezler üşenirler demiştim falan... İşte öyle olmadı efenim, bunlar ciddi ciddi gidiyorlar pilatese. Ablam ilk haftalar evde "ay pilatesli kolum, ay pilatesli bacağım" şeklinde ah of uf diyerek dolaştı,ama şimdi görünür ölçüde forma girmeye başladı... 3 hafta önceydi sanırım ilk dersleri, msnden konuşmuştuk bende blog a koyarım diye taslak yaparaktan depolamışım yazıyı ama gerilerde kalmış unutmuşum yayımlamayı... Şimdi koyuyorum, buyrunuz;
Mimi Wonka: sizin pilates işi ne oldu?
greeny: ne far
Mimi Wonka: gittiniz mi?
greeny: heeeeee
greeny: gittik
Mimi Wonka: ahahahaha
greeny: her yerim ağrıyo
Mimi Wonka: ahahaha
greeny: adam manyak
Mimi Wonka: dur gülmem geçsin
greeny: acı var mı dio durup durup deli
Mimi Wonka: ahahahahahah
greeny: pztesi gittik ilk
greeny: toplarla çalıştık
greeny: top zaten benim boyumu aşıyodu
greeny: bi de bacağımın kolum un arasında tutup ayaklarını kaldırı kıçını salla falan fıstık
greeny: öldük be
greeny: ilk gün bi de ayağını ucundan tutup düz bi şekilde havaya kaldırıyosun tamam mı
greeny: ü..'yle yapmaya çalışıyoruz diz ila ki bi parça bükülüyo
greeny: sonra bu deli bi geldi tepemize
greeny: tuttu bacaklarımızı geriyo manyak
greeny: neyse ben pek acı çekmadim but ü...'nin yüzü süperdi
Mimi Wonka: seda yok muydu?
Mimi Wonka: haftada kaç kez gidiyonuz la?
Mimi Wonka: ahaha foto çeksenize ahahaha
greeny: seda vardı ama o zaten plastik gibin bişeyden yapıldıından yapabildi kaldıdır bacağını
greeny: hftada 2 kez gidiyoruz pztesi perşembe
Mimi Wonka: kilo vercekmiymişiniz bari?
Mimi Wonka: boyunuz uzayacakmıymış ?
greeny: hea bi de pztesi günü toplarla yapılanda ü... düştü
Mimi Wonka: ah yazık ehehe
greeny: topun üstüne yatıp arkaya doruu yatıyosun tamam mı
greeny: bu yatiim derken küt
greeny: popo üstü yerde
greeny: sedayla gülemkten öldük
greeny: zaten biz üçümüz en arkadayız
greeny: safi gülüyoruz
Mimi Wonka: ay iyi güldüm valla
greeny: perşembe toplarla uğraşmadık but adam kalça çalıştırın kol çalıştırın bel çalıştırın die canımıza okudu walla
greeny: kollarım ve belimin yanları acıyo walla ayağa kalkarken
greeny: bi de ne yaptık biliyosun mu
greeny: pztesi gittik ya platese
greeny: öğleden sonra da sinemaya gittik
greeny: tabii sinemaya gidince dönüşte biz ne yapıyoruz
greeny: tabii ki mc donaldsa gidiyoruz
greeny: sen git telef ol plateste
greeny: sonra bi de utanmadan hamburger ye
Mimi Wonka: ahahahah
greeny: bi de kola ohhhhhhh
greeny: mis gibin de patates cipisi
Mimi Wonka: ya kahkahalarımı duyman lazım abla ya
greeny: kaydet gönder
Mimi Wonka: bilmiyorum o nerden yapılıyor?
greeny: f2ye bas kaydet
Mimi Wonka: Ses klibi gönderdi
greeny: temaammm lem anladık
Mimi Wonka: Ses klibi gönderdi
greeny: gülme len o kadar adi, kamera açsana
greeny ile Görüntülü Arama yapılıyor...
Kapat (Alt+Q)
greeny aramanızı yanıtladı.
Kapat (Alt+Q).
greeny: müziği kıs be
Anladığınız üzere gerisi karşılıklı konuşma şeklinde devam etti, ben daha çok kahkaha atıyordum, şuna dikkat çekmek istiyorum efenim, platese gittikleri günün akşamı sinemaya oradan da hamburgerciye gitmişler, biz böyle insanlara "tipik" diyoruz sanırım... Türk kadını işte bu yüzden armut. Ü...'ye ayrıca geçmiş olsun ehehe...
Mimi Wonka: sizin pilates işi ne oldu?
greeny: ne far
Mimi Wonka: gittiniz mi?
greeny: heeeeee
greeny: gittik
Mimi Wonka: ahahahaha
greeny: her yerim ağrıyo
Mimi Wonka: ahahaha
greeny: adam manyak
Mimi Wonka: dur gülmem geçsin
greeny: acı var mı dio durup durup deli
Mimi Wonka: ahahahahahah
greeny: pztesi gittik ilk
greeny: toplarla çalıştık
greeny: top zaten benim boyumu aşıyodu
greeny: bi de bacağımın kolum un arasında tutup ayaklarını kaldırı kıçını salla falan fıstık
greeny: öldük be
greeny: ilk gün bi de ayağını ucundan tutup düz bi şekilde havaya kaldırıyosun tamam mı
greeny: ü..'yle yapmaya çalışıyoruz diz ila ki bi parça bükülüyo
greeny: sonra bu deli bi geldi tepemize
greeny: tuttu bacaklarımızı geriyo manyak
greeny: neyse ben pek acı çekmadim but ü...'nin yüzü süperdi
Mimi Wonka: seda yok muydu?
Mimi Wonka: haftada kaç kez gidiyonuz la?
Mimi Wonka: ahaha foto çeksenize ahahaha
greeny: seda vardı ama o zaten plastik gibin bişeyden yapıldıından yapabildi kaldıdır bacağını
greeny: hftada 2 kez gidiyoruz pztesi perşembe
Mimi Wonka: kilo vercekmiymişiniz bari?
Mimi Wonka: boyunuz uzayacakmıymış ?
greeny: hea bi de pztesi günü toplarla yapılanda ü... düştü
Mimi Wonka: ah yazık ehehe
greeny: topun üstüne yatıp arkaya doruu yatıyosun tamam mı
greeny: bu yatiim derken küt
greeny: popo üstü yerde
greeny: sedayla gülemkten öldük
greeny: zaten biz üçümüz en arkadayız
greeny: safi gülüyoruz
Mimi Wonka: ay iyi güldüm valla
greeny: perşembe toplarla uğraşmadık but adam kalça çalıştırın kol çalıştırın bel çalıştırın die canımıza okudu walla
greeny: kollarım ve belimin yanları acıyo walla ayağa kalkarken
greeny: bi de ne yaptık biliyosun mu
greeny: pztesi gittik ya platese
greeny: öğleden sonra da sinemaya gittik
greeny: tabii sinemaya gidince dönüşte biz ne yapıyoruz
greeny: tabii ki mc donaldsa gidiyoruz
greeny: sen git telef ol plateste
greeny: sonra bi de utanmadan hamburger ye
Mimi Wonka: ahahahah
greeny: bi de kola ohhhhhhh
greeny: mis gibin de patates cipisi
Mimi Wonka: ya kahkahalarımı duyman lazım abla ya
greeny: kaydet gönder
Mimi Wonka: bilmiyorum o nerden yapılıyor?
greeny: f2ye bas kaydet
Mimi Wonka: Ses klibi gönderdi
greeny: temaammm lem anladık
Mimi Wonka: Ses klibi gönderdi
greeny: gülme len o kadar adi, kamera açsana
greeny ile Görüntülü Arama yapılıyor...
Kapat (Alt+Q)
greeny aramanızı yanıtladı.
Kapat (Alt+Q).
greeny: müziği kıs be
Anladığınız üzere gerisi karşılıklı konuşma şeklinde devam etti, ben daha çok kahkaha atıyordum, şuna dikkat çekmek istiyorum efenim, platese gittikleri günün akşamı sinemaya oradan da hamburgerciye gitmişler, biz böyle insanlara "tipik" diyoruz sanırım... Türk kadını işte bu yüzden armut. Ü...'ye ayrıca geçmiş olsun ehehe...
18 Mart 2008
i saw that life is not the opposite of death, death is the opposite of birth, life is eternal, and i thought that it is profound...*
sabah yağmur vardı efenim, okula o yüzden gitmedim.
bir fincan acı kahve ile çığlık çığlığa kahvaltı ettim.
salamlı sandviç ile biraz kendime geldim,
ve oturup çizgi film izledim.
çoraplarımdaki renkli çizgiler birini hatırlattı tanıdığım,
bir kahkaha patlattım sonra etrafıma bakındım,
evde kimse yokmuş o an fark ettim.
bugün o günlerden biri olacak gibi yine,
haydi aksini ispat edelim dedim benliğime,
göz kırptı bana aynadan, vincet diye fısıldadı
hangisi? diye sordum cevap vermedi,
ne piç birşeysin dedim,
dil çıkardı,gülümsedi...
kuzenim geldi sonra,
yapılacak ütüler varmış, işe koyuldu.
hayran oldum o adama bir elinde ütü,
diğerinde sigara...
ve vincent açtım,
"only you can heal your life,
only you can heal inside,"
it must have been an angel*
....
dayımın gömleklerini aramaya gideceğiz
ben pc başından kalkınca,
sonra da dedemin bastonunu, ve kudisini...
vincent çalıyor hala
bugün hiç de o günlerden biri değil galiba
...
*Anathema - Angels Walk Among Us
bir fincan acı kahve ile çığlık çığlığa kahvaltı ettim.
salamlı sandviç ile biraz kendime geldim,
ve oturup çizgi film izledim.
çoraplarımdaki renkli çizgiler birini hatırlattı tanıdığım,
bir kahkaha patlattım sonra etrafıma bakındım,
evde kimse yokmuş o an fark ettim.
bugün o günlerden biri olacak gibi yine,
haydi aksini ispat edelim dedim benliğime,
göz kırptı bana aynadan, vincet diye fısıldadı
hangisi? diye sordum cevap vermedi,
ne piç birşeysin dedim,
dil çıkardı,gülümsedi...
kuzenim geldi sonra,
yapılacak ütüler varmış, işe koyuldu.
hayran oldum o adama bir elinde ütü,
diğerinde sigara...
ve vincent açtım,
"only you can heal your life,
only you can heal inside,"
it must have been an angel*
....
dayımın gömleklerini aramaya gideceğiz
ben pc başından kalkınca,
sonra da dedemin bastonunu, ve kudisini...
vincent çalıyor hala
bugün hiç de o günlerden biri değil galiba
...
*Anathema - Angels Walk Among Us
16 Mart 2008
Maalesef Elimizde Hiç Kişisel İleti Kalmadı...
Msn'e yazıyorum bunu arada. Başlığı yani ehii..
Çok seviyorum kişisel ileti okuma şeysini, bir kaç kişiyi bu konuda tek geçerim. (bknz:Ablam,Alässe,Nikki,Darkdesire,Pablo,Siyahi,Lancelot vs vs...) Kişisel ileti büyülü bir şeydir, birinin iletisini okursunuz ve durup "hmm, ne demiş, kasmış mı, hey gidi gençlik hey" dersiniz... Oturup bu konu hakkındaki saçma düşüncelerimi anlatmak isterim bir ara, ama şimdi az önce yaşadığım olayı anlatacağım size...
Öyle msn listeme bakınıyordum, iletileri okuyordum, o ara Calvin ve Hobbes geldiler, bir bakındılar falan. Hobbes kulaklarına ataç takmaya başladı, kürkü hışırtılar çıkırıyordu yine. Canları sıkılmış içerde, daha doğrusu Calvin sıkılmış...
Calvin: Ne okuyorsun Mimiciğim?
Mimi: Kişisel iletilere bakıyorum Calvin.
Calvin:Ne yazıyor.
Mimi: Bakalım.... Bak mesela çok sevgili arkadaşım Lancelot en son; "istediğimde 32 atarlı kedi gücünde olurum, kimse beni seyretmiyomuşcasına dans ederim, ya sen? ulan ya sen dedim it!" demiş.
Calvin: Hmm.. Gel Hobbes!
Kulaklarına ataç tutturan Hobbesla birlikte koşa koşa çıkıp gittiler efenim, anlamadım bende. İşime bakmaya devam ettim.
2 Dakika sonra geldiler tabi ki de, dahi arkadaşım Calvin Lancelot'a meydan okuyordu:) Bknz;
Elvis Presley cdmi bulmuşlar, Calvin gidip Elwood'un gözlüklerini ödünç almış, 2 saniye sonra pencereler Hound Dog ile zangırdıyordu. Benide kolumdan tutup kaldırmaya çalıştırlar ama oturduğum yerden izlemek daha eğlenceliydi.
Calvin: Hadi Mimiciğim..
Hobbes: Ne kaçırdığını bilmiyorsun Mimi.
Mimi: :D:D:D:D:D
Hobbes: Mimi yatakta zıplayalım hadi.
Calvin: Bana bakın gitar çalıyorum.
Mimi:Hobbes in ordan aşağıya!
Calvin:Hobbes bak şimdi dizlerimin üzerinde kayacağım.. ciiuuvvv...
Öyle işte okuyucu, çok eğlendik, teyzem gelip de "şu müziğin sesini kıs Mimi akşam oldu" deyinceye kadar evimiz Hound Dog ile çınlıyordu...
Çok seviyorum kişisel ileti okuma şeysini, bir kaç kişiyi bu konuda tek geçerim. (bknz:Ablam,Alässe,Nikki,Darkdesire,Pablo,Siyahi,Lancelot vs vs...) Kişisel ileti büyülü bir şeydir, birinin iletisini okursunuz ve durup "hmm, ne demiş, kasmış mı, hey gidi gençlik hey" dersiniz... Oturup bu konu hakkındaki saçma düşüncelerimi anlatmak isterim bir ara, ama şimdi az önce yaşadığım olayı anlatacağım size...
Öyle msn listeme bakınıyordum, iletileri okuyordum, o ara Calvin ve Hobbes geldiler, bir bakındılar falan. Hobbes kulaklarına ataç takmaya başladı, kürkü hışırtılar çıkırıyordu yine. Canları sıkılmış içerde, daha doğrusu Calvin sıkılmış...
Calvin: Ne okuyorsun Mimiciğim?
Mimi: Kişisel iletilere bakıyorum Calvin.
Calvin:Ne yazıyor.
Mimi: Bakalım.... Bak mesela çok sevgili arkadaşım Lancelot en son; "istediğimde 32 atarlı kedi gücünde olurum, kimse beni seyretmiyomuşcasına dans ederim, ya sen? ulan ya sen dedim it!" demiş.
Calvin: Hmm.. Gel Hobbes!
Kulaklarına ataç tutturan Hobbesla birlikte koşa koşa çıkıp gittiler efenim, anlamadım bende. İşime bakmaya devam ettim.
2 Dakika sonra geldiler tabi ki de, dahi arkadaşım Calvin Lancelot'a meydan okuyordu:) Bknz;
Elvis Presley cdmi bulmuşlar, Calvin gidip Elwood'un gözlüklerini ödünç almış, 2 saniye sonra pencereler Hound Dog ile zangırdıyordu. Benide kolumdan tutup kaldırmaya çalıştırlar ama oturduğum yerden izlemek daha eğlenceliydi.
Calvin: Hadi Mimiciğim..
Hobbes: Ne kaçırdığını bilmiyorsun Mimi.
Mimi: :D:D:D:D:D
Hobbes: Mimi yatakta zıplayalım hadi.
Calvin: Bana bakın gitar çalıyorum.
Mimi:Hobbes in ordan aşağıya!
Calvin:Hobbes bak şimdi dizlerimin üzerinde kayacağım.. ciiuuvvv...
Öyle işte okuyucu, çok eğlendik, teyzem gelip de "şu müziğin sesini kıs Mimi akşam oldu" deyinceye kadar evimiz Hound Dog ile çınlıyordu...
15 Mart 2008
Kahve Muhabbeti
Dedemin ne hasta halini ne de cenazesini gördüm.
10 yaşındaydım dedem öldüğünde. Sanırım o zamanlar ölümün ne demek olduğunu tam anlamıyla bilmiyordum. Neyse; konumuz ölüm değil zaten. Bu akşam annemle oturup, ablamın yaptığı kahvelerimizi içerken, dedemi konuştuk. Annem babasını özlemiş. Bende özlüyorum bazen...
Benim dedem, ben bildim bileli göremezdi. Göz tansiyonu denilen bir hastalık yüzünden görme yetisini kaybediyordu. Ben doğduğumda görüşünü tamamen kaybetmek üzereymiş. Asla tam olarak kör olmadı dedem. Hayata karanlık bir sisin arasıdan bakıyordu, görmeye çalışıyordu.
Dedemlerin; 2 katlı, bahçesinde gül,dut ve nar ağaçları olan bir evi vardı. Şehrin dışında. Şehir merkezine inmek için belli saatlerde seferleri olan otobüsler vardı. Kırmızı belediye otobüsleri... Dedem her sabah 9 otobüsüyle çarşıya iner, 15:30 otobüsüyle eve dönerdi. Hem de her gün... Elinde bastonu,başında o hiç çıkarmadığı "bu Ata'nın bize mirası" dediği şapkası... Her sabah bana çubuk kraker almak için çarşıya giden bu adamın görmediğine inanmıyordum. Nasıl oluyordu da tek başına çarşıya gidiyor, alışveriş yapıyor ve eve dönüyordu.
Göremeyen dedenize yaptığınız resmi göstermeye çalışmanın, ondan "çok güzel olmuş dedeciğim" cevabını aldığınızda, annenize koşup "anne anne bak dedem görüyor işte" diye bağırmanın ve görmesini yaptığınız resmin güzelliğine bağlayan dedenizin sizi "mucize resimlere" inandırmasının ne kadar iç burkucu bir anısının kaldığını anlatamam size...
Dakik adamdı benim dedem. Tam saatinde eve döner, kapıdan içeri girerdi. Şapkasını hep aynı askıya asardı, ayakkabılarını portmantonun hep aynı köşesine koyardı,ikinci rafa sağ köşeye... Sonradan öğrenmiştim; göremeyen insanların yaşam alanları, onlardan habersiz değişime uğratılmamalıydı. Yerde bıraktığınız oyuncak arabanız dedenizin tökezlemesine neden olabilirdi. Ya da hep açık duran bir kapıyı "evcilik oynuyorum" diyerek kapatmanız, kapıya çarpıp incinmesine...
