28 Şubat 2008
Gurur ve Önyargı: Kendi Sahnelerinde Kendilerini Oynayan Figürler...
Şu zamana kadar bir sürü kitap okumuşumdur. Okurken sıkıldığım kitapları bile sırf "başlamış olunan şeyi bitirmek zorunluluğu vardır" düşüncesiyle okumaya devam etmişimdir.(bknz:rus edebiyatı) Ama hiç biri beni Jane Austen denen hanımın yazdığı Gurur ve Önyargı kitabı kadar sıkmamıştı sanırım.
İlk sayfadaki el yazımın iddiasına göre 3 yıl önce almışım bu kitabı. Ama hala okuyup bitirememişim, kitap ayracım 135. sayfada sıkışıp kalmış. 510 sayfalık kitabın 3 yıl boyunca sadece 135 sayfasını okuyabilmiş olmam kendimi küçük görmeme neden olsa da bu düşünceyi bir kenara atıp başka bir şeyi düşünüyorum hemen "acaba ben bu dandirik kitaba kaç para saydım?" sonra bi soru daha "nerden esti de gidip bir ingiliz kadın romancının kitabını aldım?" Ve kafamın üstünde ışıldayan o 100'lük sarı ampül "heaa bunun filmini izlemiştim ben yaw,evet evet Aşk ve Gurur" Hayır daha da saçma olan, filmi beğenmemişken gidip bir de kitabını almak niye?
Şu an yanımda duruyor ve kapağındaki "ingiliz modernizasyon dönemi sanat akımı zırvası eskiz çalışması" nın konu ettiği sırt dokeltesini aşağı çekeleyen kumral hatun bana ukala ukala sırıtıyor.
Dünya klasiğiymiş. Bay Darcy ve Elizabeth Bennet'in aşk hikayesiymiş. Kafayı evlenmekle bozmuş hatunlar için çok uygun bir kitap. Havadan sudan diyalogların olduğu, iç monologların bile insanı sıkıntıdan patlattığı, başkalarının mektuplarını okumanın bile eğlencesinin olmadığı, zamanımızın aşk anlayışıyla uzaktan yakından ilişkisi olmayan, okurken "Romeo ve Juliet bile daha inandırıcıydı be" dedirten bir kitap.
Ee tabi ben bir otorite değilim, bakmayın ahkam kestiğime. Alın okuyun :D
İlk sayfadaki el yazımın iddiasına göre 3 yıl önce almışım bu kitabı. Ama hala okuyup bitirememişim, kitap ayracım 135. sayfada sıkışıp kalmış. 510 sayfalık kitabın 3 yıl boyunca sadece 135 sayfasını okuyabilmiş olmam kendimi küçük görmeme neden olsa da bu düşünceyi bir kenara atıp başka bir şeyi düşünüyorum hemen "acaba ben bu dandirik kitaba kaç para saydım?" sonra bi soru daha "nerden esti de gidip bir ingiliz kadın romancının kitabını aldım?" Ve kafamın üstünde ışıldayan o 100'lük sarı ampül "heaa bunun filmini izlemiştim ben yaw,evet evet Aşk ve Gurur" Hayır daha da saçma olan, filmi beğenmemişken gidip bir de kitabını almak niye?
Şu an yanımda duruyor ve kapağındaki "ingiliz modernizasyon dönemi sanat akımı zırvası eskiz çalışması" nın konu ettiği sırt dokeltesini aşağı çekeleyen kumral hatun bana ukala ukala sırıtıyor.
Dünya klasiğiymiş. Bay Darcy ve Elizabeth Bennet'in aşk hikayesiymiş. Kafayı evlenmekle bozmuş hatunlar için çok uygun bir kitap. Havadan sudan diyalogların olduğu, iç monologların bile insanı sıkıntıdan patlattığı, başkalarının mektuplarını okumanın bile eğlencesinin olmadığı, zamanımızın aşk anlayışıyla uzaktan yakından ilişkisi olmayan, okurken "Romeo ve Juliet bile daha inandırıcıydı be" dedirten bir kitap.
Ee tabi ben bir otorite değilim, bakmayın ahkam kestiğime. Alın okuyun :D
27 Şubat 2008
-Hayırdır? -Hayırdır,hayır...
Nedir yani bu?
