22.40
Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba? Bu ara bu düşünceye taktım. Her an aklımda. Söylediğim en kötü şey ne olabilir? Nereden esti tam bilmiyorum okurken denk geldi. “Bebeklerin ulusu Yok” yeni bitmişti ve sayfayı çevirirken o sarı ampüllerden biri yanı başımda parladı, hemde 100’lük bir tane. “Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba?” anlamıyorum nereden çıktı şimdi. Hem de hiç alakası olmayan bir şeyle ilgilenirken. Yani ne bileyim Epictetus falan okuyor olsaydım “yine ahlakın nifak tohumlarını serpti bu herif beynime” der pek fazla üstünde durmaz sallar geçerdim 10 yıl sonra düşünmeye ipoteklerdim. Bi pislik var bu işin içinde eminim. Seçici faşist-anarşik-romantik-klinik beynim bana bir piçlik planlıyor yine farkındayım.(bu günlerde sol elimle yazıyorum ya,alındı galiba sağ tarafı çalıştırmama.)
Önüme gelene sormaya başladım, oraya buraya yazmaya başladım. Sanki biri her dakika gelip fısıldıyor bana. (telefona bile yazdım taslak mesaj olarak.) Ne kadar rahatsız bir durum. İnsan kendi kendini rahatsız ediyor böyle. Zaten hasta takılmayı seven biriyseniz her fırsatı değerlendirirsiniz böyle benim gibi.
Sanırım ilk olarak 1.sınıfta öğretmenimiz çiçek olun dediği zaman başlamıştı benim hasta tavırlarım. Boş boş hocanın yüzüne bakmıştım ve nasıl çiçek olunur diye düşünmüştüm. Ellerini kavuşturmak çiçek olmak demekmiş meğer. Ben şimdi hangi çiçek oldum diye sormuştum. Papatya demişdi yüzsüz, sırf saçlarım sarı diye. Oysa ben halamın aslanağzı çiçekleri vardı böyle mavi mavi onlardan oluştum. Papatya değilim ben diye ağlamıştım,sonra utanmıştım, aklıma mahalledeki Alper gelmişti, hastaydı o ara her dediğini yapıyorlar her halini sevecenlikle karşılıyorlardı. Başım ağrıyo dedim bende midem de bulanıyordu güya. Öğretmenim papatyayı unutmuş beni sandalyesine oturtmuştu. Kolanya kokusunu o zaman sevmeye başladım. Bir kere de ablamla bir filmede görmüştük içiyordu adamın biri. Biz de denemiştik “kokusu iyi o kadar” demiştik. Burnumu karıştırmayı miniş öğretmişti bana, okulda görmüş bir çocuk karıştırıyormuş. Öğlen uykusuna yatmak üzereyken gösterdi nasıl yapılacağını. İlk hayat dersimi benden 1 yaş büyük olan ablamdam öğrenmiştim. Annemler sadece düşmemeyi öğrettiler bir de çatal bıçak kullanmayı. Çatal bıçak olayı iyi oldu da diğeri sadece ukala yaptı beni. Küçükken çok hareketliymişim annem ve babam şimdiki tembelliğime laf yetiştirirken hep bundan bahsediyorlar. Çok heycanlıymışım. Annem taklidimi bile yapıyor ”anne arabayı durdurup biraz oraya gidelim mi? anne halamla alışverişe gidiyoruz ne alayım? anne babam çağırdı gidiyorum ben hadi hadi ayakkabılarımı versene.. “ çok acele edermişim şimdi tembelin tekiyişim. Şunu yapmalıymışım, böyle olmalıymışım, bu şekilde düşünmemeliymişim…
Bir de filozof style insanlar türedi etrafımda, her lafları bir öğreti sanki. Erdemli olmakmış, kendini bilmekmiş, seçimlerin sonuçlarına katlanmakmış, ölümü ve sonrasını kabullenmekmiş falan. Şaka gibi. Etrafımı Stoa manyakları sardı sanki. Ben ahlaksız biri olmaya çalıştıkca bunlar inadıma yamacıma gelip, sokuluyorlar bana. Hiçbir zaman zeki olduğumu iddia etmedim, bazıları bunu savunsa da hep alçakgönüllü oldum onay vermedim. Akademik konularda, başkalarına yardım ederken, bir şeyi eleştirirken herkes zeki olduğumu düşünüyor ve bahsettiğim şeyin doğruluğundan eminmiş gibi davranıyor. Ama aynı şey hayatımın içinde olanlara, kendi hayatımla ilgili kararlarımdan bahsetmeye başlayıca geçerli olmuyor. Sanki kendim dışındaki her konuda üstinsan iken, merkeze kendimi geçirince safsalak oluyorum.
.
.
.