Dedem etrafında olduğumuzu hep bilirdi. 5-6 yaşlarındayken boyum dedemin dizlerine kadar geliyordu ancak. Annem etrafta koşuşturarak dedemin yoluna çıkacağımızdan korkardı hep. Ama dedim ya dedem tam olarak göremiyor sayılmazdı. Hareketi ayrımsıyordu. Herhalde bizi "cüce karartılar" olarak görüyordu.:) Bir keresinde çarşıdan döndüğünde, anahtarıyla kapıyı açıp içeri girmiş ve portmantonun açık unutulan aynalı kapısında kendi yansımasını ayrımsamış. Tam olarak göremediği için yansımasını evde olan başka biri sanmış. Elinde ayakkabıları, önünde duran kişinin kendisine yol vermesini beklemiş. 1 dakika kadar sonra "önümden çekil de geçeyim" dediği kişinin cevap vermemesi ve o haraket ettikçe hareketlenmesinden, birinin aynalı kapıyı açık unuttuğunun farkına varmış, gülmeye başlamış. Gülerek salona geçmiş ve yaşadığı o 1-2 dakikayı kahkahalar içinde ev ahalisine anlatmış. :)
Ben hikayeyi ilk dinlediğimde çok üzülmüştüm. Gençliğimin verdiği budalalıkla, hikayeyi anlatıp gülenlere "dedemle dalga geçiyorlar" diye içten içe çok kızmıştım. Şimdi bende gülümsüyorum. :)
...
Dedem öldüğünden beri ilk kez geçtiğimiz Ocak ayında gittim o eve. Bizim evimizde yer olmadığı için, kutulara doldurulup oraya götürülmüş olan kitaplarımdan bazılarına ihtiyacım vardı. Kitaplarımın olduğu kutuları aynalı portmantonun yanına dizmişler. Kutuları açıp istediğim kitapları aramaya başlamadan önce durup kapıya baktım, dedemin anahtar sesini duydum bir an. Bekledim ama kimse girmedi içeri Aklıma sedef işlemeli bastonu geldi, etrafa bakındım ama göremedim, yerinde yoktu... Aynlı kapının ardında terlikleri duruyordu... Şapkası askıda değildi...
Hiçbir kutuyu açmadan hepsini teker teker arabaya taşıdım. Evi kitleyip bahçe kapısından çıkarken, bahçedeki tahta bank takıldı gözüme, eski güzelliği kalmamıştı, çürümüştü... Kutuların hepsi bagajdaydı ve arka koltuktan eski kitap kokusu geliyordu... Bir daha oraya dönmek için bir nedenim kalmamıştı.
10 yaşındaydım dedem öldüğünde. Sanırım o zamanlar ölümün ne demek olduğunu tam anlamıyla bilmiyordum. Neyse; konumuz ölüm değil zaten. Bu akşam annemle oturup, ablamın yaptığı kahvelerimizi içerken, dedemi konuştuk. Annem babasını özlemiş. Bende özlüyorum bazen...
Benim dedem, ben bildim bileli göremezdi. Göz tansiyonu denilen bir hastalık yüzünden görme yetisini kaybediyordu. Ben doğduğumda görüşünü tamamen kaybetmek üzereymiş. Asla tam olarak kör olmadı dedem. Hayata karanlık bir sisin arasıdan bakıyordu, görmeye çalışıyordu.
Dedemlerin; 2 katlı, bahçesinde gül,dut ve nar ağaçları olan bir evi vardı. Şehrin dışında. Şehir merkezine inmek için belli saatlerde seferleri olan otobüsler vardı. Kırmızı belediye otobüsleri... Dedem her sabah 9 otobüsüyle çarşıya iner, 15:30 otobüsüyle eve dönerdi. Hem de her gün... Elinde bastonu,başında o hiç çıkarmadığı "bu Ata'nın bize mirası" dediği şapkası... Her sabah bana çubuk kraker almak için çarşıya giden bu adamın görmediğine inanmıyordum. Nasıl oluyordu da tek başına çarşıya gidiyor, alışveriş yapıyor ve eve dönüyordu.
Göremeyen dedenize yaptığınız resmi göstermeye çalışmanın, ondan "çok güzel olmuş dedeciğim" cevabını aldığınızda, annenize koşup "anne anne bak dedem görüyor işte" diye bağırmanın ve görmesini yaptığınız resmin güzelliğine bağlayan dedenizin sizi "mucize resimlere" inandırmasının ne kadar iç burkucu bir anısının kaldığını anlatamam size...
Dakik adamdı benim dedem. Tam saatinde eve döner, kapıdan içeri girerdi. Şapkasını hep aynı askıya asardı, ayakkabılarını portmantonun hep aynı köşesine koyardı,ikinci rafa sağ köşeye... Sonradan öğrenmiştim; göremeyen insanların yaşam alanları, onlardan habersiz değişime uğratılmamalıydı. Yerde bıraktığınız oyuncak arabanız dedenizin tökezlemesine neden olabilirdi. Ya da hep açık duran bir kapıyı "evcilik oynuyorum" diyerek kapatmanız, kapıya çarpıp incinmesine...
Dedem etrafında olduğumuzu hep bilirdi. 5-6 yaşlarındayken boyum dedemin dizlerine kadar geliyordu ancak. Annem etrafta koşuşturarak dedemin yoluna çıkacağımızdan korkardı hep. Ama dedim ya dedem tam olarak göremiyor sayılmazdı. Hareketi ayrımsıyordu. Herhalde bizi "cüce karartılar" olarak görüyordu.:) Bir keresinde çarşıdan döndüğünde, anahtarıyla kapıyı açıp içeri girmiş ve portmantonun açık unutulan aynalı kapısında kendi yansımasını ayrımsamış. Tam olarak göremediği için yansımasını evde olan başka biri sanmış. Elinde ayakkabıları, önünde duran kişinin kendisine yol vermesini beklemiş. 1 dakika kadar sonra "önümden çekil de geçeyim" dediği kişinin cevap vermemesi ve o haraket ettikçe hareketlenmesinden, birinin aynalı kapıyı açık unuttuğunun farkına varmış, gülmeye başlamış. Gülerek salona geçmiş ve yaşadığı o 1-2 dakikayı kahkahalar içinde ev ahalisine anlatmış. :)
Ben hikayeyi ilk dinlediğimde çok üzülmüştüm. Gençliğimin verdiği budalalıkla, hikayeyi anlatıp gülenlere "dedemle dalga geçiyorlar" diye içten içe çok kızmıştım. Şimdi bende gülümsüyorum. :)
...
Dedem öldüğünden beri ilk kez geçtiğimiz Ocak ayında gittim o eve. Bizim evimizde yer olmadığı için, kutulara doldurulup oraya götürülmüş olan kitaplarımdan bazılarına ihtiyacım vardı. Kitaplarımın olduğu kutuları aynalı portmantonun yanına dizmişler. Kutuları açıp istediğim kitapları aramaya başlamadan önce durup kapıya baktım, dedemin anahtar sesini duydum bir an. Bekledim ama kimse girmedi içeri Aklıma sedef işlemeli bastonu geldi, etrafa bakındım ama göremedim, yerinde yoktu... Aynlı kapının ardında terlikleri duruyordu... Şapkası askıda değildi...
Hiçbir kutuyu açmadan hepsini teker teker arabaya taşıdım. Evi kitleyip bahçe kapısından çıkarken, bahçedeki tahta bank takıldı gözüme, eski güzelliği kalmamıştı, çürümüştü... Kutuların hepsi bagajdaydı ve arka koltuktan eski kitap kokusu geliyordu... Bir daha oraya dönmek için bir nedenim kalmamıştı.
14 Mart 2008
Biz Bugün Bunu Konuştuk...
Aslında izin falan almak gerekiyordur belki, hani" konuşmamızı ne demeye bloguna malzeme yapıyorsun, otur kendin üretsene" şeklinde tepkiler gelebilir, ya da gelmeye bilir ki bu aşağıdaki insan organizmasından hiç tepki gelmez... Ara ara msn muhabbetlerini koyuyorum bloga, teşhirciliğin gözünü oymak babında(bağlamında)... Yoksa tamamen amaçsızım bu konuda...
Mimi Wonka: viç pablo
Pablo: çanlar kimin için çalıyor
Mimi Wonka: kitap olan
Pablo: kitap-film ikiside aynı
Pablo: bide şarkı var tabi o degil
Mimi Wonka: hemingway sevmiyor kimse
Pablo: benide pek seven yoktur. ayrıca bende pek kimseyi sevmem
Mimi Wonka: bizim zamanımızda sevgi mi varmış zaten
Pablo: Sevilmek için fazla gerçeğim ve fazla doğal
Pablo: evet pek kalmadı azize
Mimi Wonka: pablo cumhuriyetçiydi dimi?
Pablo: evet eskiden aktivistti
Mimi Wonka: unutmuşum kitabı açıkcası okumam lazım tekrardan ama kim uğraşacak
Pablo: Sen
Pablo: pablo aslında kitapta kötü gösterilmiş
Pablo: zayıf korkak vs.
Pablo: tek haraketi yüzünden adını kullanıorm orospu çocugu demiştim yüzümde pis bir gülümsemeyle
Mimi Wonka: o, o, nedir o?
Pablo: kendi adamları için atlar yeterizdi kaçmaları için. oda diger kamptan gelen adamlarla yolu kesmişti diger adamlarla beraber görevi tamamladıktan sonra dönerlerken pablo diger 3 adamı vuruyodu kendi adamları için.çok kaotik bir haraket aslında şeytanca ama kendimdeki o yüz ifadesini farkettigimde bu adama saygı duydugumu farkettim.
Pablo: Pablo = Anti-Kahraman
Mimi Wonka: feysbukta grup kurmak lazım
Pablo: ne gurubu
Mimi Wonka: sazlı sözlü eğlence
Mimi Wonka: kitabı okuyayım tekrardan
Mimi Wonka: arayıp bulmam lazım şimdi
Pablo: ben feysboka karşıyım
Mimi Wonka: ben bayılıyorum
Pablo: tebrikler
Mimi Wonka: 12 yıldır görmediğin adam
Mimi Wonka: aa canım nbr diye msj atıyo
Pablo: ne kadar sahte
Pablo: 12 yıl görmemişim bundan sonra görmesemde olur,
Mimi Wonka: evet katılıyorum
Pablo: naber kanka die mesajlaşanlar var ne epik
Pablo: benim ilkokuldan beri sürekli görüştügüm dostlarım var
Pablo: 3-4 tane
Pablo: gören kıskanıodu ne güzel die ne mutlu onlara feyzbukları var
Mimi Wonka: benim yok öyle ilkokuldan kalma dostlarım, bir tane dostum var onunla da hiç ortak noktamız yok
Pablo: ortak hayatı yaşarsan ortak noktan olur bkz:kardeşler
Pablo: ama erdemle süper ortagız vesselam
Pablo: bitek pink floyd sevmio bide frp
Mimi Wonka: o sendin demek
Mimi Wonka: bir arkadaşım pink floyd dinlediği için üzülüyorum demişti
Pablo: asdhudashu
Mimi Wonka: belki de ben uydurdum bilmiyorum
Mimi Wonka: ama geçmişti bir pink floyd olayı
Pablo: olsun önemli degil
Pablo: nasıl sevebildigimi sormuştu bende müzik geçmişle alakalı sanırım demiştim
Mimi Wonka: bahsetmişti öyle birşeylerden hatırlamıyorum pek, ne varsa eskilerde var diyenlere üzülüyormuş
Mimi Wonka: hüzünlenmiştim bende
Mimi Wonka: ama pink floyd un vardır dinlediğim şarkıları
Pablo: pink floyd gibisi yoktur.
Pablo: bukowskide öyledir kimi nefret eder bu nasıl hayat diye böyle şeymi olur çok boş falan
Pablo: ama bukowskiyi anlamak bir başkadır
Pablo: bukowski ya yaşanır yada nefret edilir die 1 söz vardı sanırım
Mimi Wonka: bilmiyorum vardır
Mimi Wonka: bukowskiyi erkekler anlar ama
Mimi Wonka: öyle düşünüyorum
Mimi Wonka: hepsi de anlayamaz
Mimi Wonka: ama anladığıno sanan çok tanıdığım adam var
Pablo: tabikide
Pablo: ben anlayıp anlamadıgımı bilmiyorum
Pablo: ben onun güçlü diye tabir ettigi erkege giriyorum sanırım
Pablo: kadınlardan vazgeçmiş olan
Mimi Wonka: vazgeçtim demek büyük söz tebrikler ehehe...ilginçtir aslında fante hayranıdır ya bukowski fanteyle alaksı yoktur, böyle bir takılıp kalmışımdır oraya
Mimi Wonka: bir kere de küfür etmiştim bukowskiye "hadi ordan orospu çocuğu" diye
Mimi Wonka: hey gidi hey eskilere gittim
Mimi Wonka: neyse okutmak lazım gençlere bukowski
Pablo: evet
Pablo: ursula okusun gençler
Mimi Wonka: sende mi erdem gibi
Pablo: elbette
Mimi Wonka: okumadım ben
Mimi Wonka: okumayı da düşünmüyorum
Pablo: kendin kaybedersin
Mimi Wonka: erdem okuma demişti
Pablo: belki yazılanlarla uyuşmadıgını düşünmüştür
Mimi Wonka: belki... ben pişman oldum demişti
Pablo: hehe
Mimi Wonka: hatta şöyle bir konuşma geçmişti
Pablo: insan sanırım uyunmak yerine uyumayı tercih ediyor
Mimi Wonka: anarşi ya konu
Pablo: "cehalet mutluluktur"
Pablo: inanmasamda
Mimi Wonka: kitabı okuduktan sonra yaksaydın çok anarşik bir hareket olurdu demiştim, hoşuna gitmişti....
Mimi Wonka: cehalet mutluluktur diyen çok cahil bir adammış bence asagfdajlk
Pablo: hiçte anarşist 1 davranış degil bence kitabı paylaşırsan bir başkasıyla o zman olur
Pablo: bencede cahil ve hatta korkakça biz söz
Mimi Wonka: bildiğin bir şeyi bilmiyormuş gibi davranmak hakkında ne düşünüyorsun pablo
Pablo: oyunculuk diyorum ben buna
Mimi Wonka: öyle kestirip atma azizim
Mimi Wonka: aç biraz
Pablo: sen anlamak
Pablo: :D
Mimi Wonka: vazgeçtim yaw tamam
Mimi Wonka: norther dinliycem ben penguen okuycam
Mimi Wonka: hayat bu ya ohh yes
Pablo: okunucak mizah dergiside kalmadı
Mimi Wonka: alışkanlıklara devam
Mimi Wonka: diş fırçalamak misali
Pablo: evet ben bazen fırçalayıyorum ama her zman degil benim için alışkanlık degil
Mimi Wonka: zorunluluk bendeki sanırım
Mimi Wonka: diş fırçalamak birileriyle öpüşüyorsan eğer gerekli bişi
Mimi Wonka: yani öyle kazınmış kafaya
Pablo: evet kız arkaşımın oldugu dönemlerde bu alışkalnlıktı bende ama sadece görüşücegimizde
Pablo: ötesinde normal devam ediyordum
Mimi Wonka: aslında mide bulandırıcı birşey
Mimi Wonka: göya temizlik
Pablo: boşver
Mimi Wonka: peki
Pablo: kendime bireysel yaşam alanı buldum arkdaşlar şehirlerine gitti bana evin anahtarını verdiler süper
Mimi Wonka: ne yapıyorsun peki
Pablo: tabiki hiç birşey
Mimi Wonka: bireysel yaşam alanını farklı bir kullanım şekline sokma planların var mı pablo?