Sabah sabah bir B.B.King,Louis Armstrong,Jerry Butler,Norah Jones,Etta James listesidir gidiyor. Güneşli bir günde souldur,jazzdır hiç iyi gitmeyen şeyler. Yani otur Dean Martin,Frank Sinatra falan dinle neşeni bul değil mi? Ya da Ray Charles aç Hit The Road Jack falan... Oturmuş Come Away With Me dinliyorsun! Nedir kızım senin sorunun?
Saat 10 olmuş,git birşeyler ye. Kaç saattir kahve içiyorsun, sabah kahvesini sert içen her filtre manyağı gibi yine garip bir havadasın.
Odanın penceresini de aç içeri temiz hava girsin biraz, dün geceden kalma o tabaklarla bardaklarıda bir zahmet bulaşık makinesine yerşleştir.
Telefon etmen gereken yerler yok mu? Tanıdıklar falan? Kalkıp arkadaşlarına gitsene. Ya da sadece gidip birilerini görsene.
Git artık...
Sabah sabah bir B.B.King,Louis Armstrong,Jerry Butler,Norah Jones,Etta James listesidir gidiyor. Güneşli bir günde souldur,jazzdır hiç iyi gitmeyen şeyler. Yani otur Dean Martin,Frank Sinatra falan dinle neşeni bul değil mi? Ya da Ray Charles aç Hit The Road Jack falan... Oturmuş Come Away With Me dinliyorsun! Nedir kızım senin sorunun?
Saat 10 olmuş,git birşeyler ye. Kaç saattir kahve içiyorsun, sabah kahvesini sert içen her filtre manyağı gibi yine garip bir havadasın.
Odanın penceresini de aç içeri temiz hava girsin biraz, dün geceden kalma o tabaklarla bardaklarıda bir zahmet bulaşık makinesine yerşleştir.
Telefon etmen gereken yerler yok mu? Tanıdıklar falan? Kalkıp arkadaşlarına gitsene. Ya da sadece gidip birilerini görsene.
Git artık...
23 Şubat 2008
Sabah Kazaları
Yani ne bileyim yeni uyanan insanlar bazı sakarlıklar yaparlar uyku mahmurluğuyla, yani ben kaç kere bacaklarım birbirine dolandığı için yere yuvarlandığımı bilirim vs vs... Ama sevgili anneciğim nasıl oldu da bizim dondurucunun kapağını kırdı anlamıyorum. Yani yerinden çıksa neyse de basbayağı kırılmış yaw!
Sabahın köründe iş yapmamak lazım, bende geçen gün sabahın köründe nete girip bu dönemki dersimi seçeyim bari sonra unuturum dedim, sonuç olarak "hmm bu derse kim giriyor acaba?" demeden sırf "mesleğin uygulamasını da öğrenmek gerenk la" diyerekten seçtim dersi. 2 gün sonra ders programına bakıp hocanın kim olduğunu öğrenince de bir güzel patladı bir taraflarımda...
Sabah sabah yapılacak tek iş uyumaktır efenim, siz bakmayın sağlıklı yaşam zırvacılarına, bünyeyi saat 10'dan önce ayaklandırmamak gerenk-EEYORE....
Sabahın köründe iş yapmamak lazım, bende geçen gün sabahın köründe nete girip bu dönemki dersimi seçeyim bari sonra unuturum dedim, sonuç olarak "hmm bu derse kim giriyor acaba?" demeden sırf "mesleğin uygulamasını da öğrenmek gerenk la" diyerekten seçtim dersi. 2 gün sonra ders programına bakıp hocanın kim olduğunu öğrenince de bir güzel patladı bir taraflarımda...
Sabah sabah yapılacak tek iş uyumaktır efenim, siz bakmayın sağlıklı yaşam zırvacılarına, bünyeyi saat 10'dan önce ayaklandırmamak gerenk-EEYORE....
22 Şubat 2008
Burnout Baby!!
Günlerdir kişisellik kokan “sevgili günlük” kıvamındaki yazılar dışında başka bir şeyle uğraşmadığımın farkına vardım ki bu günler; haftalar ve aylar olmak üzere bir güzel de birikme yapmışlar camımın önünde. Böyle bir başlangıç yaparak yine kişisel zırvalar yazacağımın sinyallerini verdiğimin farkındayım ama gelin görün ki insan, insan olduğunun farkına varınca insani ihtiyaçlarını karşılamak için daha beter bir çırpınarak batma ve boğulma hallerine giriyor.