00.10
21 yaşındaki her ahmağım yaptığı şeyleri yapıyorum bu ara. Şansımı zorluyorum fiziken ve beynen. Fiziken uyku ve uykusuzluk olayıyla uğraşıyorum. Sarhoş olmayan biri olarak sünger gibi içip karaciğeri bok etme pahasına vücudu deneme sürecine sokuyorum. Günde tek öğün yiyorum. Sırf bedene söz geçirmek için olmadık şeyler yapıyorum. Belli saatlerde tuvalete gidiyorum. Sol koluma ağrıması için emir veriyorum falan. Daha başaramadım ama denemeye devam edersem olacak gibi. 2 yıl kadar bir süre hiç ilaç kullanmamış ağrı ve sızılarımı kontrol etmeyi öğretmiştim bedenime, ama geçen ay salakça bir hata yüzünden ilaç almak zorunda bırakıldım. Zorunda kalmak ne salakça bir durum aslında. Belki de saçma sorularla zaman harcamamın ve milleti kandırmamın nedeni budur. Zorunluluğun sonuçları, sinemalarda bıdı bıdı…
Bu ara insanları çok kandırıyorum. Okulda, sokakta, evde, msn de bile. Aslında çok eğlenceli bir olay. Mesela geçen gün okulda yine bir beyin yıkama seansı sırasında el kaldırıp şöyle dedim. “aslına bakarsanız olay tamamen boş zamanı değerlendirmekle alakalı, yani ne yapsın Nietszche, ne televizyon var ne bilgisayar, yakışıklı olsa hatunlarla takılır falan. ama onun şömine karşısındaki koltuğuna oturup, babasına ve büyükbabasına küfrederek bunalımlar geçirmekten başka şansı olmadı maalesef.” böyle bir saçmalık neden yaptım bilmiyorum ama çok keyifliydi, hele kafiyeyi tutturmam daha bir eğlenceliydi doğrusu. Bir de kendini şimdiden Pulitzer sahibi sanan tiplerin o alaycı kıkırdamaları yok mu. Bayılıyorum onları izlemeye. Acaba Joseph adıyla saygınlaştırdıklarını umursar mıydı? Ya da Joseph ile saygınlaşanlar Joseph'ı umursuyorlar mıdır? Her neyse ne diyordum. Bayılıyorum onlara. Beni aptal sanmalarını seviyorum. Nasıl da dağıttım konuyu yine. Biraz ara falan mı versem acaba. Ara verince daha da dağıtıyorum konuyu aslında. Ya da tamamen unutup yok sayıyorum. Yaşamın kullanma klavuzundan bahsediyordum bir zamanlar. Kendimce sayfa numaralarım altı kırmızı kalemle çizilmiş maddelereim bile vardı. Hehehe okumaya ara verdim ve kaybettim klavuzu. Beynimin hangi kıvrımına sıkıştı kim bilir. Ara vereyim ben ara, msn açayım birilerine sataşayım. LANcelOT vardır belkim. İtlik yapar eğlenirim. “o planlar açıklanacak it.” Ahahahaaa manyak herif.
.
.
.
02.01
Tüm olayı çözdüm aslında ama dinleyen yok. Benim de kimseye iyilik yapacak durumum yok. Çay koydum, şekerli. Bizim veletleri özlüyorum bazen. Mesela saçaklı yanımda salata yaparken özlüyorum onu. Sonra telli veleti tabağına köfte koyarken özlüyorum. Pembe gözlü pigmeyi kucağımdayken özlüyorum. “Lollipop Girl” dinleyip dans ediyoruz sonra. Ben çocukken böyle yassı şekerler vardı. Ağzımın suyu aka aka yalanırken, kenarları jilet gibi keskinleşir dilimi keserdi. Kanımın demir tadını, paslı kokusunu o kesilişler sayesinde fark etmiştim. Sonra her elimi kesişimde kanımı emmiştim. Hala da ilk olarak ağzıma gider kanım.
Ne diyordum. Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba? Şaka falan değil cidden düşünüyorum. Zincirleme düşünce şeklim yüzünden genelde ilk düşündüğüm şeyden sapsam bile, bir şekilde geri dönüşü buluyorum nasılsa. Sözlerini dikkate aldığım biri bana “aslında düşünmek bile istemediğin ama içten içe kendini buna zorunlu hissettiğin şeyleri, geçiştirmek ve bu şekilde geriye itip unutmak istediğin için yapıyorsun bunu.” demişti. Düşünmeden bile doğru geliyor bu görüş. Ama atladığı bir yer vardı. Ne olduğunu ona söylemedim tabi ki de. Böyle güzel bir tespit yapmış birinin keyfini kaçırmanın mantığı yoktu o an. Atladığı şey benim şimdi düşündüğümü söylediğim şeyleri, önceden birkaç kez düşünmüş olduğum gerçeğiydi. Yazarken karmaşık geldi, okurken de karmaşık. Ama bu böyle. Şu an yazdığım bu kelimeler topluluğunu bile 1 hafta öncesinden düşünmüştüm. (Ahahahaaa tembelliğimin bir başka kanıtı daha.)
Yani 21 yaşında bir ahmak olarak ne yaptığımın, ne yaşadığımın, ne yapacağımın ve ne zaman yapacağımın farkındayım. O yüzden ahmak olduğumun farkındayım. Yani şimdiye kadar söylediğim en kötü şeyin ne olduğunu da biliyorum. Hem de annemin adımı bildiği kadar. Şu an klinik beynimi kullandığımın farkındayım. Sonra; aslında bok attığım “üstinsan” kavramının varolduğunun da farkındayım. Friedrich’in o beygire sarılıp ağlamasının nedenini de biliyorum. Ama bunun fiziksel benliğimle paylaşmak zorunda değilim. Yüksek sesle küfür etmek yerine fısıldayarak cool takılmak gibi bir adilik bu.
Ahahahaaa… Atlar… Hieronymus’un bahçesindeki atlar. Sanırım şimdiye kadar söylediğim en kötü şeyi az önce söyledim. Zavallı Hieronymus, Abidin’in kentlerini görse, o bahçede bir dakika bile durmazdı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...
2 yorum:
amma uzun yazmışsın kim okucak bu kadar zırvayı?
oku,okusun,okusunlar...oturup ideoloji okursun ama. alındım mı ne? alınır mıyım ki ben? düşünelim.
Yorum Gönder