Pablo: hiç birşey yapmamak için en güzel şey boş ev
Pablo: yok düzeni degişrmiycem
Mimi Wonka: süper tespit aslında, ama sokaktaki adama söyle
Mimi Wonka: "vay boş ev al hatunları biraları" muhabbetine dalar
Mimi Wonka: gel gör ki boş ev bulsa o dediğini kendi de yapmaz
Mimi Wonka: öyle insanları çok seviyorum ben
Pablo: sokaktaki adamların vay haline
Pablo: ben insanlıktan kaçmak için kullanıyorum boş evi
Pablo: aslında dağa tepeye gitmem lazım dogayla bir olmak için ama uzun iş
Mimi Wonka: insanlıktan gelen bir üşengeçlik gördüm benleğinde, ne iş
Pablo: 100 kiloyum
Mimi Wonka: bahane de süper
Pablo: bahaneler yaşatır insanı
Mimi Wonka: ormanda yaşıyan ayılar 200 kilo çeker bence
Mimi Wonka: bahaneler kuşatır insanı
Pablo: yaşamak için kuşanman lazım zaten
Pablo: yoksa kesersin şah damarını
Pablo: olur biter
Pablo: ormandaki ayılar şehirde dogmadı
Mimi Wonka: kesersen o zamanda iş işten geçer kendine" çok oldu bittiye geldi ya" dersin
Pablo: ben ayı oldugum halde şehirde dogdum
Mimi Wonka: o senin ayılığın bence barış
Mimi Wonka: anan baban insan olarak meydana getirmiştir seni
Mimi Wonka: sen ipin ucunu kaçırmışsındır bir yerde
Pablo: tabiki benim ayılıgım beni ben yapan benim ayılıgım
Mimi Wonka: yaşasın ayılar
Pablo: yehu
Mimi Wonka: dağ çık bence
Mimi Wonka: dağ gelince kalcak yer olur bize de
Mimi Wonka: yatıya geldik hacı diye dalarız mağrana
Pablo: merak etme onu ilerleyen yaşımda zaten yapıcam inşallah
Mimi Wonka: gelirken mağrana ne hediye getirelim
Mimi Wonka: adettendir ehehe
Pablo: kibrit,
Mimi Wonka: çakmak taşı bul
Mimi Wonka: çak çak bitmez
Pablo: biter
Pablo: ama o da olur tabi
Mimi Wonka: kibritten iyidir çakmak taşı
Mimi Wonka: hem daha kullanışlı
Mimi Wonka: hem taş hem çakmak olarak kullanılıyor
Pablo: söyliycegine
Pablo: getirirsin işte
Pablo: hediye getiricek sensin adetten
Mimi Wonka: ben "ne hediyesi yaw kendim geldim ehehe"
Mimi Wonka: diye zevzeklik yaparım
Pablo: o zaman seni çakarım
Pablo: :D
Mimi Wonka: adskaskaaşliklşkjlşk
Mimi Wonka: kendi açımdan doyurucu bir muhabbet oldu mağara konusu.... farklı düşüncelere saldın beni azizim
Pablo: ne gibi
Mimi Wonka: mağarada yaşama olayını düşünüyorum
Mimi Wonka: o açıdan
Mimi Wonka: çok saçma birşey bence, katışıksız insanım ben gelemem öyle zora
Pablo: mağara zor, uzak bir dağ köyünden uzak bir kuluben olucak
Mimi Wonka: öylesi olur
Pablo: haydi'nin dedesi misali
Mimi Wonka: haydii haydii
Mimi Wonka: peteri vardı onu çok severdim
Pablo: evet
Pablo: dede benim adamım
Mimi Wonka: dede çok babacan bi tipti ama çok donuktu yaw keçi sağardı falan
Pablo: ben izliyorum her gün
Mimi Wonka: ben izlemeyeli bir 10 yıl olmuştur
Pablo: dede bilirdi insanların iki yüzlü oldugunu daha bugun köydeki kadınlar dedikodu yaptı durdu dede hakkında asılsız söylentiler falan
Mimi Wonka: ne gibi söylentiler
Pablo: dedenin haydiyi zorladıgını falan dışarı çıkmasına izin vermedi gibi şeyler oysa haydi hasta
Pablo: kadınlar laf çıkarmaya dünden hazır
Pablo: haydinin dışarı çıkmadıgını görmeyi bekliolar
Mimi Wonka: yüzlerine tükürülesi kadınlar
Pablo kişisel iletisini "İyi bir seyyahın belirli bir planı yoktur, ulaşmak gibi bir amacı da. Önemli olan yolculuğun kendisidir." olarak değiştirdi
Mimi Wonka: kim demiş
Pablo: okudugum kitaplardan buldum
Pablo: orjinalini bilmem,
Mimi Wonka: iyi demiş
Mimi Wonka: seyyah mı olmak istiyorsun yoksa dağ kulübesi kaçkını mı? anlamadım
Pablo: her insan 1 yere ait olmak ister ama aynı anda keşfetmeyide
Pablo: dag kulubem olucak yagmurdan kaçıcagım 1 yer ama yagmur yagmıyorken bastonumu alıp giderim kırların ardına
Pablo: yagmur metaforik içeriklidir
Mimi Wonka: gel biz seni bir adaya bırakalım orda kendi lost unu yarat
Pablo: ada zor büyük ada olması lazım ada olucaksa, nehir-dere olmuo küçük adalarda ölürüm suzuluktan
Mimi Wonka: yağmur yağarken kova koyarsın sahile
Pablo: yagmuru mu beklicem yıl boyunca
Pablo: ya hiç yagmazsa
Mimi Wonka: dua et işin ne
Mimi Wonka: aman yaw büyük adaya bırakalım o zaman
Mimi Wonka: ortasından dere geçiyor falan
Pablo: derviş olur çıkarım ozman
Pablo: adanın sınırı var ama ona ne yapıcaksın
Pablo: boşver dünya büyük ada olmasada olur
Mimi Wonka: tanıdığım biri "dünyayı bırak kendine bir faydan olsun" demişti... dünya büyük deyince aklıma o geldi nedense
Pablo: aç gözlüymüş sanırım
Mimi Wonka: se se se seee.... mikrofondan yankılanan se sesi ne güzel birşeydir...
Mimi Wonka: evet aç gözlüdür
Mimi Wonka: herşeyin en iyisine sahip olmak ister
Mimi Wonka: en iyisini alır en iyisinden daha iyisi çıkar onu bırakır diğerini alır
Mimi Wonka: çok maddeci bir düşünce şekli vardır
Pablo: döv o insanı tanıyorsan
Mimi Wonka: yüzüne tükürsen "bugün yüzümü yıkamam gerekmeyecek su parasından yırttık" der
Mimi Wonka: ne dövcem işim olmaz
Mimi Wonka: daha kötüsünü yapıyorum,
Mimi Wonka: söylediklerini dinliyormuş gibi davranıyorum
Pablo: yazık
Pablo: ne deişik memeliler olduk biz insanlar
Mimi Wonka: ne gibi
Pablo: maddiyatçılık vs.
Pablo: mevlananın torunlarına bak ne hale gelmişiz
Mimi Wonka: halinden memnun herkes
Mimi Wonka: sen de kulübede yaşıycan zaten
Pablo: ben kaçıyorum memnun olmadıgımdan
Mimi Wonka: kendin için en yisini yapıyorsun, çok takdir ediyorum hatta özeniyorum falan fıstık... ama orda kendi kendine düşünüp ölürsün gibime geliyor
Mimi Wonka: memnun ölmek mi memnun olmak mı
Mimi Wonka: ben daha karar veremedim hocam
Pablo: daha yaşın genç
Mimi Wonka: ajakjalaşlkşakdja
Mimi Wonka: kitap falan yazarsın gibme geliyor
Mimi Wonka: boş boş dağ bayır gezmek sıkar belli bir zaman sonra
Pablo: olabilir ama yayınlamak üzere degil
Mimi Wonka: yazdıklarını sadece 40 adet bastırıp arkadaşlarına dağıtan bir yazarımız vardı
Mimi Wonka: onun gibi ol bari
Pablo: allah büyük
Pablo: hele şu insan istilasından kurtulalım onlar kolay
Mimi Wonka: insanları sev barışık yaşa onlarla
Mimi Wonka: hiç bi sorun kalmıyor
Pablo: yani sahte ol
Mimi Wonka: yüzüme yüzüme "sahtesin kızım sen" deme şöyle
Mimi Wonka: idare ediyorum ben
Pablo: takıl kafana göre
Mimi Wonka: kulübene beni de al o zaman
Pablo: herkese yer var, önemli olan o modern hayatın saçmalıklarını bırakabilmek
Mimi Wonka: kalk gel diyon yani
Pablo: o cesareti bulan herkese saygım sonsuz, saygı duyduklarımada her zman yer var hayatımda
Mimi Wonka: cesaretle ahmaklık doğru orantılıdır demiş bir bilen
Mimi Wonka: kulübede hatırlatırım bu son dediğini
Pablo: gelirsen hatırlatırsın :D
Mimi Wonka: sırıtıyorsun ya "nasılsa pcsini,cdleri bırakıp gelemeyecek, burda hava yapıyor bana" diye düşünerekten
Mimi Wonka: bunu da hatırlatırım ehehe :D
Pablo: dedigim gibi
Pablo: gelebilirsen hatırlatırsın
Mimi Wonka: :D
Mimi Wonka: viç pablo
Pablo: çanlar kimin için çalıyor
Mimi Wonka: kitap olan
Pablo: kitap-film ikiside aynı
Pablo: bide şarkı var tabi o degil
Mimi Wonka: hemingway sevmiyor kimse
Pablo: benide pek seven yoktur. ayrıca bende pek kimseyi sevmem
Mimi Wonka: bizim zamanımızda sevgi mi varmış zaten
Pablo: Sevilmek için fazla gerçeğim ve fazla doğal
Pablo: evet pek kalmadı azize
Mimi Wonka: pablo cumhuriyetçiydi dimi?
Pablo: evet eskiden aktivistti
Mimi Wonka: unutmuşum kitabı açıkcası okumam lazım tekrardan ama kim uğraşacak
Pablo: Sen
Pablo: pablo aslında kitapta kötü gösterilmiş
Pablo: zayıf korkak vs.
Pablo: tek haraketi yüzünden adını kullanıorm orospu çocugu demiştim yüzümde pis bir gülümsemeyle
Mimi Wonka: o, o, nedir o?
Pablo: kendi adamları için atlar yeterizdi kaçmaları için. oda diger kamptan gelen adamlarla yolu kesmişti diger adamlarla beraber görevi tamamladıktan sonra dönerlerken pablo diger 3 adamı vuruyodu kendi adamları için.çok kaotik bir haraket aslında şeytanca ama kendimdeki o yüz ifadesini farkettigimde bu adama saygı duydugumu farkettim.
Pablo: Pablo = Anti-Kahraman
Mimi Wonka: feysbukta grup kurmak lazım
Pablo: ne gurubu
Mimi Wonka: sazlı sözlü eğlence
Mimi Wonka: kitabı okuyayım tekrardan
Mimi Wonka: arayıp bulmam lazım şimdi
Pablo: ben feysboka karşıyım
Mimi Wonka: ben bayılıyorum
Pablo: tebrikler
Mimi Wonka: 12 yıldır görmediğin adam
Mimi Wonka: aa canım nbr diye msj atıyo
Pablo: ne kadar sahte
Pablo: 12 yıl görmemişim bundan sonra görmesemde olur,
Mimi Wonka: evet katılıyorum
Pablo: naber kanka die mesajlaşanlar var ne epik
Pablo: benim ilkokuldan beri sürekli görüştügüm dostlarım var
Pablo: 3-4 tane
Pablo: gören kıskanıodu ne güzel die ne mutlu onlara feyzbukları var
Mimi Wonka: benim yok öyle ilkokuldan kalma dostlarım, bir tane dostum var onunla da hiç ortak noktamız yok
Pablo: ortak hayatı yaşarsan ortak noktan olur bkz:kardeşler
Pablo: ama erdemle süper ortagız vesselam
Pablo: bitek pink floyd sevmio bide frp
Mimi Wonka: o sendin demek
Mimi Wonka: bir arkadaşım pink floyd dinlediği için üzülüyorum demişti
Pablo: asdhudashu
Mimi Wonka: belki de ben uydurdum bilmiyorum
Mimi Wonka: ama geçmişti bir pink floyd olayı
Pablo: olsun önemli degil
Pablo: nasıl sevebildigimi sormuştu bende müzik geçmişle alakalı sanırım demiştim
Mimi Wonka: bahsetmişti öyle birşeylerden hatırlamıyorum pek, ne varsa eskilerde var diyenlere üzülüyormuş
Mimi Wonka: hüzünlenmiştim bende
Mimi Wonka: ama pink floyd un vardır dinlediğim şarkıları
Pablo: pink floyd gibisi yoktur.
Pablo: bukowskide öyledir kimi nefret eder bu nasıl hayat diye böyle şeymi olur çok boş falan
Pablo: ama bukowskiyi anlamak bir başkadır
Pablo: bukowski ya yaşanır yada nefret edilir die 1 söz vardı sanırım
Mimi Wonka: bilmiyorum vardır
Mimi Wonka: bukowskiyi erkekler anlar ama
Mimi Wonka: öyle düşünüyorum
Mimi Wonka: hepsi de anlayamaz
Mimi Wonka: ama anladığıno sanan çok tanıdığım adam var
Pablo: tabikide
Pablo: ben anlayıp anlamadıgımı bilmiyorum
Pablo: ben onun güçlü diye tabir ettigi erkege giriyorum sanırım
Pablo: kadınlardan vazgeçmiş olan
Mimi Wonka: vazgeçtim demek büyük söz tebrikler ehehe...ilginçtir aslında fante hayranıdır ya bukowski fanteyle alaksı yoktur, böyle bir takılıp kalmışımdır oraya
Mimi Wonka: bir kere de küfür etmiştim bukowskiye "hadi ordan orospu çocuğu" diye
Mimi Wonka: hey gidi hey eskilere gittim
Mimi Wonka: neyse okutmak lazım gençlere bukowski
Pablo: evet
Pablo: ursula okusun gençler
Mimi Wonka: sende mi erdem gibi
Pablo: elbette
Mimi Wonka: okumadım ben
Mimi Wonka: okumayı da düşünmüyorum
Pablo: kendin kaybedersin
Mimi Wonka: erdem okuma demişti
Pablo: belki yazılanlarla uyuşmadıgını düşünmüştür
Mimi Wonka: belki... ben pişman oldum demişti
Pablo: hehe
Mimi Wonka: hatta şöyle bir konuşma geçmişti
Pablo: insan sanırım uyunmak yerine uyumayı tercih ediyor
Mimi Wonka: anarşi ya konu
Pablo: "cehalet mutluluktur"
Pablo: inanmasamda
Mimi Wonka: kitabı okuduktan sonra yaksaydın çok anarşik bir hareket olurdu demiştim, hoşuna gitmişti....
Mimi Wonka: cehalet mutluluktur diyen çok cahil bir adammış bence asagfdajlk
Pablo: hiçte anarşist 1 davranış degil bence kitabı paylaşırsan bir başkasıyla o zman olur
Pablo: bencede cahil ve hatta korkakça biz söz
Mimi Wonka: bildiğin bir şeyi bilmiyormuş gibi davranmak hakkında ne düşünüyorsun pablo
Pablo: oyunculuk diyorum ben buna
Mimi Wonka: öyle kestirip atma azizim
Mimi Wonka: aç biraz
Pablo: sen anlamak
Pablo: :D
Mimi Wonka: vazgeçtim yaw tamam
Mimi Wonka: norther dinliycem ben penguen okuycam
Mimi Wonka: hayat bu ya ohh yes
Pablo: okunucak mizah dergiside kalmadı
Mimi Wonka: alışkanlıklara devam
Mimi Wonka: diş fırçalamak misali
Pablo: evet ben bazen fırçalayıyorum ama her zman degil benim için alışkanlık degil
Mimi Wonka: zorunluluk bendeki sanırım
Mimi Wonka: diş fırçalamak birileriyle öpüşüyorsan eğer gerekli bişi
Mimi Wonka: yani öyle kazınmış kafaya
Pablo: evet kız arkaşımın oldugu dönemlerde bu alışkalnlıktı bende ama sadece görüşücegimizde
Pablo: ötesinde normal devam ediyordum
Mimi Wonka: aslında mide bulandırıcı birşey
Mimi Wonka: göya temizlik
Pablo: boşver
Mimi Wonka: peki
Pablo: kendime bireysel yaşam alanı buldum arkdaşlar şehirlerine gitti bana evin anahtarını verdiler süper
Mimi Wonka: ne yapıyorsun peki
Pablo: tabiki hiç birşey
Mimi Wonka: bireysel yaşam alanını farklı bir kullanım şekline sokma planların var mı pablo?
Pablo: hiç birşey yapmamak için en güzel şey boş ev
Pablo: yok düzeni degişrmiycem
Mimi Wonka: süper tespit aslında, ama sokaktaki adama söyle
Mimi Wonka: "vay boş ev al hatunları biraları" muhabbetine dalar
Mimi Wonka: gel gör ki boş ev bulsa o dediğini kendi de yapmaz
Mimi Wonka: öyle insanları çok seviyorum ben
Pablo: sokaktaki adamların vay haline
Pablo: ben insanlıktan kaçmak için kullanıyorum boş evi
Pablo: aslında dağa tepeye gitmem lazım dogayla bir olmak için ama uzun iş
Mimi Wonka: insanlıktan gelen bir üşengeçlik gördüm benleğinde, ne iş
Pablo: 100 kiloyum
Mimi Wonka: bahane de süper
Pablo: bahaneler yaşatır insanı
Mimi Wonka: ormanda yaşıyan ayılar 200 kilo çeker bence
Mimi Wonka: bahaneler kuşatır insanı
Pablo: yaşamak için kuşanman lazım zaten
Pablo: yoksa kesersin şah damarını
Pablo: olur biter
Pablo: ormandaki ayılar şehirde dogmadı
Mimi Wonka: kesersen o zamanda iş işten geçer kendine" çok oldu bittiye geldi ya" dersin
Pablo: ben ayı oldugum halde şehirde dogdum
Mimi Wonka: o senin ayılığın bence barış
Mimi Wonka: anan baban insan olarak meydana getirmiştir seni
Mimi Wonka: sen ipin ucunu kaçırmışsındır bir yerde
Pablo: tabiki benim ayılıgım beni ben yapan benim ayılıgım
Mimi Wonka: yaşasın ayılar
Pablo: yehu
Mimi Wonka: dağ çık bence
Mimi Wonka: dağ gelince kalcak yer olur bize de
Mimi Wonka: yatıya geldik hacı diye dalarız mağrana
Pablo: merak etme onu ilerleyen yaşımda zaten yapıcam inşallah
Mimi Wonka: gelirken mağrana ne hediye getirelim
Mimi Wonka: adettendir ehehe
Pablo: kibrit,
Mimi Wonka: çakmak taşı bul
Mimi Wonka: çak çak bitmez
Pablo: biter
Pablo: ama o da olur tabi
Mimi Wonka: kibritten iyidir çakmak taşı
Mimi Wonka: hem daha kullanışlı
Mimi Wonka: hem taş hem çakmak olarak kullanılıyor
Pablo: söyliycegine
Pablo: getirirsin işte
Pablo: hediye getiricek sensin adetten
Mimi Wonka: ben "ne hediyesi yaw kendim geldim ehehe"
Mimi Wonka: diye zevzeklik yaparım
Pablo: o zaman seni çakarım
Pablo: :D
Mimi Wonka: adskaskaaşliklşkjlşk
Mimi Wonka: kendi açımdan doyurucu bir muhabbet oldu mağara konusu.... farklı düşüncelere saldın beni azizim
Pablo: ne gibi
Mimi Wonka: mağarada yaşama olayını düşünüyorum
Mimi Wonka: o açıdan
Mimi Wonka: çok saçma birşey bence, katışıksız insanım ben gelemem öyle zora
Pablo: mağara zor, uzak bir dağ köyünden uzak bir kuluben olucak
Mimi Wonka: öylesi olur
Pablo: haydi'nin dedesi misali
Mimi Wonka: haydii haydii
Mimi Wonka: peteri vardı onu çok severdim
Pablo: evet
Pablo: dede benim adamım
Mimi Wonka: dede çok babacan bi tipti ama çok donuktu yaw keçi sağardı falan
Pablo: ben izliyorum her gün
Mimi Wonka: ben izlemeyeli bir 10 yıl olmuştur
Pablo: dede bilirdi insanların iki yüzlü oldugunu daha bugun köydeki kadınlar dedikodu yaptı durdu dede hakkında asılsız söylentiler falan
Mimi Wonka: ne gibi söylentiler
Pablo: dedenin haydiyi zorladıgını falan dışarı çıkmasına izin vermedi gibi şeyler oysa haydi hasta
Pablo: kadınlar laf çıkarmaya dünden hazır
Pablo: haydinin dışarı çıkmadıgını görmeyi bekliolar
Mimi Wonka: yüzlerine tükürülesi kadınlar
Pablo kişisel iletisini "İyi bir seyyahın belirli bir planı yoktur, ulaşmak gibi bir amacı da. Önemli olan yolculuğun kendisidir." olarak değiştirdi
Mimi Wonka: kim demiş
Pablo: okudugum kitaplardan buldum
Pablo: orjinalini bilmem,
Mimi Wonka: iyi demiş
Mimi Wonka: seyyah mı olmak istiyorsun yoksa dağ kulübesi kaçkını mı? anlamadım
Pablo: her insan 1 yere ait olmak ister ama aynı anda keşfetmeyide
Pablo: dag kulubem olucak yagmurdan kaçıcagım 1 yer ama yagmur yagmıyorken bastonumu alıp giderim kırların ardına
Pablo: yagmur metaforik içeriklidir
Mimi Wonka: gel biz seni bir adaya bırakalım orda kendi lost unu yarat
Pablo: ada zor büyük ada olması lazım ada olucaksa, nehir-dere olmuo küçük adalarda ölürüm suzuluktan
Mimi Wonka: yağmur yağarken kova koyarsın sahile
Pablo: yagmuru mu beklicem yıl boyunca
Pablo: ya hiç yagmazsa
Mimi Wonka: dua et işin ne
Mimi Wonka: aman yaw büyük adaya bırakalım o zaman
Mimi Wonka: ortasından dere geçiyor falan
Pablo: derviş olur çıkarım ozman
Pablo: adanın sınırı var ama ona ne yapıcaksın
Pablo: boşver dünya büyük ada olmasada olur
Mimi Wonka: tanıdığım biri "dünyayı bırak kendine bir faydan olsun" demişti... dünya büyük deyince aklıma o geldi nedense
Pablo: aç gözlüymüş sanırım
Mimi Wonka: se se se seee.... mikrofondan yankılanan se sesi ne güzel birşeydir...