Teşhirci biri olduğumu zaten biliyorsunuz, kafiyeli konuşup gereğinden fazla bağlaç kullanarak ayrıntılara dalmamın nedeni bir teşhirci olmam. Bununla gurur falan duymuyorum ama o potansiyele de sahibim. Bu çeşit bir farkındalık bazılarımız için zararlı olabilir belki, bilemiyorum. Ama ben hiçbir zaman karşıma geçip “bu bunun için böyle oldu yani bu böyleydi” diyen birinin lafını keserek ciddi ciddi “hayır adamım, aslında o dediğin öyle değildi” dememişimdir. Vicdanen hiç rahatsız olmadım, olmuyorum da. Farkında olmak bir şeyleri bilmek anlamına gelmiyor aslında. Yani Dünya Savaşları’nın nasıl çıktığını bilmekle neden çıktığının farkında olmak farklı şeylerdir, malumunuz.
Kafanızı karıştırarak Woody Allen tarzı prim yapma sevdasında değilim. Ama istersem yapabilirim. Ama bu sefer değil, şimdi değil…
Şu kafamıza kakılan gençlik gerekliliklerini düşünüyorum. Yani ölmeden önce okumanız, izlemeniz, yapmanız, etmeniz gereken şeyler listeleri bir yana, gençken yapılması gerekenler listesi var ve hepsini yapmak için zamanımız kısıtlı. Şimdi tam da burada - “kim demiş Mualla’ya vurulmuşum diye” şeklinde “kim yazmış o listeleri de bize akıl öğretiyormuş” diyerek gereksiz tepkilerde bulunmayacağım, çok manasız olur yaw- diye bir cümle kurmam ve Dünya Savaşları dediğim an da aklıma gelen silah fabrikalarını ve sadece bir sene o fabrikalara harcanan paranın 3. dünya ülkelerine hibe politikası ile ilgili düşüncelerimi yazmam lazım. Ama kendimi sandığım kişi değilim, kasmak boşuna… O yüzden ver yansın kavrulsun birileri bir şeyler duysun…
Neden bazı insanlar yapmamız gereken şeyler olduğunu düşünüp bize yol göstermeye çalışıyorlar anlamıyorum. Yani neden zamanını benim kesinlikle yapmam gereken şeyleri düşünüp kitap haline getirmekle uğraşıyorsun ki. Hadi diyeceğim ki sadece kar amaçlı bir şey bu ya da yaşadıklarına gereğinden fazla anlam katan birinin dünyaya haykırma isteği.
Yani demek istediğim konuya giriş yaptığım şu “ölmeden önce…” kitapları bir yana, nedir bu; “bir şeyler oluyor ve ölüyor gençler, bunun farkına varın ne olur” felsefesi. Farkındayım bende yapıyorum bunu. Ama neden “17 yaşında olmak vardı be kuzum” gibi bir cümle ağzımdan çıkıyor ve ben o anda bunu söylediğime pişman olmuşken susmak yerine o genç bedene saçma sapan bir “ahh genç olmak” konulu konferans veriyorum ki? Erken bunama kıvamında erken yaşlanma belirtileri belki de bilemeyeceğim. Ya da “gençken yapmanız gerekenler” listesindeki çoğu şeyi yapmamış ve yapmaya da niyeti olmayan (ya da seni mi kandıracağım sevgili okuyucu) yapmaya üşenen biri olarak, ben sıramı savdım biyolojik olarak olmasa da psikolojik olarak yaşlandım, ruhumu ihtiyarlaştırdım demeyi seçiyorum. Ben de kendimi pek bi b.k sanıyorum yaw!
Geçen Erdem’e “benim egom yok diyerek egomu tatmin ediyorum” demiştim, şimdi tirink etti ego insan demek. Ve insan deyince herkesin aklına ilk gelen şey “ben” demek. Nasıl eğleniyorum şu an anlatamam. Diyeceğimi de unutacağım nerdeyse, hatta bazı kısımları egoma teslim oldu bile…
Yani demek istediğim…
Sadece merak ediyorum…
Neden hayatı; şurasından burasından şu şekilde bu şekilde bir şekilde, tutun çekiştirin yamultun tepetaklak edin savurun, koşun yakalayın sallayın döndürün çalkalayın durultun, fondip yapın kusun küllerinden tekrar Anka’yı doğurtun, kendinize uygun bir yer bulun yerleşin kök salmayın ama ait olun, bakın dinleyin bulun buldurun keşfedin mahvedin, yaşayın görün bilin ama asla tam olarak öğrenmeyin, diyorlar…
Yani; leave as fast as you came, no invitation, nowhere to go from here!!!