Mimi Wonka: evet aç gözlüdür
Mimi Wonka: herşeyin en iyisine sahip olmak ister
Mimi Wonka: en iyisini alır en iyisinden daha iyisi çıkar onu bırakır diğerini alır
Mimi Wonka: çok maddeci bir düşünce şekli vardır
Pablo: döv o insanı tanıyorsan
Mimi Wonka: yüzüne tükürsen "bugün yüzümü yıkamam gerekmeyecek su parasından yırttık" der
Mimi Wonka: ne dövcem işim olmaz
Mimi Wonka: daha kötüsünü yapıyorum,
Mimi Wonka: söylediklerini dinliyormuş gibi davranıyorum
Pablo: yazık
Pablo: ne deişik memeliler olduk biz insanlar
Mimi Wonka: ne gibi
Pablo: maddiyatçılık vs.
Pablo: mevlananın torunlarına bak ne hale gelmişiz
Mimi Wonka: halinden memnun herkes
Mimi Wonka: sen de kulübede yaşıycan zaten
Pablo: ben kaçıyorum memnun olmadıgımdan
Mimi Wonka: kendin için en yisini yapıyorsun, çok takdir ediyorum hatta özeniyorum falan fıstık... ama orda kendi kendine düşünüp ölürsün gibime geliyor
Mimi Wonka: memnun ölmek mi memnun olmak mı
Mimi Wonka: ben daha karar veremedim hocam
Pablo: daha yaşın genç
Mimi Wonka: ajakjalaşlkşakdja
Mimi Wonka: kitap falan yazarsın gibme geliyor
Mimi Wonka: boş boş dağ bayır gezmek sıkar belli bir zaman sonra
Pablo: olabilir ama yayınlamak üzere degil
Mimi Wonka: yazdıklarını sadece 40 adet bastırıp arkadaşlarına dağıtan bir yazarımız vardı
Mimi Wonka: onun gibi ol bari
Pablo: allah büyük
Pablo: hele şu insan istilasından kurtulalım onlar kolay
Mimi Wonka: insanları sev barışık yaşa onlarla
Mimi Wonka: hiç bi sorun kalmıyor
Pablo: yani sahte ol
Mimi Wonka: yüzüme yüzüme "sahtesin kızım sen" deme şöyle
Mimi Wonka: idare ediyorum ben
Pablo: takıl kafana göre
Mimi Wonka: kulübene beni de al o zaman
Pablo: herkese yer var, önemli olan o modern hayatın saçmalıklarını bırakabilmek
Mimi Wonka: kalk gel diyon yani
Pablo: o cesareti bulan herkese saygım sonsuz, saygı duyduklarımada her zman yer var hayatımda
Mimi Wonka: cesaretle ahmaklık doğru orantılıdır demiş bir bilen
Mimi Wonka: kulübede hatırlatırım bu son dediğini
Pablo: gelirsen hatırlatırsın :D
Mimi Wonka: sırıtıyorsun ya "nasılsa pcsini,cdleri bırakıp gelemeyecek, burda hava yapıyor bana" diye düşünerekten
Mimi Wonka: bunu da hatırlatırım ehehe :D
Pablo: dedigim gibi
Pablo: gelebilirsen hatırlatırsın
Mimi Wonka: :D
12 Mart 2008
Homçiçon Ratintitantoz Bım Bım Bım Bım Bım....
Acilen fotoğraf makinemi yaptırmam lazım okuyucu. Hesap numaramı iliştirsem köşeye bana para yolllar mısın? Çok adisin okuyucu. Ama seni bu halinle de seviyorum kıymetimi bil.
Geçen bir blog yazısı okudum "sende böyle olsana lan" dedim, kırılan cam sesi geldi böyle havadan(bknz: How I Met Your Mother). Açıkcası uzun zamandır Canselmo beyi kıskanıyordum, "lan herife bak gym olayı bitti bir de kıç tekmeleyici boxing olayına dalmış, bizde pc başında popo büyütüyoruz anasını satiim" diyordum kendi kendime... O değil her pazar düzenli yüzmeye giden ve şimdi de body olayına tekrardan başlayan bir beyefendi var tanıdığım, o da kendime olan "iyisin la iyisin" bakışımı yerle bir etti. Şöyle bir doğruldum okuyucu, baktım ki bir boka benzemiyorum. Kafaymış, zekaymış, kişilikmiş bir yere kadar. Bir Jack Black veya bir Steve Vincent Buscemi olamayacağıma göre, birşeyler yapmak lazım geliyor.
Kendime çeki düzen vermek adına adımlar atıyorum (step by step uuu baby), son 9 saattir diyetteyim zaten, tombikliğimin sonu geldi, artık yanaklarımı sıkamayacak kardeşim... (pis bebe manyak canımı acıtıyordu zaten) İstanbul'a dönünce bir de spor salonuna yazıldım mı olay bitmiştir diye düşünüyorum. Dün gittim saçları kestirdim, o rapunzellik olayı yerini, "modern kadının öğle yemeği saati" türünde cafelerde salata yiyen bakımlı hatun saçına bıraktı. Güzel oldu ama beğendim. Makine bozuk yoksa çeker koyardım bir foto, para yolla okuycu ehehe...
Değişim rüzgarları estiriyorum benliğimde. Valla bak. 3 gündür her gün çarşıya iniyorum gezmek dolaşmak olsun diye. Ki ben (bazı okuyucularım çok iyi bilir) çok çok önemli birşey yoksa asla evimden çıkmam. Hatta okulu bile sırf "canım istemiyor bugün sokağa çıkmak" diyerekten asan biriyimdir. Artık yok öyle okulu asmakta, çok ayıp birşey valla, hımm beni gidi beni... (bak ayna bakıp valla salladım o parmağı kendime, inan okucuyu bana, bak makine olsa çeker yollardım, veriyim mi hesap nosunu hea?)
Haziran' a kadar bu şekil takılmayı düşünüyorum bakalım. Yaz gelince yine akşamı sabah etme olayına girersem düzeni bozarım gibime geliyor. Birada içmeyeceğim teee Haziran'a kadar. Meyveli yoğurt falan yerim, bu akşam eve gelirken aldım ehii. Okulda da yok öyle pizzaymış patates kızartmasıymış takılmak, gidip yaprak galetalardan alcam, tıkacam çantaya, kıtır kıtır... Bol bol da su içeceğim evet biliyorum. Şans dile bana sevgili okuyucum, aferin de, destekliyorum seni falan de.
Popo büyütme olayına fena bozuldum zaten ayakta yazıyorum bu yazıyı da. Bak fotosunu çekip koyarım buraya, ama makine bozuk yaw okuyucu, yaptıramıyorum valla param yok yaw, öğrenciyim ben, bak yazıyorum no'yu.
Malt açcaktım şimdi yokmuş pcde kendim söylemeye başladım bende. Gaza gelmek için AC/DC dinleyeceğim. Önerin varsa tıklat, öptüm yanaklarından.
Geçen bir blog yazısı okudum "sende böyle olsana lan" dedim, kırılan cam sesi geldi böyle havadan(bknz: How I Met Your Mother). Açıkcası uzun zamandır Canselmo beyi kıskanıyordum, "lan herife bak gym olayı bitti bir de kıç tekmeleyici boxing olayına dalmış, bizde pc başında popo büyütüyoruz anasını satiim" diyordum kendi kendime... O değil her pazar düzenli yüzmeye giden ve şimdi de body olayına tekrardan başlayan bir beyefendi var tanıdığım, o da kendime olan "iyisin la iyisin" bakışımı yerle bir etti. Şöyle bir doğruldum okuyucu, baktım ki bir boka benzemiyorum. Kafaymış, zekaymış, kişilikmiş bir yere kadar. Bir Jack Black veya bir Steve Vincent Buscemi olamayacağıma göre, birşeyler yapmak lazım geliyor.
Kendime çeki düzen vermek adına adımlar atıyorum (step by step uuu baby), son 9 saattir diyetteyim zaten, tombikliğimin sonu geldi, artık yanaklarımı sıkamayacak kardeşim... (pis bebe manyak canımı acıtıyordu zaten) İstanbul'a dönünce bir de spor salonuna yazıldım mı olay bitmiştir diye düşünüyorum. Dün gittim saçları kestirdim, o rapunzellik olayı yerini, "modern kadının öğle yemeği saati" türünde cafelerde salata yiyen bakımlı hatun saçına bıraktı. Güzel oldu ama beğendim. Makine bozuk yoksa çeker koyardım bir foto, para yolla okuycu ehehe...
Değişim rüzgarları estiriyorum benliğimde. Valla bak. 3 gündür her gün çarşıya iniyorum gezmek dolaşmak olsun diye. Ki ben (bazı okuyucularım çok iyi bilir) çok çok önemli birşey yoksa asla evimden çıkmam. Hatta okulu bile sırf "canım istemiyor bugün sokağa çıkmak" diyerekten asan biriyimdir. Artık yok öyle okulu asmakta, çok ayıp birşey valla, hımm beni gidi beni... (bak ayna bakıp valla salladım o parmağı kendime, inan okucuyu bana, bak makine olsa çeker yollardım, veriyim mi hesap nosunu hea?)
Haziran' a kadar bu şekil takılmayı düşünüyorum bakalım. Yaz gelince yine akşamı sabah etme olayına girersem düzeni bozarım gibime geliyor. Birada içmeyeceğim teee Haziran'a kadar. Meyveli yoğurt falan yerim, bu akşam eve gelirken aldım ehii. Okulda da yok öyle pizzaymış patates kızartmasıymış takılmak, gidip yaprak galetalardan alcam, tıkacam çantaya, kıtır kıtır... Bol bol da su içeceğim evet biliyorum. Şans dile bana sevgili okuyucum, aferin de, destekliyorum seni falan de.
Popo büyütme olayına fena bozuldum zaten ayakta yazıyorum bu yazıyı da. Bak fotosunu çekip koyarım buraya, ama makine bozuk yaw okuyucu, yaptıramıyorum valla param yok yaw, öğrenciyim ben, bak yazıyorum no'yu.
Malt açcaktım şimdi yokmuş pcde kendim söylemeye başladım bende. Gaza gelmek için AC/DC dinleyeceğim. Önerin varsa tıklat, öptüm yanaklarından.
10 Mart 2008
Eheheh Efekti
Geçen hafta eve telefon gelmiş.
- Mimi Wonka ile mi görüşüyorum?
- Ben annesiyim buyurun kimsiniz? (edit:ablammış)
- Jandarma hanım efendi, Mimi Wonka hakkında bir suçlama var, buraya kadar gelip ifade vermesi gerekiyor.
(Dumur olan anne (abla), soğukkanlılığını korur, tırstığını çaktırmadan)
- Nasıl bir suçlama, öğrenebilir miyim?
- Şimdi hanımefendi kızınız (kardeşiniz)……………
Suçlamanın ne olduğunu yazmayacağım tabi ki de ehehe. Pek dişe dokunur bir şey değil zaten, önemli bir şey olsa şu an nezarethanede “ehehehe mapushane kuşu oldum leyn ehehe” diye kafa yapıyor olurdum.
Bu telefon konuşmasının akabinde, önce Mimi’nin babası, sonra da o an şehr-i İstanbul’da olan Mimi telefonla aranır.
(İstanbul Levent sınırlarındaki dondurucu alışveriş merkezi, 2. kat, eşşek kadar kitapçı - cdci)
- Bu yap-bozların fiyatları neden yazmıyor kardeşim üstlerinde, cıks cıks cıks!
Dıbızıııttt! Dıbızııttttt! (titreyen komünikasyon aleti)
- Efenim Sebocum.
- Merhaba kızım, evden aradılar mı seni?
(sesin ciddiyetinden huylanan Mimi, ciddileşerek)
- Hayır babacığım, neden ki, ne oldu ki?
- Jandarma aramış evi, hakkında bir suçlama varmış.
(Mimi’nin iç sesi: Hönk! Nerden çıktı şimdi, ne yaptın kızım en son sen hatırla bakim… Hmm yok o değildir, kaç zaman oldu, iyi düşün lan başka bir haltlar karıştırdın mı?)
.
.
.
Bir ara cidden tırstım okuyucu, jandarmayla oyun olmaz. Neyse efendim apar topar kalktım memlekete döndüm falan fıstık. Bugün öğleden sonra savcılığa gidip ifade verdim. Hayatımın en eğlenceli günlerinden biriydi okuyucu. Normalde böyle işlerle uğraşmak insanı sıkar falan ama ben çok eğlendim, nedendir bilmiyorum ama tanımadığım kişilerle bile çok rahat muhabbet kurabiliyorum. Zevzekliğimin bir artısı belki de.
Üst kat komşumuz polis memuru efendim, başsavcının yanında dolaşanlardan. Kendisi çok ilgilendi sağolsun. Cumhuriyet Başsavcılığı yazılı kapıdan içeri çekine çekine giren onca insan arasından “içerde tanıdık biri var, hem muhabbetimiz de iyi ehehe çekilin lem bi” şeklinde sıyrılarak geçtim.
- Mimi abla hoşgeldin, bir şey içer misin, ne söyleyeyim?
- Sen ne içiyorsan ondan alayım M. Abi.
- Kuşburnu çayı?
- Olur içelim.
Çaylar gelir, içilir. Okul muhabbeti yapılır, gazetecilik konuşulur, ailelerdeki durumlardan lak lak yapılır, o ara jandarma aranır ve dosyamın saat 15:30’dan önce gelmeyeceğini öğrenilir.Saat daha 13:40;
-Mimi abla işin var mıydı, bekletiyoruz ama ehehe..
-Eehehehe yok canım işim falan, iyi burası.
O ara başsavcı odasından çıkar, hoş geldiniz falan vs vs… Gören beni misafir sanar kardeşim, önemli biri falan ziyarete gelmiş style. Baş savcıyla bir merhaba nasılsınız muhabbeti döner, ki baş savcı çok şeker bir adam espriler falan yapar, Mimi çok güler. Odasına geçen baş savcı önemli bir iki dosyayı okuyacağını, rahatsız edilmek istemediğini söyler M .Abi’ye , odasına geçer ve kapıyı arkasından kitler.
İşte burada ufak bir şaşkınlık yaşadım sevgili okuyucu. Kapıyı içerden kilitlemesi, “acaba o dosyalarda ne vardı yaw, vay vay vay” şeklinde düşünceler getirdi aklıma. Ama gelip giden kişiler dikkatimi dağıttı ve komplo teorileri kurmamı engelledi. Rahat deri koltuklarda oturup, çayımı içip gazetemi okudum bende.
Ben beklerken gelip giden sivil polisler, memurlar falan çok eğlenceli tiplerdi, hepsi çok güzel bir gün geçirmemi sağladı. Savcının odasından çıkıp birkaç belge imzalarken yanındaki sivil polise;
-Ben buraya imzamı atmışım değil mi? Bu ne demek? Burada adı yazan o herifi istiyorum demek, gördüğün yerde kapıp getireceksin adamı, kendi gelse bu zamana kadar gelirdi, kimsenin keyfini bekleyemeyiz, sende bir şey olacak korkusuyla davranmamazlık yapma sakın S., kimse kim, bir şey diyemez hiç kimse, diyen olursa burada saksıya dikerim onu, tamam mı, git bul bana o herifi.
- Baş üstüne sayın savcım.
Vay anasını sayın okuyucum. Kendimi bir dizi sahnesinde sandım bir an. Mekandaki tek hatun kişiliği benim, tek oturan da benim, ortamdaki gerginliği, ciddiyeti anlatamam sana. Saf adrenalin style.
Arada komik diyaloglarda oldu tabi. Mesela M. Abi’nin yanına gelip;
- M., kelepçe anahtarlarını versene abi, adama kelepçe vurdum anahtarları evde unutmuşum, öyle kaldı.
- Ehehehee…
diyen sivil polisle geçen muhabbet, süper ötesiydi.
Sivil polislere de hayran kaldım, süper kamuflaj olayı var adamlarda. Sokakta görsen “hiç tekin değil bu herif, geniş açı kuralım arada öyle geçelim yanından” diye düşünürsünüz valla, ama gel gör ki o "pis adam" kamuflajının altında manyak esprili, komik ve iyi adamlar var. Vay anasını dedim içimden, takdir ettim.