Teşhirci biri olduğumu zaten biliyorsunuz, kafiyeli konuşup gereğinden fazla bağlaç kullanarak ayrıntılara dalmamın nedeni bir teşhirci olmam. Bununla gurur falan duymuyorum ama o potansiyele de sahibim. Bu çeşit bir farkındalık bazılarımız için zararlı olabilir belki, bilemiyorum. Ama ben hiçbir zaman karşıma geçip “bu bunun için böyle oldu yani bu böyleydi” diyen birinin lafını keserek ciddi ciddi “hayır adamım, aslında o dediğin öyle değildi” dememişimdir. Vicdanen hiç rahatsız olmadım, olmuyorum da. Farkında olmak bir şeyleri bilmek anlamına gelmiyor aslında. Yani Dünya Savaşları’nın nasıl çıktığını bilmekle neden çıktığının farkında olmak farklı şeylerdir, malumunuz.
Kafanızı karıştırarak Woody Allen tarzı prim yapma sevdasında değilim. Ama istersem yapabilirim. Ama bu sefer değil, şimdi değil…
Şu kafamıza kakılan gençlik gerekliliklerini düşünüyorum. Yani ölmeden önce okumanız, izlemeniz, yapmanız, etmeniz gereken şeyler listeleri bir yana, gençken yapılması gerekenler listesi var ve hepsini yapmak için zamanımız kısıtlı. Şimdi tam da burada - “kim demiş Mualla’ya vurulmuşum diye” şeklinde “kim yazmış o listeleri de bize akıl öğretiyormuş” diyerek gereksiz tepkilerde bulunmayacağım, çok manasız olur yaw- diye bir cümle kurmam ve Dünya Savaşları dediğim an da aklıma gelen silah fabrikalarını ve sadece bir sene o fabrikalara harcanan paranın 3. dünya ülkelerine hibe politikası ile ilgili düşüncelerimi yazmam lazım. Ama kendimi sandığım kişi değilim, kasmak boşuna… O yüzden ver yansın kavrulsun birileri bir şeyler duysun…
Neden bazı insanlar yapmamız gereken şeyler olduğunu düşünüp bize yol göstermeye çalışıyorlar anlamıyorum. Yani neden zamanını benim kesinlikle yapmam gereken şeyleri düşünüp kitap haline getirmekle uğraşıyorsun ki. Hadi diyeceğim ki sadece kar amaçlı bir şey bu ya da yaşadıklarına gereğinden fazla anlam katan birinin dünyaya haykırma isteği.
Yani demek istediğim konuya giriş yaptığım şu “ölmeden önce…” kitapları bir yana, nedir bu; “bir şeyler oluyor ve ölüyor gençler, bunun farkına varın ne olur” felsefesi. Farkındayım bende yapıyorum bunu. Ama neden “17 yaşında olmak vardı be kuzum” gibi bir cümle ağzımdan çıkıyor ve ben o anda bunu söylediğime pişman olmuşken susmak yerine o genç bedene saçma sapan bir “ahh genç olmak” konulu konferans veriyorum ki? Erken bunama kıvamında erken yaşlanma belirtileri belki de bilemeyeceğim. Ya da “gençken yapmanız gerekenler” listesindeki çoğu şeyi yapmamış ve yapmaya da niyeti olmayan (ya da seni mi kandıracağım sevgili okuyucu) yapmaya üşenen biri olarak, ben sıramı savdım biyolojik olarak olmasa da psikolojik olarak yaşlandım, ruhumu ihtiyarlaştırdım demeyi seçiyorum. Ben de kendimi pek bi b.k sanıyorum yaw!
Geçen Erdem’e “benim egom yok diyerek egomu tatmin ediyorum” demiştim, şimdi tirink etti ego insan demek. Ve insan deyince herkesin aklına ilk gelen şey “ben” demek. Nasıl eğleniyorum şu an anlatamam. Diyeceğimi de unutacağım nerdeyse, hatta bazı kısımları egoma teslim oldu bile…
Yani demek istediğim…
Sadece merak ediyorum…
Neden hayatı; şurasından burasından şu şekilde bu şekilde bir şekilde, tutun çekiştirin yamultun tepetaklak edin savurun, koşun yakalayın sallayın döndürün çalkalayın durultun, fondip yapın kusun küllerinden tekrar Anka’yı doğurtun, kendinize uygun bir yer bulun yerleşin kök salmayın ama ait olun, bakın dinleyin bulun buldurun keşfedin mahvedin, yaşayın görün bilin ama asla tam olarak öğrenmeyin, diyorlar…
Yani; leave as fast as you came, no invitation, nowhere to go from here!!!
17 Şubat 2008
Selam Ben Calvin....
Bir varmış bir yokmuş ve ben;
küçükken Susam Sokağı'nı izliyormuşum ve her seferinde anneme;
"bu mu yani minik kuş anne, bu mu?" diye elimi tv ye doğru hesap sorar vaziyette uzatıyormuşum. Hiç bir zaman o deve kuşunun minik kuş olduğuna inanmıyomuşum,
camdan Sarelle kavanozuna kaşıkla saldırıyormuşum ve evin içinde ambalajındaki elinde asası olan prensesi taklit ederek yürüyormuşum,
misketlerim varmış, hiç hatırlamıyorum, annem ağzımdaki misketleri gördüp kızdığında "tek seferde kaç tane misketi ağzıma sokabilirim onu deniyorum anne yaa" diye olaya bilimsellik katıyormuşum,
karton kutudan televizyon yapıyormuşum ve haberleri sunuyormuşum,
Joe Cocker'ın Unchain My Heart'ı en sevdiğim şarkıymış, "aynçeyn may hart" diye söylermişim,
Kaygan parkelerde çorapla kayarmışım,
Lambada'nın bir dans olduğunu ve o zamanlar neden yasaklandığını hiç anlamamışım, "bu etekler çok güzel anne ya neden yasaklanmış ki" diye hep sormuşum,
leblebileri havaya atark yemeye çalışırmışım ama hep yere düşermiş ve yerden alıp yermişim, çok midesizmişim,
Tom ve Jerry'de Tom'a çok acırmışım ve "anne bi kere de Tom kazansa olmaz mı?" diye annemin duruma el koymasını istermişim.,
Sonra daha ne çok şey varmış ama bir blog saysasına bir günde bu kadar zırvalamak çok fazlaymış.
Az Buçuk Politik Fikir Beyanı
Şimdi efenim bildiğiniz üzre Kosova'nın bağımzılığını ilan etmesi eli kulağında. Ajans bangır gümbür aynı haberi geçiyor. Bayraktaki yıldızların hangi ülkeleri sembolize ettiği,yok Kosova caddelerindeki İngiliz ve Amerikan bayrakları, Kosova insanının şenlik havası vs vs...
Herkes bir bayram havasında, bağımsızlık bayram edilecek bir durumdur evet haklılar sevinsinler, hep bir ağızdan türküler söylesinler...
Peki bu arada ne oluyor, Dünya kamuoyunun bir kısmı ve Avrupa kamuoyu ile Türkiye kamuoyu Putin'in ettiği o malum cümlelere kızıyor. Nedir o cümleler? Aklımda kaldığı kadarıyla şudur;
-Kosova'nın bağımsızlığına kesinlikle karşıyız.Kosova'nın bağımsızlık ilanı uluslararası hukuk sistemine ciddi zararlar verecektir, Balkanlardaki istikrar için kötü sonuçlar doğuracaktır...
vs vs vs... Kremlin'de daha neler konuşuldu tabi ki de herkes buraya takılıp kalmış durumda.
Ben Putin'in İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerini kastederek sarf ettiği şu cümleye ise öldüm bittim,yüzümde sinsi bir gülümseme ile dinledim. Nedir o cümleler? Aklımda kaldığı kadarylıa şudur;
- Sizler Rusya'nın bu bağımsızlığı tanımasını istiyorsunuz. Biz buna kesinlikle karşıyız ve önümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti örneği varken, sizlerin bu isteğini de yerine getirmemizi isteyemezsiniz...