Saat 15:10 gibi geldi jandarmadan benim dosya, yanında bir er olan rütbeli bir jandarma taşıyordu dosyamı. (rütbeden de anlamam ben malumunuz bilmiyorum neydi ama üniforma farklıydı onun vs vs) M. Abi dosyamı taşıyan jandarma ile tanışıyormuş sanırım bir sarıldılar nbr nasılsın falan fıstık, o arada bana işaret çaktı M. Abi “hadi bu taraftan” gibisinden. Kolidorda ifade vereceğim yere giderken dosyamı elinde tutan jandarma bana dönüp “sonunda yakalamışlar seni” deyip gülümsemez mi. Yıkıldım okuyucu. Karşılıklı ehehehe hahaha hihihi olayları. içim ısındı derler ya o şekil oldum.
Dosya yerine ulaştırıldı imza işleri vs vs derken bir 4-5 dakkika muhabbet olayı devam etti. Jandarma, M. abi ve ifademi yazarken çok yardımı olan H. Amca takılıyorlar bana.
Jandarma: Tutuklayacağız seni.
Mimi: Ehehehe yok yaw suçsuzum ben.
H. amca: Herkes öyle der.
Mimi: Ehehehe ben valla suçsuzum yaw.
M.Abi: H. abi benim kızımın ablası Mimi abla, anlattım ya o kadar komşum diye, 50 kere söyledim yani.
H.amca: Biliyoruz Yaman,( evet anlamadığım bir şekilde H. amca M.abi’ye Yaman diyor) sana ne oluyor hem avukat mısın kardeşim sen, işin yok mu senin.
M. Abi: Mimi abla zorla bir şey söyletmeye kalkarlarsa sakın konuşma tamam mı?
Jandarma: Evet avukatını çağrı, gerçi fark etmez yine de tutuklayacağız seni ehehe.
Mimi: Ehehe
Bu muhabbet böyle evam etti sevgili okuyucu, ben biraz çekingen kaldım gerçi, aklım vereceğim ifadedeydi. Neyse jandarma dosyayı teslim edip “ehehe kolay gelsin “ dedi ve gitti, M.Abi’de nüfus kağıdımın fotokopisini çektirmeye gitti o ara sağolsun, sonra diğer masada oturan hatun (ki o an’a kadar orda olduğunu fark etmemiştim) bilgisayarına bir şeyler yazmaya başladı, ifademi o alacaktı. Hazırlık bittikten sonra ilk soru geldi.
-Suçlamayı kabul ediyor musunuz?
-Tabi ki de hayır.
Ahanda sorular başlıyor diye düşünmeme kalmadan H. amca kalktı yerinden ve hatunun yanına geldi. Yaz kızım dedi. (ehehehe evet Levent Kırca style yaz kızım dedi) olayı M. Abi’den dinlediği ve bildiği için benim yerime süper bir ifade ve savunma yazdırdı hatuna. Ben sadece birkaç isim ve adres verdim o kadar, en son da bir imza atıp, iletişim formu doldurdum. Hatta o formu bile ifademi yazan hatun dolduracaktı da
-Hmm kendi yazın olmalı canım, sen doldur bunu.
diye, bana uzattı kalemi. İşim bitip gidecekken H. amca ve adını bilmediğim hatunla bir vedalaşma faslı yaşadım. H.amca ;
- Nasıl ifade verirken zorlandın mı?
diye espri yaparaktan yine küçük bir eheheh hahaha hihihih moduna soktu beni.
Sonuç olarak M. Abi’nin “gel bir çay daha içelim” teklifini geri çevirerek “yeter bu kadar ehehe efekti” dedim ve kalkıp evime geldim efendim. Dönüşte bir de simit aldım ohh sıcacık mis gibi, çay eşliğinde bir güzel tıkınıp, bu okuduklarını yazmaya başladım.
Tanıdıklarımın çoğunun dediği gibi, çok şanslı bir insanım sanırım. Savcılığa gidip de bu kadar eğlenen, bu kadar rahat olan fazla insan yoktur. Belki M. Abi’nin tanıdığı olmamın da bir etkisi vardı bugün yaşadıklarımda. Gerçi hiçbiri o kadar esprili ve iyi davranmak zorunda değildi bana. Ama çok samimiyim sevgili okuyucu, bu anlattıklarım her zaman oluyor. Kargodan gelen görevlilerle bile ehehe diye takılıyoruz. Annemin dediği gibi;
- Kendini herkese sevdiriyorsun bir şekilde, anlamıyorum nasıl yapıyorsun? Şeytan tüy var sende…
- Ehehehe evet ondan anne.
Bu arada simit cidden süper, öptüm okuyucu bye.
- Mimi Wonka ile mi görüşüyorum?
- Ben annesiyim buyurun kimsiniz? (edit:ablammış)
- Jandarma hanım efendi, Mimi Wonka hakkında bir suçlama var, buraya kadar gelip ifade vermesi gerekiyor.
(Dumur olan anne (abla), soğukkanlılığını korur, tırstığını çaktırmadan)
- Nasıl bir suçlama, öğrenebilir miyim?
- Şimdi hanımefendi kızınız (kardeşiniz)……………
Suçlamanın ne olduğunu yazmayacağım tabi ki de ehehe. Pek dişe dokunur bir şey değil zaten, önemli bir şey olsa şu an nezarethanede “ehehehe mapushane kuşu oldum leyn ehehe” diye kafa yapıyor olurdum.
Bu telefon konuşmasının akabinde, önce Mimi’nin babası, sonra da o an şehr-i İstanbul’da olan Mimi telefonla aranır.
(İstanbul Levent sınırlarındaki dondurucu alışveriş merkezi, 2. kat, eşşek kadar kitapçı - cdci)
- Bu yap-bozların fiyatları neden yazmıyor kardeşim üstlerinde, cıks cıks cıks!
Dıbızıııttt! Dıbızııttttt! (titreyen komünikasyon aleti)
- Efenim Sebocum.
- Merhaba kızım, evden aradılar mı seni?
(sesin ciddiyetinden huylanan Mimi, ciddileşerek)
- Hayır babacığım, neden ki, ne oldu ki?
- Jandarma aramış evi, hakkında bir suçlama varmış.
(Mimi’nin iç sesi: Hönk! Nerden çıktı şimdi, ne yaptın kızım en son sen hatırla bakim… Hmm yok o değildir, kaç zaman oldu, iyi düşün lan başka bir haltlar karıştırdın mı?)
.
.
.
Bir ara cidden tırstım okuyucu, jandarmayla oyun olmaz. Neyse efendim apar topar kalktım memlekete döndüm falan fıstık. Bugün öğleden sonra savcılığa gidip ifade verdim. Hayatımın en eğlenceli günlerinden biriydi okuyucu. Normalde böyle işlerle uğraşmak insanı sıkar falan ama ben çok eğlendim, nedendir bilmiyorum ama tanımadığım kişilerle bile çok rahat muhabbet kurabiliyorum. Zevzekliğimin bir artısı belki de.
Üst kat komşumuz polis memuru efendim, başsavcının yanında dolaşanlardan. Kendisi çok ilgilendi sağolsun. Cumhuriyet Başsavcılığı yazılı kapıdan içeri çekine çekine giren onca insan arasından “içerde tanıdık biri var, hem muhabbetimiz de iyi ehehe çekilin lem bi” şeklinde sıyrılarak geçtim.
- Mimi abla hoşgeldin, bir şey içer misin, ne söyleyeyim?
- Sen ne içiyorsan ondan alayım M. Abi.
- Kuşburnu çayı?
- Olur içelim.
Çaylar gelir, içilir. Okul muhabbeti yapılır, gazetecilik konuşulur, ailelerdeki durumlardan lak lak yapılır, o ara jandarma aranır ve dosyamın saat 15:30’dan önce gelmeyeceğini öğrenilir.Saat daha 13:40;
-Mimi abla işin var mıydı, bekletiyoruz ama ehehe..
-Eehehehe yok canım işim falan, iyi burası.
O ara başsavcı odasından çıkar, hoş geldiniz falan vs vs… Gören beni misafir sanar kardeşim, önemli biri falan ziyarete gelmiş style. Baş savcıyla bir merhaba nasılsınız muhabbeti döner, ki baş savcı çok şeker bir adam espriler falan yapar, Mimi çok güler. Odasına geçen baş savcı önemli bir iki dosyayı okuyacağını, rahatsız edilmek istemediğini söyler M .Abi’ye , odasına geçer ve kapıyı arkasından kitler.
İşte burada ufak bir şaşkınlık yaşadım sevgili okuyucu. Kapıyı içerden kilitlemesi, “acaba o dosyalarda ne vardı yaw, vay vay vay” şeklinde düşünceler getirdi aklıma. Ama gelip giden kişiler dikkatimi dağıttı ve komplo teorileri kurmamı engelledi. Rahat deri koltuklarda oturup, çayımı içip gazetemi okudum bende.
Ben beklerken gelip giden sivil polisler, memurlar falan çok eğlenceli tiplerdi, hepsi çok güzel bir gün geçirmemi sağladı. Savcının odasından çıkıp birkaç belge imzalarken yanındaki sivil polise;
-Ben buraya imzamı atmışım değil mi? Bu ne demek? Burada adı yazan o herifi istiyorum demek, gördüğün yerde kapıp getireceksin adamı, kendi gelse bu zamana kadar gelirdi, kimsenin keyfini bekleyemeyiz, sende bir şey olacak korkusuyla davranmamazlık yapma sakın S., kimse kim, bir şey diyemez hiç kimse, diyen olursa burada saksıya dikerim onu, tamam mı, git bul bana o herifi.
- Baş üstüne sayın savcım.
Vay anasını sayın okuyucum. Kendimi bir dizi sahnesinde sandım bir an. Mekandaki tek hatun kişiliği benim, tek oturan da benim, ortamdaki gerginliği, ciddiyeti anlatamam sana. Saf adrenalin style.
Arada komik diyaloglarda oldu tabi. Mesela M. Abi’nin yanına gelip;
- M., kelepçe anahtarlarını versene abi, adama kelepçe vurdum anahtarları evde unutmuşum, öyle kaldı.
- Ehehehee…
diyen sivil polisle geçen muhabbet, süper ötesiydi.
Sivil polislere de hayran kaldım, süper kamuflaj olayı var adamlarda. Sokakta görsen “hiç tekin değil bu herif, geniş açı kuralım arada öyle geçelim yanından” diye düşünürsünüz valla, ama gel gör ki o "pis adam" kamuflajının altında manyak esprili, komik ve iyi adamlar var. Vay anasını dedim içimden, takdir ettim.
Saat 15:10 gibi geldi jandarmadan benim dosya, yanında bir er olan rütbeli bir jandarma taşıyordu dosyamı. (rütbeden de anlamam ben malumunuz bilmiyorum neydi ama üniforma farklıydı onun vs vs) M. Abi dosyamı taşıyan jandarma ile tanışıyormuş sanırım bir sarıldılar nbr nasılsın falan fıstık, o arada bana işaret çaktı M. Abi “hadi bu taraftan” gibisinden. Kolidorda ifade vereceğim yere giderken dosyamı elinde tutan jandarma bana dönüp “sonunda yakalamışlar seni” deyip gülümsemez mi. Yıkıldım okuyucu. Karşılıklı ehehehe hahaha hihihi olayları. içim ısındı derler ya o şekil oldum.
Dosya yerine ulaştırıldı imza işleri vs vs derken bir 4-5 dakkika muhabbet olayı devam etti. Jandarma, M. abi ve ifademi yazarken çok yardımı olan H. Amca takılıyorlar bana.
Jandarma: Tutuklayacağız seni.
Mimi: Ehehehe yok yaw suçsuzum ben.
H. amca: Herkes öyle der.
Mimi: Ehehehe ben valla suçsuzum yaw.
M.Abi: H. abi benim kızımın ablası Mimi abla, anlattım ya o kadar komşum diye, 50 kere söyledim yani.
H.amca: Biliyoruz Yaman,( evet anlamadığım bir şekilde H. amca M.abi’ye Yaman diyor) sana ne oluyor hem avukat mısın kardeşim sen, işin yok mu senin.
M. Abi: Mimi abla zorla bir şey söyletmeye kalkarlarsa sakın konuşma tamam mı?
Jandarma: Evet avukatını çağrı, gerçi fark etmez yine de tutuklayacağız seni ehehe.
Mimi: Ehehe
Bu muhabbet böyle evam etti sevgili okuyucu, ben biraz çekingen kaldım gerçi, aklım vereceğim ifadedeydi. Neyse jandarma dosyayı teslim edip “ehehe kolay gelsin “ dedi ve gitti, M.Abi’de nüfus kağıdımın fotokopisini çektirmeye gitti o ara sağolsun, sonra diğer masada oturan hatun (ki o an’a kadar orda olduğunu fark etmemiştim) bilgisayarına bir şeyler yazmaya başladı, ifademi o alacaktı. Hazırlık bittikten sonra ilk soru geldi.
-Suçlamayı kabul ediyor musunuz?
-Tabi ki de hayır.
Ahanda sorular başlıyor diye düşünmeme kalmadan H. amca kalktı yerinden ve hatunun yanına geldi. Yaz kızım dedi. (ehehehe evet Levent Kırca style yaz kızım dedi) olayı M. Abi’den dinlediği ve bildiği için benim yerime süper bir ifade ve savunma yazdırdı hatuna. Ben sadece birkaç isim ve adres verdim o kadar, en son da bir imza atıp, iletişim formu doldurdum. Hatta o formu bile ifademi yazan hatun dolduracaktı da
-Hmm kendi yazın olmalı canım, sen doldur bunu.
diye, bana uzattı kalemi. İşim bitip gidecekken H. amca ve adını bilmediğim hatunla bir vedalaşma faslı yaşadım. H.amca ;
- Nasıl ifade verirken zorlandın mı?
diye espri yaparaktan yine küçük bir eheheh hahaha hihihih moduna soktu beni.
Sonuç olarak M. Abi’nin “gel bir çay daha içelim” teklifini geri çevirerek “yeter bu kadar ehehe efekti” dedim ve kalkıp evime geldim efendim. Dönüşte bir de simit aldım ohh sıcacık mis gibi, çay eşliğinde bir güzel tıkınıp, bu okuduklarını yazmaya başladım.
Tanıdıklarımın çoğunun dediği gibi, çok şanslı bir insanım sanırım. Savcılığa gidip de bu kadar eğlenen, bu kadar rahat olan fazla insan yoktur. Belki M. Abi’nin tanıdığı olmamın da bir etkisi vardı bugün yaşadıklarımda. Gerçi hiçbiri o kadar esprili ve iyi davranmak zorunda değildi bana. Ama çok samimiyim sevgili okuyucu, bu anlattıklarım her zaman oluyor. Kargodan gelen görevlilerle bile ehehe diye takılıyoruz. Annemin dediği gibi;
- Kendini herkese sevdiriyorsun bir şekilde, anlamıyorum nasıl yapıyorsun? Şeytan tüy var sende…
- Ehehehe evet ondan anne.
Bu arada simit cidden süper, öptüm okuyucu bye.
09 Mart 2008
Matt Wertz
Yaz yaklaştı durumları bu bendeki... Eğlenceli, aydınlık müzikler peşindeyim. Kafelerde, dizilerde, otobüste yanıma oturan güzel kızın kulaklığında çalan müziklere kulak kabartıyorum. Kitapçılarda görevlilere bu çalan hangi parça diye soruyorum rezilce... Feysbuktaki süpırvol da bir sılayt gönderisinde duydum bu beyefendiyi de. Güzelmiş güzel, araba kullanırken dinlenir, bahar güneşi altında klişe klişe yolculuk style... Direkt akustik rock olayı, çok sevdim daldım hemen.
2001 Someday albümü...
Someday, Faith And Compromise, Sell Out, Song For Irrational süper parçalar. Özellikle I'm Sorry Mary çok farklı bişey olmuş çok sevdim ben ehehe...
2003 Twentythree Places albümü.
Daha Soft daha romantik biraz ağlak bir albüm ilk albüme göre, aralara bir kaç tane tempolu şarkı serpiştirilmemiş değil ama genelde "almış eline gitarını tıngır mıngır ağlaşıyor" dediğim cinsten parçalarla bezeli. Counting To 100 ve Everything's Right çok rahat dinlenen basit şarkılar çok sevdim efenim...
2005 Today & Tomorrow Ep'si.
1-2 yeni parçanın eklendiği, "sanatçıyı tanıtma atağı" çalışması sanırım bu EP. Çok güzel bir parça ile başlıyo Honest Man. Melodisi sizi de beni etkilediği gibi etkilemezse ölün! Ruhsuzsunuz demektir. Wanderin' Eyes ve Heartbreaker biraz country kokuyor gibi, hatta New Orleans çingene blues style bile var yer yer. Ama ben müzik otoritesi değilim öyle tür mür falan da çakmam pek, bana güvenip "hee hmm" diye düşünmeyin derim.
2006 Everything In Between albümü.
Feysbuktaki silaytta duyduğum 5:19 adlı parçanın bulunduğu mükemmel albüm. İşte o en başta dediğim araba yolculuğu parçaları bu albümde. 5:19, The Way I Feel, Carolina, Like The Last Time, Will You Tonight......
Çok güzel lem, en azından burda adını yazdığım parçalardan bir iki tane bulun dinleyin... Mimi o kadar uğraşmış albüm kapaklarını bile serpiştirmiş sağa sola, var demek ki bi güzellik deyip bakın bari 1-2 parçaya ehehe...
Link de ekleyeyim de tam olsun, ahanda;
http://www.mattwertz.com/
2001 Someday albümü...
Someday, Faith And Compromise, Sell Out, Song For Irrational süper parçalar. Özellikle I'm Sorry Mary çok farklı bişey olmuş çok sevdim ben ehehe...
2003 Twentythree Places albümü.
Daha Soft daha romantik biraz ağlak bir albüm ilk albüme göre, aralara bir kaç tane tempolu şarkı serpiştirilmemiş değil ama genelde "almış eline gitarını tıngır mıngır ağlaşıyor" dediğim cinsten parçalarla bezeli. Counting To 100 ve Everything's Right çok rahat dinlenen basit şarkılar çok sevdim efenim...