Yani;
Yemişim sizi Avrupa birliği devletleri, siz önce gidin kendi sorununuzu halledin sonra gelin bana ne yapmam gerektiğiyle ilgili akıl öğretin. Aklını kendine sakla İngiltere yemişim senin barışçıl politikanı, sen ne tilkisindir bilmez miyim ben!! Kendi çıkarım için böyle bel altı vurmaktan da çekinmiyorum işte oh olsun sana!! Sen git önce yıllardın göz ardı ettiğin K.K.T.C'yi tanı sonra gel vik vikle bakalım, belki o zaman dikkate alabilirim seni ki bak dikkat et belki dedim. Hadi bakiim yallah!!!!
Bu nasıl bir satıştır,bu nasıl bir laf oturtmaktır, bu nasıl bir çakallıktır sevgili okuyucu... Avrupa devletleri ki özellikle İngiltere nasıl da madara olmuştur... Tabi Vladimir amca bunu sırf işine "öyle" geldiği için söylüyor. Ama fena madara etti adamları hoşuma gitti o an ne yapayım...
Kosova'nın bağımsızlığı ile ilgili de diyebileceğim tek şey; Hayırlısı efenim ama olay kafalarınızın bağımsız olmasında biter, tükkan camlarına yalakalık bayrakları asmakla da olur tabi ama dökülen onca kan bu şekilde gerçekleşen bir bağımsızlık ilanıyla ne kadar şereflenir bilemeyeceğim...
Saygılar sevgili okuyucu...
Herkes bir bayram havasında, bağımsızlık bayram edilecek bir durumdur evet haklılar sevinsinler, hep bir ağızdan türküler söylesinler...
Peki bu arada ne oluyor, Dünya kamuoyunun bir kısmı ve Avrupa kamuoyu ile Türkiye kamuoyu Putin'in ettiği o malum cümlelere kızıyor. Nedir o cümleler? Aklımda kaldığı kadarıyla şudur;
-Kosova'nın bağımsızlığına kesinlikle karşıyız.Kosova'nın bağımsızlık ilanı uluslararası hukuk sistemine ciddi zararlar verecektir, Balkanlardaki istikrar için kötü sonuçlar doğuracaktır...
vs vs vs... Kremlin'de daha neler konuşuldu tabi ki de herkes buraya takılıp kalmış durumda.
Ben Putin'in İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerini kastederek sarf ettiği şu cümleye ise öldüm bittim,yüzümde sinsi bir gülümseme ile dinledim. Nedir o cümleler? Aklımda kaldığı kadarylıa şudur;
- Sizler Rusya'nın bu bağımsızlığı tanımasını istiyorsunuz. Biz buna kesinlikle karşıyız ve önümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti örneği varken, sizlerin bu isteğini de yerine getirmemizi isteyemezsiniz...
Yani;
Yemişim sizi Avrupa birliği devletleri, siz önce gidin kendi sorununuzu halledin sonra gelin bana ne yapmam gerektiğiyle ilgili akıl öğretin. Aklını kendine sakla İngiltere yemişim senin barışçıl politikanı, sen ne tilkisindir bilmez miyim ben!! Kendi çıkarım için böyle bel altı vurmaktan da çekinmiyorum işte oh olsun sana!! Sen git önce yıllardın göz ardı ettiğin K.K.T.C'yi tanı sonra gel vik vikle bakalım, belki o zaman dikkate alabilirim seni ki bak dikkat et belki dedim. Hadi bakiim yallah!!!!
Bu nasıl bir satıştır,bu nasıl bir laf oturtmaktır, bu nasıl bir çakallıktır sevgili okuyucu... Avrupa devletleri ki özellikle İngiltere nasıl da madara olmuştur... Tabi Vladimir amca bunu sırf işine "öyle" geldiği için söylüyor. Ama fena madara etti adamları hoşuma gitti o an ne yapayım...
Kosova'nın bağımsızlığı ile ilgili de diyebileceğim tek şey; Hayırlısı efenim ama olay kafalarınızın bağımsız olmasında biter, tükkan camlarına yalakalık bayrakları asmakla da olur tabi ama dökülen onca kan bu şekilde gerçekleşen bir bağımsızlık ilanıyla ne kadar şereflenir bilemeyeceğim...
Saygılar sevgili okuyucu...