2005 Today & Tomorrow Ep'si.
1-2 yeni parçanın eklendiği, "sanatçıyı tanıtma atağı" çalışması sanırım bu EP. Çok güzel bir parça ile başlıyo Honest Man. Melodisi sizi de beni etkilediği gibi etkilemezse ölün! Ruhsuzsunuz demektir. Wanderin' Eyes ve Heartbreaker biraz country kokuyor gibi, hatta New Orleans çingene blues style bile var yer yer. Ama ben müzik otoritesi değilim öyle tür mür falan da çakmam pek, bana güvenip "hee hmm" diye düşünmeyin derim.
2006 Everything In Between albümü.
Feysbuktaki silaytta duyduğum 5:19 adlı parçanın bulunduğu mükemmel albüm. İşte o en başta dediğim araba yolculuğu parçaları bu albümde. 5:19, The Way I Feel, Carolina, Like The Last Time, Will You Tonight......
Çok güzel lem, en azından burda adını yazdığım parçalardan bir iki tane bulun dinleyin... Mimi o kadar uğraşmış albüm kapaklarını bile serpiştirmiş sağa sola, var demek ki bi güzellik deyip bakın bari 1-2 parçaya ehehe...
Link de ekleyeyim de tam olsun, ahanda;
http://www.mattwertz.com/
gölgedeki leke
...tüketilen normal bir ev "an"ı insanı olduğundan daha mutlu hissettirir bazen, sebepsiz gülümseyişler yapışır yüzünüze, hiç kimseden farkınız olmadığını bir kez daha anlayarak rahatlarsınız, benzerliklerin ne kadar da değerli olduğu gerçeği anlamsız gelse de durup düşünerek zaman harcamaz, o "an" ın tadını çıkarırsınız, öyle anlarda iyi ki yaşıyorum, iyi ki şu "an" burdayım dersiniz...
- :)
- ne oldu :)
- yok bişey :)
- iyi o zaman, hadi uyu artık sabah oldu.
- birilerine anlatayım da öyle.
- :)
06 Mart 2008
A Fine Frenzy
1985 Seattle doğumlu Alison Sudol, hakkında bir sürü yorum mevcut, bir google layıp dolanın derim...
http://www.afinefrenzy.com/
http://www.myspace.com/afinefrenzy
Kardeş Milleti
Mimi Wonka: oyun oynuyorum ondan bakamıyorum:D
sound of freedom: ne oyunu
sound of freedom: ders çalışsana
Mimi Wonka: ne dersi ya:D
Mimi Wonka: sen git ders çalış
sound of freedom: tamam
sound of freedom: ben dua okuyup sınıf geçmeyi dilicem
Mimi Wonka: ya komik misin kızım ya:D
sound of freedom: 1000 kez kısa bi cümle var onu tespikle saycam niyet edicem kabul olcak sevap kazanıcam
sound of freedom: gerçek bunlar inanma senhıh
Mimi Wonka: ahahaha klşklş
sound of freedom: metlem 500 kez dedi ben onu geçerim:L
sound of freedom: ama gerçek
Mimi Wonka: ahaha o ne diliyo
Mimi Wonka: öss yi mi kazancak klş
sound of freedom: geçen mail geldi bunu gönder fln var ya, ben de tırstım gönderdim ama, niyetim tutmaz mı bi de :ya
sound of freedom: valla tutuyo arada
sound of freedom: ama hz. kelimesi geçiyodu
Mimi Wonka: ya karnıma ağrı girdi ya klşklş
Mimi Wonka: babam eve geldi mi
Mimi Wonka: git ona anlat bu dediklerini bakiim ne diyecek
sound of freedom: evet geldi, anlatırım
sound of freedom: beni başından savdığının farkındayım ayrıca
sound of freedom: :(:(:(:
Mimi Wonka: ahahaha klşklş
Mimi Wonka: ya hatun kafayı mı yedin ya
Mimi Wonka: bak ne yap biliyor musun
Mimi Wonka: otur tao buda osho falan oku
Mimi Wonka: geceleri istareye yat
Mimi Wonka: sabah abdest al falan
Mimi Wonka: kesin geçersin sen okulu
sound of freedom: heman heman hıh:D:D
sound of freedom: ama ya yapıcam bunu bu gerçek Mervecik
sound of freedom: sen biliyo musun
sound of freedom: annem rasta yapmama izin verdi
sound of freedom: araştır orda var mı yapan yer
sound of freedom: haber ver
Mimi Wonka: sen bakma anana
Mimi Wonka: benim deliklere de izin vermişti göyaa
Mimi Wonka: ama kızdı sonra 3 gün
sound of freedom: o delik canın acıcak delincek bi yerin
sound of freedom: benimki sonsuza dek değil
Mimi Wonka: ya yemiş seni kızım
Mimi Wonka: neyse kaçtım ben
Mimi Wonka: işim gücüm var oyalama beni boş boş
Mimi Wonka: öptüm ufaklık
sound of freedom: ben de
sound of freedom: ama sen yine de
sound of freedom: bak yaaaaaa
Mimi Wonka: ok var yapan arkadaşım yaptırırsın, kafanda böcekler dolanır böle…
sound of freedom: ne oyunu
sound of freedom: ders çalışsana
Mimi Wonka: ne dersi ya:D
Mimi Wonka: sen git ders çalış
sound of freedom: tamam
sound of freedom: ben dua okuyup sınıf geçmeyi dilicem
Mimi Wonka: ya komik misin kızım ya:D
sound of freedom: 1000 kez kısa bi cümle var onu tespikle saycam niyet edicem kabul olcak sevap kazanıcam
sound of freedom: gerçek bunlar inanma senhıh
Mimi Wonka: ahahaha klşklş
sound of freedom: metlem 500 kez dedi ben onu geçerim:L
sound of freedom: ama gerçek
Mimi Wonka: ahaha o ne diliyo
Mimi Wonka: öss yi mi kazancak klş
sound of freedom: geçen mail geldi bunu gönder fln var ya, ben de tırstım gönderdim ama, niyetim tutmaz mı bi de :ya
sound of freedom: valla tutuyo arada
sound of freedom: ama hz. kelimesi geçiyodu
Mimi Wonka: ya karnıma ağrı girdi ya klşklş
Mimi Wonka: babam eve geldi mi
Mimi Wonka: git ona anlat bu dediklerini bakiim ne diyecek
sound of freedom: evet geldi, anlatırım
sound of freedom: beni başından savdığının farkındayım ayrıca
sound of freedom: :(:(:(:
Mimi Wonka: ahahaha klşklş
Mimi Wonka: ya hatun kafayı mı yedin ya
Mimi Wonka: bak ne yap biliyor musun
Mimi Wonka: otur tao buda osho falan oku
Mimi Wonka: geceleri istareye yat
Mimi Wonka: sabah abdest al falan
Mimi Wonka: kesin geçersin sen okulu
sound of freedom: heman heman hıh:D:D
sound of freedom: ama ya yapıcam bunu bu gerçek Mervecik
sound of freedom: sen biliyo musun
sound of freedom: annem rasta yapmama izin verdi
sound of freedom: araştır orda var mı yapan yer
sound of freedom: haber ver
Mimi Wonka: sen bakma anana
Mimi Wonka: benim deliklere de izin vermişti göyaa
Mimi Wonka: ama kızdı sonra 3 gün
sound of freedom: o delik canın acıcak delincek bi yerin
sound of freedom: benimki sonsuza dek değil
Mimi Wonka: ya yemiş seni kızım
Mimi Wonka: neyse kaçtım ben
Mimi Wonka: işim gücüm var oyalama beni boş boş
Mimi Wonka: öptüm ufaklık
sound of freedom: ben de
sound of freedom: ama sen yine de
sound of freedom: bak yaaaaaa
Mimi Wonka: ok var yapan arkadaşım yaptırırsın, kafanda böcekler dolanır böle…
ÇukurNot:
İnsan hayvanı olarak hepimizin en birinci amacı diğerlerinin bizi anlamış olmasıdır. Diyelim ki anlamadılar o zaman hemen "anltabildim mi, demek istediğimi anladın mı, anladın dimi vs vs.." soru cümleleri sıralarız.
İşin en iyi tarafı, hepimizin bildiği ama salakça bir şekilde o an reddettiği gerçek; o soruların cevaplarının her zaman "evet" olduğudur. Çünkü insan hayvanı olarak hepimizi en birinci ikinci amacı; karşımızdakinin ne anlattığını anlamasak bile anladım demektir...
İşin en iyi tarafı, hepimizin bildiği ama salakça bir şekilde o an reddettiği gerçek; o soruların cevaplarının her zaman "evet" olduğudur. Çünkü insan hayvanı olarak hepimizi en birinci ikinci amacı; karşımızdakinin ne anlattığını anlamasak bile anladım demektir...
05 Mart 2008
Elimize Aldığımız Bir Adet Mimi'nin Suyunu Sıkıp Kalanları Çöpe Atıyoruz....
Saat 11:30 da Masaüstü Yayıncılığı dersim vardı, bölümün zorunlu dersi... Salona girdiğim gibi ön sıraların kendilerini "komik" sanan bölüm arkadaşlarım tarafından doldurulmuş,tabiri caizse işgal edilmiş olduğunu gördüm. Gidip en arkaya oturdum ve sıraların arasından geçerken "sanki en öne oturacaktın Mimi,neden kızıyorsun anlamadım" diye saçma bir iç monolog yaşadım...
Arka sırada yine bir şeyin bildirisi vardı.Okudum ama hiçbirşey hatırlamıyorum... Ders başlamadan salonu terk edip, karşıma çıkan ilk salonun kapısını tıklatıp içeri girdim... Ama önce neden salonu terk ettiğimi söylemem lazım sanırım. Düşününce saçma geliyor belki yazınca bir anlam kazanır, bilmiyorum okuyucu deneyeceğim işte...
Salona gelip kendine yer seçen ve gidip gözüne kestirdiği o yere oturan 2 kişi ilişti gözüme. Diğer sıraların üzerine basarak, seçtikleri yere gidip oturdular sevgili okuyucu. Bir mana veremedim bende ama manyak üzüldüm bir an. Neden o sıraların üstüne basmışlardı, dertleri neydi? Birazdan yeni birileri gelecek ve o üzerine bastıkları sıraları gözlerine kestirecek "işte bu, bu sırayı beğendim, burayı seçtim" diyecek ve gidip oraya oturacaklardı belki... Çok kızdım okuyucu anlatamam, ağzımı açıp bir laf edemececek kadar sinirlenmiştim, zaten birşey söylemezdim de, bananeydi değil mi, onlarla aynı salonun havasını solumak istemedim ve çantamı kaptığım gibi kapıdan çıktım...
RST'nin Radyo Programcılığı dersi verilen salonun kapısı çıktı karşıma ve içeri daldım. Yanına oturduğum, elindeki PSP (PileySiteyşınPortıbıl)ile oynayan kızın aksine ben not aldım, herkese imza kağıtları dağıtılırken ben "boşuna aramayın benim adım yok, ben bu dersi almıyorum" dedim. Şöyle bir dönüp baktılar bana ve sanki biraz rahatsız oldum, anlayamadım acaba giydiğim bluzun önü çok mu açıktı?
Yanıma gelen Cem Hoca "Sanırım gazeteciliktesiniz, yanlış olmuş sizin dersiniz diğer salonda" deyip, "Evet biliyorum ama ben burda olmayı tercih ediyorum" cevabımı dinledikten ve gülümseyip yanımdan ayrıldıktan sonra, sanki daha bir eğlenceli anlattı dersi..
Şimdi fark ediyorum hiç birşey olmuyor şu okulda, tüm hayalgücümü,yaratıcılığımı köreltiyor bu okul. Attığım başlıklara sahip çıkamıyorum, düşüncelerim öksüz kalıyor. Metrodaki müzisyenleri bile dinlemiyorum artık, çok sıkıcı geliyorlar. Levent çıkışındaki o trenleri çalmadığım için de hala çok pişmanım.
Arka sırada yine bir şeyin bildirisi vardı.Okudum ama hiçbirşey hatırlamıyorum... Ders başlamadan salonu terk edip, karşıma çıkan ilk salonun kapısını tıklatıp içeri girdim... Ama önce neden salonu terk ettiğimi söylemem lazım sanırım. Düşününce saçma geliyor belki yazınca bir anlam kazanır, bilmiyorum okuyucu deneyeceğim işte...
Salona gelip kendine yer seçen ve gidip gözüne kestirdiği o yere oturan 2 kişi ilişti gözüme. Diğer sıraların üzerine basarak, seçtikleri yere gidip oturdular sevgili okuyucu. Bir mana veremedim bende ama manyak üzüldüm bir an. Neden o sıraların üstüne basmışlardı, dertleri neydi? Birazdan yeni birileri gelecek ve o üzerine bastıkları sıraları gözlerine kestirecek "işte bu, bu sırayı beğendim, burayı seçtim" diyecek ve gidip oraya oturacaklardı belki... Çok kızdım okuyucu anlatamam, ağzımı açıp bir laf edemececek kadar sinirlenmiştim, zaten birşey söylemezdim de, bananeydi değil mi, onlarla aynı salonun havasını solumak istemedim ve çantamı kaptığım gibi kapıdan çıktım...
RST'nin Radyo Programcılığı dersi verilen salonun kapısı çıktı karşıma ve içeri daldım. Yanına oturduğum, elindeki PSP (PileySiteyşınPortıbıl)ile oynayan kızın aksine ben not aldım, herkese imza kağıtları dağıtılırken ben "boşuna aramayın benim adım yok, ben bu dersi almıyorum" dedim. Şöyle bir dönüp baktılar bana ve sanki biraz rahatsız oldum, anlayamadım acaba giydiğim bluzun önü çok mu açıktı?
Yanıma gelen Cem Hoca "Sanırım gazeteciliktesiniz, yanlış olmuş sizin dersiniz diğer salonda" deyip, "Evet biliyorum ama ben burda olmayı tercih ediyorum" cevabımı dinledikten ve gülümseyip yanımdan ayrıldıktan sonra, sanki daha bir eğlenceli anlattı dersi..
Şimdi fark ediyorum hiç birşey olmuyor şu okulda, tüm hayalgücümü,yaratıcılığımı köreltiyor bu okul. Attığım başlıklara sahip çıkamıyorum, düşüncelerim öksüz kalıyor. Metrodaki müzisyenleri bile dinlemiyorum artık, çok sıkıcı geliyorlar. Levent çıkışındaki o trenleri çalmadığım için de hala çok pişmanım.
Kutlama Olayı...
Fenerbahçe'nin şampiyonlar ligi maçını izledik kuzenlerle... Avaz avaz bağıra çağıra... Pasif ofsayt dışında futbolla ilgili herşeyi bilen, anlayan ve çözen ben bir eğlendim bir sevindim ki sormayın.. Hep böyle yüreğim ağzımda maç izlemek istiyorum efenim. Tüm Fenerbahçelilere hayırlı olsun...
-Mimi, sırf Kezman için izliyorsun bu maçı değl mi?
-Ne alakası var kuzen ya futbolu seviyorum ben, sanki bilmiyorsun cıks cıks...
-Mimi bak bu maçı alalım Porto ile oynarız inşallah da sizin intikamınızı alırız.
-Heyt be kuzen, kardeş takımımızsınız bizim, ingilizlerden de alın intikamımızı olur mu?
-Maça gideriz Mimi, sen kara kartallara bürünürsün kanaryanın yoldaşı olursun..
-Olmaz mıyım kuzen, ama söz ver Kezman'la tanıştırcan beni, ya da sizin şu çevirmen çocukla,hani kıvır kıvır olan..
-Sen çok şey istiyorsun Mimi...
(ikinci 15 başlamak üzeredir...)
-Bu maç penaltılara gider kuzen, bak görürsün.
-Volkan kaledeyken bir şey olmaz Mimi.
-Evet de o saçları kesmeyecekti be kuzen.
-Öff Mimi başlayacağım şu kadın gözüne senin.
-Tamam kuzen maç sonrası kutlamaya gidelim mi peki?
-Kazanalım ne istersen yaparız Mimi....
Kazandık ama Mimi çok üşengeç olduğu için blog a yazı karaladıktan sonra gidip uyumayı, yatakta maçı düşünmeyi ve "Lan Kezman aslında hiç de yakışıklı bi adam değilsin o dövmelere şükret sen..." diye hatunsallığını konuşturmayı seçti...
Kuzenler çoktan bayraklarını alıp evi terk eylediler efenim... İyi geceler.
-Mimi, sırf Kezman için izliyorsun bu maçı değl mi?
-Ne alakası var kuzen ya futbolu seviyorum ben, sanki bilmiyorsun cıks cıks...
-Mimi bak bu maçı alalım Porto ile oynarız inşallah da sizin intikamınızı alırız.
-Heyt be kuzen, kardeş takımımızsınız bizim, ingilizlerden de alın intikamımızı olur mu?
-Maça gideriz Mimi, sen kara kartallara bürünürsün kanaryanın yoldaşı olursun..
-Olmaz mıyım kuzen, ama söz ver Kezman'la tanıştırcan beni, ya da sizin şu çevirmen çocukla,hani kıvır kıvır olan..
-Sen çok şey istiyorsun Mimi...
(ikinci 15 başlamak üzeredir...)
-Bu maç penaltılara gider kuzen, bak görürsün.
-Volkan kaledeyken bir şey olmaz Mimi.
-Evet de o saçları kesmeyecekti be kuzen.
-Öff Mimi başlayacağım şu kadın gözüne senin.
-Tamam kuzen maç sonrası kutlamaya gidelim mi peki?
-Kazanalım ne istersen yaparız Mimi....
Kazandık ama Mimi çok üşengeç olduğu için blog a yazı karaladıktan sonra gidip uyumayı, yatakta maçı düşünmeyi ve "Lan Kezman aslında hiç de yakışıklı bi adam değilsin o dövmelere şükret sen..." diye hatunsallığını konuşturmayı seçti...
Kuzenler çoktan bayraklarını alıp evi terk eylediler efenim... İyi geceler.
04 Mart 2008
Düşsel Düşünceler...
Oturup Norah Jones dinlemeye karar verdim. Sessiz, sakin, basit... Günlük sözlerin olduğu, yapmacıktan uzak hisler. Loş müzik yani. Hatunun sesinin hayranı değilim ama kabul edin müzikalitesi iyi. Don't Know Why ve Come Away With Me dinleyin, dinlemediyseniz.