16 Şubat 2008
Duvarımızdaki 254 Tane Küçük Delik Var!!!
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okuldaydı... Birgün önceden çıkan Penguen bile kurtaramazdı bizi, yanında Uykusuz olmasına rağmen işe yaramazdı, hemen okunup biterdi ikiside... Birşeyler yapmak lazımdı... (biliyorum iğrencim,gözleri ışıldayan şirin smili = :G)
Aklıma gelen "boş zaman değerlendirme aktivitesi" duvarımıza şu an için 254 tane küçük delik bıraktı ama çok da iyi oldu... (32 dişini gösteren smili)
.
.
.
Geçen çarşamba günü evdeki bilgisayarı çökerttim yine. Nasıl oldu diye merak etmeyin bende bilmiyorum. Gerçi "negatif enerjinin" suçu hep, aslında yine "ben biliyorum" yani ama kimse inanmıyor...
Neyse efenim işte klasik bir "Wonka kafaya yine saçma bişeyi takmış kendi kendine sinir yapmış" olayı yaşanıyordu evde. Ben anneme "bık bık şu şöyle bu böyle ben biliyorum işte tamam mı yaa" konuşması yapıyordum, böyle hafif sinirliyim tabi ille kabul ettircem ya kadına söylediğim şeyi, o da geçmiş karşıma gülüyo "ne bu -gerenksiz- şiddet bu celal" diyo falan beni daha çok gıcık ediyordu. Meltırıpırı da "aman abla yaaa" diye kıkır kıkır gülmeye başlayınca "aman yaw siz ne anlarsınız zaten" diye bir hıh çekip, msne girip anlayan birilerini bulma umuduyla bilgisayarı açmaya gitmiştim. Ama kasanın power düğmesine dokunmamla açılması gereken bilgisayar açılmadı.
Windows yükleniyor yazısı geldi sonunda ama yüklendiğini gösteren o soldan gelip sağa giden mavi çıbıklar ortada takılıp yerine siyah bir ekran açıldı. Bu görüntüyle daha önce de karşılaşmış olan ben hiç heycan yaratmadan içimden "aha yine çökerttim windowsu" dedim ve içeri seslendim;
"Hey corç bu açılmıyo..."
"Açamamışsındır."
"Hadi ordan be bastım işte düğmesine."
"La yine bilgisayarı çökertmişsin sen!!! Ne yaptın yine yaa!!"
"Bişey yapmadım be alla alla"
"Ya her geldiğinde şu bilgisayarı çökertmeyi nasıl başarıyorsun anlayamıyorum ya"
şeklinde söylene söylene kasayı söken kardeşcağazım,babamı aradı ve
"Senin bu kızın yine pci çökertti babacığım servise götürücez şimdi..."
vs vs diye bir güzel şikayet etti beni babişe. Neyse işte birlikte ailemizin pc tamircisine gittik efenim. Yolda kedi falan sevdim ben bu kardeş insanı çok kızdı;
"La yürüsene durmuş kedi seviyo ya!!!"
Babamı tanıyan bir amcanın tükkanı bu servis yeri, amca bir güzel dalga geçti
"Bir daha ki sefere madalya takacağım sana" diye...
Ayıp olmasın diye güldük bizde ne yapalım,ayıp yani...Akşama olur gelin alın dedi. Ama ben biliyordum akşama olmazdı, nerden baksanız 2 günlük işi vardı o kasanın. (H)
Herşey kardeşimin;
"Akşama kadar oyalanalım bari,gel sana geçen gün beğendiğim elbiseyi göstereyim"
demesiyle başladı...
Aklıma gelen "boş zaman değerlendirme aktivitesi" duvarımıza şu an için 254 tane küçük delik bıraktı ama çok da iyi oldu... (32 dişini gösteren smili)
.
.
.
Geçen çarşamba günü evdeki bilgisayarı çökerttim yine. Nasıl oldu diye merak etmeyin bende bilmiyorum. Gerçi "negatif enerjinin" suçu hep, aslında yine "ben biliyorum" yani ama kimse inanmıyor...