Ardından da bir Eva Cassidy - Time After Time açın sonrasında da bir Red Hot Chili Peppers - Porcelain... Bir rahatlayın, bir sakinleşin, durulun... Sıcak çayınızı, yumuşak kahvenizi yudumlayın sakin sakin. Kalkın o, hep oturduğunuz yerden, aydınlık bir pencere bulun kendinize,perdesini sonuna kadar açın. Hiçbirşeye bakmayın, aydınlığı izleyin sadece. Okulu, işi, parayı, sevgilinizi düşünmeyin. Pencereden gördüğünüz her ne varsa hakkında fikir yürütmeyin.
Durun ve dinleyin sadece, ne gelecek aklınıza... Bir 5-10 dakika takılın o pencerenin karşısında, elinizde fincanınızla... Sonra gidip normal yaşamınıza geri dönün. Fonda sert, eğlenceli müzikler ve elleriniz klavyede tıkır tıkır...
Ara sıra kendinize sakin bir 5 dakika ayırın ve yaşadığınızı hissedin. Klişe takılın hatta. Sahil kasabaları, okyanus kıyıları, yeşillikler ve kocaman ağaçların dizildiği o yolları düşünün. Bir öğleden sonra yapacak hiçbir şeyinizin olmadığını ve keyifle güneşin alnına uzandığınızı düşünün, hiç bitmesin ve geri dönmeyeyim dediğiniz o tatillerden birinde düşleyin kendinizi, henüz tanışmamış ve hiç tanışmayacak olduğunuz o muhteşem insanın oralarda bir yerde size margarita hazırladığını düşünün...
Düşleyin ve rahatlayın, sakinleşin biraz, acele etmeyin, durulun biraz... Hak ediyorsunuz siz o 5 dakikayı...
Ardından da bir Eva Cassidy - Time After Time açın sonrasında da bir Red Hot Chili Peppers - Porcelain... Bir rahatlayın, bir sakinleşin, durulun... Sıcak çayınızı, yumuşak kahvenizi yudumlayın sakin sakin. Kalkın o, hep oturduğunuz yerden, aydınlık bir pencere bulun kendinize,perdesini sonuna kadar açın. Hiçbirşeye bakmayın, aydınlığı izleyin sadece. Okulu, işi, parayı, sevgilinizi düşünmeyin. Pencereden gördüğünüz her ne varsa hakkında fikir yürütmeyin.
Durun ve dinleyin sadece, ne gelecek aklınıza... Bir 5-10 dakika takılın o pencerenin karşısında, elinizde fincanınızla... Sonra gidip normal yaşamınıza geri dönün. Fonda sert, eğlenceli müzikler ve elleriniz klavyede tıkır tıkır...
Ara sıra kendinize sakin bir 5 dakika ayırın ve yaşadığınızı hissedin. Klişe takılın hatta. Sahil kasabaları, okyanus kıyıları, yeşillikler ve kocaman ağaçların dizildiği o yolları düşünün. Bir öğleden sonra yapacak hiçbir şeyinizin olmadığını ve keyifle güneşin alnına uzandığınızı düşünün, hiç bitmesin ve geri dönmeyeyim dediğiniz o tatillerden birinde düşleyin kendinizi, henüz tanışmamış ve hiç tanışmayacak olduğunuz o muhteşem insanın oralarda bir yerde size margarita hazırladığını düşünün...
Düşleyin ve rahatlayın, sakinleşin biraz, acele etmeyin, durulun biraz... Hak ediyorsunuz siz o 5 dakikayı...
03 Mart 2008
Çok Uzun Bir Yazı
Okul açılalı 2 hafta olmuş sevgili okuyucu,neden haber etmedin bana? Tabi ki de bu kadar da salak değilim,gerçi "bu kadar da salak" olduğum 1-2 konu da yok değil. Ama konumuz başka ve daha saçma. Bugün konumuz yok okuyucu...
Okulunu sevmeyen bir karakter olarak, genelde dönem boyu 3-5 derse girip bir kaç vizeyi finali sallayan ama yine de derslerinden geçen biriyim. Bu, "okula gıcığım var abi" tribim tee ilkokul zamanından kalma falan deyip "Mimi Wonka'nın kendini Willy Wonka'nın karısı sanmadan önceki gerçek hayatında yaşadığı büyük travmalar" konulu bir "çocukluğa iniş " seansı yaşatmak isterdim sana. Amma velakin (ama ve lakin)öyle bir durum söz konusu olamayacak maalesef.(ki burdaki maalesef de fazladandır, at sen onu okurken)
Ben normal bir ailenin, normal bir çocuğu olarak, normal bir şekilde büyüdüm. Zaman zaman bunun aksini iddia ederek "biz çok sorunlu bir çocukluk geçirdik tamam mı,bizi hep döverlerdi,hiç paramız yoktu,herkes bizimle dalga geçerdi,çocukluğumuzu yaşayamadık tamam mı vs vs..." şeklinde duygu sömürüsü yapsamda, birinin sahip olmaktan memnun olacağı ve başka birinin sahip olmak isteyeceği bir aile içinde mutlu mesut, zaman zaman sorunlu, çoğunlukla mutlu bir şekilde büyüdüm. Hatta bazen sülaleme pislik atarak kendimi bir şey sanma hallerine girsemde, aslında bunun kendi hüsnü kuruntum (durup dururken kurmak,işgillenmek)olduğunu biliyorum ve kimse mükemmel değil bir sen mi çok zekisin diyerek gaflet uykusuna dalmadan uyanıyorum... Halamlara,amcama,teyzeme tüm kuzenlere falan teşekkür kartı atmam lazım aslında, ya da karbon kağıdı kullanıp mektup falan yazarım "ovv bizim kız yine abartmış işi" derler sevindirik olurlar..
Sorunlu ergen zamanlarımda bile yapmadığım tür konuşmaları yapmak istiyorum şu günlerde. Okula bitkin,bıkkın,solgun ve durgun bir şekilde gidiyorum. Nedeni okulun gereksiz bir kurum olduğunu düşünmem ama gitmek zorunda olduğumun bilincinde olmamın getirdiği o ağır yükün altında kalmış bir karınca olmam. "Lan Mimi kendini karıncaya da benzettin ya bu kadar olur! sen nere karınca nere,sen ağustos böceğisin hatun, bu gerçekle yüzleş artık" deme sevgili okuyucu,karınca metaforunu kullanma nedenimi, aklıma gelen ilk küçük hayvancağız olmasıyla alakalandır pliz. Yoksa bende biliyorum karınca dediğin ne yüklerin altından kalkar,yeri gelince birleşip koca bir piknik sepetini bile kaçırırlar ve koca Donald Duck'a nanik yaparlar... Beni böyle sev okuyucu,kafamın içindeki balta girmemiş safsalaklığımla sev beni...
Aslında babamın bildiğimiz kasap yerine başka tür bir kasap olmasını isterdim diyorum bazen. Şu manyak bıçak kullanma becerilerini heba ediyor bence. Gerçi artık kasaplık yaptığı da pek söylenemez, oturduğu yerden "şunu şöyle yap evldım, bak bu böyle yapılır, bıçak şöyle tutulur.." şeklinde talimatlar vererek geçiyor günleri. Yani ne bileyim, babamın bıçak kullanma hünerleri pekala da bir sirkte gösteri yapmasını sağlayacak düzeydedir. Babam bir sirkte bıçak ustası olsaydı, annem jonglör, ben ve kardeşlerimde palyaço olurduk. Ne renkli bir hayatımız olurdu siz düşünün. Gerçi ben palyaçolardan az biraz tırsarım (bknz:9-10 yaşları civarında izlenen "IT" filmi),ama kendim bir palyaço olsam iş farklı olurdu tabi,yani galiba...
Bak aklıma ne geldi okuyucu,şu okulda takındığım sıkkın, bıkkın, yorgun, durgun hallerimi bir temele dayandırmam gerekiyor sanırım. Yani olurda biri gelip "nen var senin be, duruşunla içimizi kararttın" derse, verecek mantıklı bir cevabım olsun istiyorum. Karşısına geçip "bu okul var ya, çok boş ve gereksiz bir yer,sende burdaki diğer ukala böceklerde "bir b.k olacaz olley" diye hergün koşa koşa geldiğiniz bu yerden, hiçbirşey olamadan "sanarak ve aldanarak" çıkıp gideceksiniz, fanusundan çıkarılıp klozete atılmış bir balık gibi olacaksınız ve daha ölmeden üzerinize sifonu çekecekler, işte bu gerçeklerin farkında olan bu karşındaki, hafif bilmiş çok yavan insan kişisi, bu yüzden böyle duruyor. İçini kararttıysam sorry be gülüm,sana ülker çikolatalı gofret alıyım mı, ister misin?" diyemem. Dersem de bir güzel sopa yerim gibime geliyor. Gelip beni kurtarmazsın da sen sevgili okuyucu, sakata gelirim alimallah.
Oturup zavallı edebiyatı yapmak istiyorum ama nedense hep başarısız oluyorum sevgili okuyucu. Ya isterdim ki bir Arturo Bandini olayım. Zavallı bir halde olayım, içinde bulunduğum bu halin bir açıklaması olsun. Ama maalesef yine öyle bir durum söz konusu değil sevgili okuyucu. Çünkü ben "sarı ampüllerin parıldattığı avizelerin olduğu,akşam 5 çayına ince çoraplı topuklu ayakkabılı hanımların geldiği, boş zamanlarda gazete,dergi,kitap okunan,akşam yemeklerinin her daim servis tabağı ve bıçaklı kurulduğu (ki o bıçak bazen hiç kullanılmaz) yemek masasında bugün ne oldu bitti muhabbeti yapılan "aristokrasinin yandan yemişi" ni yaşayan ve yaşatan, "eğitim önemlidir okul yararlıdır" sloganını benimsemiş bir evin içerisinde büyüdüm. Şimdi kafanız karışmasın "annen öğretmen baban avukat mı" diye yanlış fikirlere kapılmayın, dedim ya babam kasap, annem de ev hanımı...
Babam (ki ben kendisine babacığım,babiş,hey sebo,sebattin amca,naber Gönenç,babam Gönenç,bizim köylü şeklinde seslenirim hiç baba dememişimdir hatta bununla da övünürüm... hell yeah!!)pazar günleri kalkıp İstanbul'a giden ve sahafları dolanan bir adammış zamanında,hem de her pazar hiç aksatmadan... Annem de zamanında "bu kitapları bulurlarsa yakarlar" diye arka bahçelerine kitap gömmüş, zamanını kadın programı ve dizi izlemek yerine gazete dergi kitap okuyup gündemi takip ederek ve çocuklarıyla arkadaş gibi muhabbetler kurarak harcayan biri...(bi de manyak yemek yapar üfff!!)
Durup düşünüyorum,acaba daha dün kalkıp İstanbul'a geldim ve farkında olmadan şu sıla hasreti olayına mı girdim. Olabilir sevgili okuyucu, ben anasına babasına düşkün biri değilimdir pek, yani duruma bağlı. Oturmuş ebeveynlerimi anlatıyorum sana,sıkıyorum seni ama oh olsun sana, buraya kadar okumuşsan tüm yazıyı, müstahaktır sana!!
Bugün öğrenci işlerine gidip yatırdığım harç parasının makbuzunu verdim, sonra iett pasomu aldım,tıktım cüzdana. Bir ara gidip eski akbili yeni paso kartına taktırmak lazım,aklımda bulunsun. Öğrenci işlerine doğru bezgin bezgin yürürken, elindeki Canon fotoğraf makinesini evirip çeviren bir çocuk, arkadaşıyla afişlerin orda muhabbetteydi, içimden "aha düşürecek şimdi,elindeki servet be dikkat et lan" diye gereksiz tepkiler veriyordum, hatta içten içe kızıyordum o genç bedene... Sonra yanlarından geçip o dar kolidora girmiştim ki bir "hapşuuuu" sesi geldi ardımdan, otomatik davranış şeklim harakete geçti, kafamı bile çevirmeden o genç bedene "çok yaşayın" dedim, ahahaa o da motor bir davranış sergiledi ve "hep birlikte" dedi. O an nasıl eğlendim anlatamam sana sevgili okuyucu, içim nasıl bir hüzünledi, nasıl bir mutlulukla doldu bilemezsin.
Okul inşaat halinde,kantin kapatılmış,bahçeye şu belediyenin mavi çadırından kurmuşlar, yemekhaneyi o mavi çadıra taşımışlar, karşısında da kahverengili ya da kırmızılı bir çadır daha orası da kantin olmuş. Dışarda afilli tahta sıralar, masalar, sandalyeler... Acınacak halimizi iyi gösterme çabasıyla çimlere serpiştirilmiş, minik tabureler... Afilli sıralardan birine oturup, ağaçtaki yaprakları seyre daldım, etraftakilerin konuşmalarını dinledim, gözlerimi kapatıp 3-4dakika uyukladım... Sonra yanıma dişçilikten bir afet oturdu, dışardan aldığı fırın ürünlerini yemeye koyuldu. Okulun içi yemekhane yemekleri ve kantin spesyalleri ile doluyken, ayriyetten (ayrıca,ve de) hazır üçgen sandviç, sıcak suyla 5dk. da hazır olan çin eriştesi, binbir çeşit poğaca, tatlı vs vs ile doluyken, yine de çıkıp Nişantaşı'nın pahalı pastanelerinden, renkli paketler içinde, minik hamur işleri alan bu insanlara gıcık oluyorum efenim... Bir de bana dönüp, "pardon sırayı sallamayın lütfen" demez mi. La karı kalk git diye yapıyorum, git karşıdaki boş sıraya otursana, hiç mi sahiplenme duygusu yok sende yaw. Git karşıdaki boş sıranın kraliçesi olsana. Ama yok onun yerine iki tarafıda rahatsız eden o cümleyi sarf edeceksin, illa değil mi, bilmiş bilmiş uyarıda bulunup kendini bir şey sanacaksın... Ben de döndüm, yüzümde aşağılar bir tavırla "peki, ne demek,hemen" dedim sevgili okuyucu. Peki o bakışımı, o kelimedeki imayı fark etti mi hatun dersin, tabi ki hayır.
Afilli sıramın hakimiyetini 10 dakika sonra tekrar kazandım sevgili okuyucu, ikinci bir "şu sırayı sarsmayın lütfen" diyemedi dişçi hatun ve kalkıp sınırlarımı ihlal etmekten vazgeçti. Afilli sıraya hükümdarlığım susamam ile sona erdi ve bir adet soğuk olduğu iddia edilen su şişesi ile kantinin müzik kutusunun önünde dikilip, "cıks cıks" diyerek, dikkatleri üzerime çektim. Tek bir metal parçası bile yoktu listelerde. Bırakın metal aramayı bir İngiliz Rock parçası bile yoktu. Nasıl hüzünlendim anlatamam, hemen kendimi dışarı attım, terk eyledim okulu...
Deri ceketimin yakasında kürk var. Öyle abartı değil tabi cekete bir hoşluk, kadınlık,çok az vamplık katan bir kürk var.(ah Mimi kendine zorla vamp kadın da dedirttin ya bize, gözün kör olmasın emi...)İşte o kürk bugün çok sıkıntı verdi bana. Şu ünlü müzik-dergi-kitap-çanta ıvır-zıvır markete girdim aklımda bir kaç saat oyalanmak vardı. Aldım elime bir kitap, geçip o stylish deri koltuklara oturdum, çıkardım ceketi çantayı yanıma koydum. Orta yaşlı bir fıstık hatun ceketimin modelini çok beğendi, aldı baktı, kürküne bitti, kürküne bayıldı. "Nerden aldınız" dedi "bilmiyorum hediye geldi" dedim, çok beğendiğini bildiren bir iki cümle daha edip uzaklaştı yanımdan, içimden "yerini bilsem de söylemezdim" diye geçirdim. Deri ceketime converse muamelesi yapmak istemedim, istemem asla...
Eve gelip ders programımı incelemeye başladım ve sabah 9'da bir iki dersim olduğunu gördüm çok çok çok üzüldüm. Yarın sabah okul var sevglili okuyucu. 2 dersimde ukala prof.lar tarafından verilecek ve ben üzgün ve durgun bu dersleri dinliyor numarası yapacağım....
Seni seviyorum okuyucu,öptüm...
Okulunu sevmeyen bir karakter olarak, genelde dönem boyu 3-5 derse girip bir kaç vizeyi finali sallayan ama yine de derslerinden geçen biriyim. Bu, "okula gıcığım var abi" tribim tee ilkokul zamanından kalma falan deyip "Mimi Wonka'nın kendini Willy Wonka'nın karısı sanmadan önceki gerçek hayatında yaşadığı büyük travmalar" konulu bir "çocukluğa iniş " seansı yaşatmak isterdim sana. Amma velakin (ama ve lakin)öyle bir durum söz konusu olamayacak maalesef.(ki burdaki maalesef de fazladandır, at sen onu okurken)
Ben normal bir ailenin, normal bir çocuğu olarak, normal bir şekilde büyüdüm. Zaman zaman bunun aksini iddia ederek "biz çok sorunlu bir çocukluk geçirdik tamam mı,bizi hep döverlerdi,hiç paramız yoktu,herkes bizimle dalga geçerdi,çocukluğumuzu yaşayamadık tamam mı vs vs..." şeklinde duygu sömürüsü yapsamda, birinin sahip olmaktan memnun olacağı ve başka birinin sahip olmak isteyeceği bir aile içinde mutlu mesut, zaman zaman sorunlu, çoğunlukla mutlu bir şekilde büyüdüm. Hatta bazen sülaleme pislik atarak kendimi bir şey sanma hallerine girsemde, aslında bunun kendi hüsnü kuruntum (durup dururken kurmak,işgillenmek)olduğunu biliyorum ve kimse mükemmel değil bir sen mi çok zekisin diyerek gaflet uykusuna dalmadan uyanıyorum... Halamlara,amcama,teyzeme tüm kuzenlere falan teşekkür kartı atmam lazım aslında, ya da karbon kağıdı kullanıp mektup falan yazarım "ovv bizim kız yine abartmış işi" derler sevindirik olurlar..
Sorunlu ergen zamanlarımda bile yapmadığım tür konuşmaları yapmak istiyorum şu günlerde. Okula bitkin,bıkkın,solgun ve durgun bir şekilde gidiyorum. Nedeni okulun gereksiz bir kurum olduğunu düşünmem ama gitmek zorunda olduğumun bilincinde olmamın getirdiği o ağır yükün altında kalmış bir karınca olmam. "Lan Mimi kendini karıncaya da benzettin ya bu kadar olur! sen nere karınca nere,sen ağustos böceğisin hatun, bu gerçekle yüzleş artık" deme sevgili okuyucu,karınca metaforunu kullanma nedenimi, aklıma gelen ilk küçük hayvancağız olmasıyla alakalandır pliz. Yoksa bende biliyorum karınca dediğin ne yüklerin altından kalkar,yeri gelince birleşip koca bir piknik sepetini bile kaçırırlar ve koca Donald Duck'a nanik yaparlar... Beni böyle sev okuyucu,kafamın içindeki balta girmemiş safsalaklığımla sev beni...
Aslında babamın bildiğimiz kasap yerine başka tür bir kasap olmasını isterdim diyorum bazen. Şu manyak bıçak kullanma becerilerini heba ediyor bence. Gerçi artık kasaplık yaptığı da pek söylenemez, oturduğu yerden "şunu şöyle yap evldım, bak bu böyle yapılır, bıçak şöyle tutulur.." şeklinde talimatlar vererek geçiyor günleri. Yani ne bileyim, babamın bıçak kullanma hünerleri pekala da bir sirkte gösteri yapmasını sağlayacak düzeydedir. Babam bir sirkte bıçak ustası olsaydı, annem jonglör, ben ve kardeşlerimde palyaço olurduk. Ne renkli bir hayatımız olurdu siz düşünün. Gerçi ben palyaçolardan az biraz tırsarım (bknz:9-10 yaşları civarında izlenen "IT" filmi),ama kendim bir palyaço olsam iş farklı olurdu tabi,yani galiba...
Bak aklıma ne geldi okuyucu,şu okulda takındığım sıkkın, bıkkın, yorgun, durgun hallerimi bir temele dayandırmam gerekiyor sanırım. Yani olurda biri gelip "nen var senin be, duruşunla içimizi kararttın" derse, verecek mantıklı bir cevabım olsun istiyorum. Karşısına geçip "bu okul var ya, çok boş ve gereksiz bir yer,sende burdaki diğer ukala böceklerde "bir b.k olacaz olley" diye hergün koşa koşa geldiğiniz bu yerden, hiçbirşey olamadan "sanarak ve aldanarak" çıkıp gideceksiniz, fanusundan çıkarılıp klozete atılmış bir balık gibi olacaksınız ve daha ölmeden üzerinize sifonu çekecekler, işte bu gerçeklerin farkında olan bu karşındaki, hafif bilmiş çok yavan insan kişisi, bu yüzden böyle duruyor. İçini kararttıysam sorry be gülüm,sana ülker çikolatalı gofret alıyım mı, ister misin?" diyemem. Dersem de bir güzel sopa yerim gibime geliyor. Gelip beni kurtarmazsın da sen sevgili okuyucu, sakata gelirim alimallah.
Oturup zavallı edebiyatı yapmak istiyorum ama nedense hep başarısız oluyorum sevgili okuyucu. Ya isterdim ki bir Arturo Bandini olayım. Zavallı bir halde olayım, içinde bulunduğum bu halin bir açıklaması olsun. Ama maalesef yine öyle bir durum söz konusu değil sevgili okuyucu. Çünkü ben "sarı ampüllerin parıldattığı avizelerin olduğu,akşam 5 çayına ince çoraplı topuklu ayakkabılı hanımların geldiği, boş zamanlarda gazete,dergi,kitap okunan,akşam yemeklerinin her daim servis tabağı ve bıçaklı kurulduğu (ki o bıçak bazen hiç kullanılmaz) yemek masasında bugün ne oldu bitti muhabbeti yapılan "aristokrasinin yandan yemişi" ni yaşayan ve yaşatan, "eğitim önemlidir okul yararlıdır" sloganını benimsemiş bir evin içerisinde büyüdüm. Şimdi kafanız karışmasın "annen öğretmen baban avukat mı" diye yanlış fikirlere kapılmayın, dedim ya babam kasap, annem de ev hanımı...
Babam (ki ben kendisine babacığım,babiş,hey sebo,sebattin amca,naber Gönenç,babam Gönenç,bizim köylü şeklinde seslenirim hiç baba dememişimdir hatta bununla da övünürüm... hell yeah!!)pazar günleri kalkıp İstanbul'a giden ve sahafları dolanan bir adammış zamanında,hem de her pazar hiç aksatmadan... Annem de zamanında "bu kitapları bulurlarsa yakarlar" diye arka bahçelerine kitap gömmüş, zamanını kadın programı ve dizi izlemek yerine gazete dergi kitap okuyup gündemi takip ederek ve çocuklarıyla arkadaş gibi muhabbetler kurarak harcayan biri...(bi de manyak yemek yapar üfff!!)
Durup düşünüyorum,acaba daha dün kalkıp İstanbul'a geldim ve farkında olmadan şu sıla hasreti olayına mı girdim. Olabilir sevgili okuyucu, ben anasına babasına düşkün biri değilimdir pek, yani duruma bağlı. Oturmuş ebeveynlerimi anlatıyorum sana,sıkıyorum seni ama oh olsun sana, buraya kadar okumuşsan tüm yazıyı, müstahaktır sana!!
Bugün öğrenci işlerine gidip yatırdığım harç parasının makbuzunu verdim, sonra iett pasomu aldım,tıktım cüzdana. Bir ara gidip eski akbili yeni paso kartına taktırmak lazım,aklımda bulunsun. Öğrenci işlerine doğru bezgin bezgin yürürken, elindeki Canon fotoğraf makinesini evirip çeviren bir çocuk, arkadaşıyla afişlerin orda muhabbetteydi, içimden "aha düşürecek şimdi,elindeki servet be dikkat et lan" diye gereksiz tepkiler veriyordum, hatta içten içe kızıyordum o genç bedene... Sonra yanlarından geçip o dar kolidora girmiştim ki bir "hapşuuuu" sesi geldi ardımdan, otomatik davranış şeklim harakete geçti, kafamı bile çevirmeden o genç bedene "çok yaşayın" dedim, ahahaa o da motor bir davranış sergiledi ve "hep birlikte" dedi. O an nasıl eğlendim anlatamam sana sevgili okuyucu, içim nasıl bir hüzünledi, nasıl bir mutlulukla doldu bilemezsin.
Okul inşaat halinde,kantin kapatılmış,bahçeye şu belediyenin mavi çadırından kurmuşlar, yemekhaneyi o mavi çadıra taşımışlar, karşısında da kahverengili ya da kırmızılı bir çadır daha orası da kantin olmuş. Dışarda afilli tahta sıralar, masalar, sandalyeler... Acınacak halimizi iyi gösterme çabasıyla çimlere serpiştirilmiş, minik tabureler... Afilli sıralardan birine oturup, ağaçtaki yaprakları seyre daldım, etraftakilerin konuşmalarını dinledim, gözlerimi kapatıp 3-4dakika uyukladım... Sonra yanıma dişçilikten bir afet oturdu, dışardan aldığı fırın ürünlerini yemeye koyuldu. Okulun içi yemekhane yemekleri ve kantin spesyalleri ile doluyken, ayriyetten (ayrıca,ve de) hazır üçgen sandviç, sıcak suyla 5dk. da hazır olan çin eriştesi, binbir çeşit poğaca, tatlı vs vs ile doluyken, yine de çıkıp Nişantaşı'nın pahalı pastanelerinden, renkli paketler içinde, minik hamur işleri alan bu insanlara gıcık oluyorum efenim... Bir de bana dönüp, "pardon sırayı sallamayın lütfen" demez mi. La karı kalk git diye yapıyorum, git karşıdaki boş sıraya otursana, hiç mi sahiplenme duygusu yok sende yaw. Git karşıdaki boş sıranın kraliçesi olsana. Ama yok onun yerine iki tarafıda rahatsız eden o cümleyi sarf edeceksin, illa değil mi, bilmiş bilmiş uyarıda bulunup kendini bir şey sanacaksın... Ben de döndüm, yüzümde aşağılar bir tavırla "peki, ne demek,hemen" dedim sevgili okuyucu. Peki o bakışımı, o kelimedeki imayı fark etti mi hatun dersin, tabi ki hayır.
Afilli sıramın hakimiyetini 10 dakika sonra tekrar kazandım sevgili okuyucu, ikinci bir "şu sırayı sarsmayın lütfen" diyemedi dişçi hatun ve kalkıp sınırlarımı ihlal etmekten vazgeçti. Afilli sıraya hükümdarlığım susamam ile sona erdi ve bir adet soğuk olduğu iddia edilen su şişesi ile kantinin müzik kutusunun önünde dikilip, "cıks cıks" diyerek, dikkatleri üzerime çektim. Tek bir metal parçası bile yoktu listelerde. Bırakın metal aramayı bir İngiliz Rock parçası bile yoktu. Nasıl hüzünlendim anlatamam, hemen kendimi dışarı attım, terk eyledim okulu...
Deri ceketimin yakasında kürk var. Öyle abartı değil tabi cekete bir hoşluk, kadınlık,çok az vamplık katan bir kürk var.(ah Mimi kendine zorla vamp kadın da dedirttin ya bize, gözün kör olmasın emi...)İşte o kürk bugün çok sıkıntı verdi bana. Şu ünlü müzik-dergi-kitap-çanta ıvır-zıvır markete girdim aklımda bir kaç saat oyalanmak vardı. Aldım elime bir kitap, geçip o stylish deri koltuklara oturdum, çıkardım ceketi çantayı yanıma koydum. Orta yaşlı bir fıstık hatun ceketimin modelini çok beğendi, aldı baktı, kürküne bitti, kürküne bayıldı. "Nerden aldınız" dedi "bilmiyorum hediye geldi" dedim, çok beğendiğini bildiren bir iki cümle daha edip uzaklaştı yanımdan, içimden "yerini bilsem de söylemezdim" diye geçirdim. Deri ceketime converse muamelesi yapmak istemedim, istemem asla...
Eve gelip ders programımı incelemeye başladım ve sabah 9'da bir iki dersim olduğunu gördüm çok çok çok üzüldüm. Yarın sabah okul var sevglili okuyucu. 2 dersimde ukala prof.lar tarafından verilecek ve ben üzgün ve durgun bu dersleri dinliyor numarası yapacağım....
Seni seviyorum okuyucu,öptüm...
01 Mart 2008
Özlemek - Ahmet Altan (şiirin ilk dizeleri)
Birden özleyiveriyorsunuz...
Çoktan unuttuğunuzu sandığınız
ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.
.
.
.
Çoktan unuttuğunuzu sandığınız
ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.
.
.
.
PİLATES (böyle yazılıyor herhalde)
Öylesine bir haftasonu yazılarından biri bu...
Haftasonu baba evine dönen öğrenci milletine mensup iki kişi var bizim ailede. Son sınıf bir psikopat olan ablam ve bendeniz.
Kapıdan girdiğimiz an da "şu oldu bu oldu,buna gittik ona gittik,bunu aldım şunu gördüm..." şeklinde ablamla muhabbete başlıyoruz. Akşam yemeğinden yatacağımız an'a kadar en küçük ayrıntıları bile aklımıza geldiği anda söylüyoruz.
Akşam yemeğine oturmuş arkadan gelen ajansın sesiyle birlikte ailecek mutlu mes'ut yemek yiyoruz. Ablamla yanyanayız yine, bendeniz mis gibi tavuklu pilavına yumulmuş, anneme "yoğurtu uzatıver yavrum" diye laf atarkene, bu yanımdaki şahsiyet bir an da;
-Kızlarla pilatese yazıldık,bu pazartesi başlıyoruz.
demez mi...
Az daha boğuluyordum sevgili okuyucu. Şu an hayatta olmaya bilirdim hatta. O nasıl bir kahkahaydı içimden kopup gelen anlatamam. Ablamın koluna yapışıp gülmeye devam ederken,"nerden esti?" diyebildim sadece. Aklımda hala Seda ve ablamın eşofmanlı hallerini düşünüyorum.
Seda'yla ablam tam bir komedi zaten,diğer kızları bilemem de bunlar daha ilk ders bitmeden çıkıp giderler salondan. Psikoloji okurken psikolojileri bozulan yegane insanlardan bu ikisi. Hani şu kelime ile anlaşan türde insanlar bunlar.
Aslında bu hatunları ayrı bir yazı yazarak anlatmam lazım. Yani durup bu ikisinin psikolog olacağını "ve hastalarının olacağını ve hastaları tedavi edeceklerini" düşününce ister istemez bir kahkaha krizine giriyor insan.
Bunlar bir ara da Tango'ya yazılmayı planlıyorlardı,sonra bir ara ebru kursuna gitceklerdi, yok çince öğreneceklerdi,yok Seda Filistine gidecekti,yok toplum gönüllülerine katılacaklardı(ki ilk toplantıya gitmişler ve çıkışta ablam "benden gönüllü falan olmaz kızım, daha boşalan bardakları kalkıp doldurmaya gönüllü olmuyorum ben" şeklinde bir gerçekle yüzleşmişti)yok rehabilitasyon merkezinde part-time çalışacaklardı (sanki mcdonalds anasını satiim)
Ya benim bu ablam erasmus sınavına gireceği gün yoldan geçen otobüslerin tipini beğenmediği için (yok kalabalıkmış yok bilmem neymiş diye) sınavı kaçırmış biri ya.
Bu iki sivri zeka ingilizce finalinde sorulan bir medical treatment sorusuna (ki ben bile biliyorum ne olduğunu) sırf soruda elektrik şoku ile tedavi şekli anlatılıyor diye,"aha lan guguk kuşunu sormuş" diyerek şizofreni yazmışlar. Koca sınıfta sadece bu iki akıllı yanlış yapmış o soruyu. Çıkışta da "soruyu yaptın mı yaptın mı?ahaha guguk kuşuydu kızım diye" gööya zekalarını övmüşler. Bi de hala anlatıp gülüyorlar askerlik anısı gibi...
Ya Sweeney Todd izlerken kanlı sahnelerde biri diğerinin gözlerini kapatıyor be! Blood Diamond filmine milleti "aa izlemedik gidelim bi ya" diye kandırıp kandırıp 3 kere gitmiş insanlar bunlar.(anladığınız üzre bilet parası kendilerinden çıkmamış)
Ya ben size bunların adını soyadını falan vereyim, olurda ilerde psikolog falan lazım olur, dünya hali denk gelirsiniz falan... Aman diyiim!!!
Haftasonu baba evine dönen öğrenci milletine mensup iki kişi var bizim ailede. Son sınıf bir psikopat olan ablam ve bendeniz.
Kapıdan girdiğimiz an da "şu oldu bu oldu,buna gittik ona gittik,bunu aldım şunu gördüm..." şeklinde ablamla muhabbete başlıyoruz. Akşam yemeğinden yatacağımız an'a kadar en küçük ayrıntıları bile aklımıza geldiği anda söylüyoruz.
Akşam yemeğine oturmuş arkadan gelen ajansın sesiyle birlikte ailecek mutlu mes'ut yemek yiyoruz. Ablamla yanyanayız yine, bendeniz mis gibi tavuklu pilavına yumulmuş, anneme "yoğurtu uzatıver yavrum" diye laf atarkene, bu yanımdaki şahsiyet bir an da;
-Kızlarla pilatese yazıldık,bu pazartesi başlıyoruz.
demez mi...
Az daha boğuluyordum sevgili okuyucu. Şu an hayatta olmaya bilirdim hatta. O nasıl bir kahkahaydı içimden kopup gelen anlatamam. Ablamın koluna yapışıp gülmeye devam ederken,"nerden esti?" diyebildim sadece. Aklımda hala Seda ve ablamın eşofmanlı hallerini düşünüyorum.
Seda'yla ablam tam bir komedi zaten,diğer kızları bilemem de bunlar daha ilk ders bitmeden çıkıp giderler salondan. Psikoloji okurken psikolojileri bozulan yegane insanlardan bu ikisi. Hani şu kelime ile anlaşan türde insanlar bunlar.
Aslında bu hatunları ayrı bir yazı yazarak anlatmam lazım. Yani durup bu ikisinin psikolog olacağını "ve hastalarının olacağını ve hastaları tedavi edeceklerini" düşününce ister istemez bir kahkaha krizine giriyor insan.
Bunlar bir ara da Tango'ya yazılmayı planlıyorlardı,sonra bir ara ebru kursuna gitceklerdi, yok çince öğreneceklerdi,yok Seda Filistine gidecekti,yok toplum gönüllülerine katılacaklardı(ki ilk toplantıya gitmişler ve çıkışta ablam "benden gönüllü falan olmaz kızım, daha boşalan bardakları kalkıp doldurmaya gönüllü olmuyorum ben" şeklinde bir gerçekle yüzleşmişti)yok rehabilitasyon merkezinde part-time çalışacaklardı (sanki mcdonalds anasını satiim)
Ya benim bu ablam erasmus sınavına gireceği gün yoldan geçen otobüslerin tipini beğenmediği için (yok kalabalıkmış yok bilmem neymiş diye) sınavı kaçırmış biri ya.
Bu iki sivri zeka ingilizce finalinde sorulan bir medical treatment sorusuna (ki ben bile biliyorum ne olduğunu) sırf soruda elektrik şoku ile tedavi şekli anlatılıyor diye,"aha lan guguk kuşunu sormuş" diyerek şizofreni yazmışlar. Koca sınıfta sadece bu iki akıllı yanlış yapmış o soruyu. Çıkışta da "soruyu yaptın mı yaptın mı?ahaha guguk kuşuydu kızım diye" gööya zekalarını övmüşler. Bi de hala anlatıp gülüyorlar askerlik anısı gibi...
Ya Sweeney Todd izlerken kanlı sahnelerde biri diğerinin gözlerini kapatıyor be! Blood Diamond filmine milleti "aa izlemedik gidelim bi ya" diye kandırıp kandırıp 3 kere gitmiş insanlar bunlar.(anladığınız üzre bilet parası kendilerinden çıkmamış)
Ya ben size bunların adını soyadını falan vereyim, olurda ilerde psikolog falan lazım olur, dünya hali denk gelirsiniz falan... Aman diyiim!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...