Neyse efenim işte klasik bir "Wonka kafaya yine saçma bişeyi takmış kendi kendine sinir yapmış" olayı yaşanıyordu evde. Ben anneme "bık bık şu şöyle bu böyle ben biliyorum işte tamam mı yaa" konuşması yapıyordum, böyle hafif sinirliyim tabi ille kabul ettircem ya kadına söylediğim şeyi, o da geçmiş karşıma gülüyo "ne bu -gerenksiz- şiddet bu celal" diyo falan beni daha çok gıcık ediyordu. Meltırıpırı da "aman abla yaaa" diye kıkır kıkır gülmeye başlayınca "aman yaw siz ne anlarsınız zaten" diye bir hıh çekip, msne girip anlayan birilerini bulma umuduyla bilgisayarı açmaya gitmiştim. Ama kasanın power düğmesine dokunmamla açılması gereken bilgisayar açılmadı.
Windows yükleniyor yazısı geldi sonunda ama yüklendiğini gösteren o soldan gelip sağa giden mavi çıbıklar ortada takılıp yerine siyah bir ekran açıldı. Bu görüntüyle daha önce de karşılaşmış olan ben hiç heycan yaratmadan içimden "aha yine çökerttim windowsu" dedim ve içeri seslendim;
"Hey corç bu açılmıyo..."
"Açamamışsındır."
"Hadi ordan be bastım işte düğmesine."
"La yine bilgisayarı çökertmişsin sen!!! Ne yaptın yine yaa!!"
"Bişey yapmadım be alla alla"
"Ya her geldiğinde şu bilgisayarı çökertmeyi nasıl başarıyorsun anlayamıyorum ya"
şeklinde söylene söylene kasayı söken kardeşcağazım,babamı aradı ve
"Senin bu kızın yine pci çökertti babacığım servise götürücez şimdi..."
vs vs diye bir güzel şikayet etti beni babişe. Neyse işte birlikte ailemizin pc tamircisine gittik efenim. Yolda kedi falan sevdim ben bu kardeş insanı çok kızdı;
"La yürüsene durmuş kedi seviyo ya!!!"
Babamı tanıyan bir amcanın tükkanı bu servis yeri, amca bir güzel dalga geçti
"Bir daha ki sefere madalya takacağım sana" diye...
Ayıp olmasın diye güldük bizde ne yapalım,ayıp yani...Akşama olur gelin alın dedi. Ama ben biliyordum akşama olmazdı, nerden baksanız 2 günlük işi vardı o kasanın. (H)
Herşey kardeşimin;
"Akşama kadar oyalanalım bari,gel sana geçen gün beğendiğim elbiseyi göstereyim"
demesiyle başladı...
15 Şubat 2008
Dünya Edebiyatı Final Sınavı Sonucu
Bilemiyorum sevinmem mi lazım yoksa üzülmem mi?
Bir kaç blog girdisi öncesinde anlatmıştım sana sevgili okuyucu, hani seçmeli dersim olan Dünya Edebiyatı final sınavında nasılda bir güzel patlamıştım,hatırlıyor musun? Hani olasılıklar dahilinde 4 naçizane maddde yazmıştım, daha da çoğaltabiliriz bunları demiştim.... İşte o kesin sıfır alırım dediğim sınavdan geçmişim ben!! Valla.. Hem de öyle 45-50 ile değil, bir güzel 85 alaraktan geçmişim...
Dönem boyu derse girmeyip,hocamın bıraktığı notları fotokopileri falan almayıp, final sabahı garip bir şekilde "yaparım herhalde" diye düşünmüş ve tam vaktinde girmiştim salona.
Zaten hoca soruyu dile getirdiği zaman yüzümdeki gülümsemeden anlamıştı hiçbir fikrim olmadığını.
"kendi kelimelerimizle yazacağız değil mi? kendimizce yani?" diye sorduğum zaman şöyle bir bakmış "Evet ama verdiğim hikayelerden anlatılanlarla da örnekleyin yani" diye birşey söylemişti sanırım, ben "verdiğim hikayeler" dediği an da kendimle dalga geçer ve azıcıkta sorumsuzluğumdan pişman ve memnun olarak gülümsemeye başlamıştım. O an anlamıştı hoca bahsedilen konuyla ilgili hiçbir fikrim olmadığını...
Kağıdı boş verip çıkmak yemedi tabi o yüzden oturup "aslında bu konu hakkında güzel bir paragraf hatta paragraflar yazabilirdim hocam ama vermiş olduğunuz hikayeleri gidip almayı beceremeyecek kadar sorumsuz ve boşvermiş biri olduğum için şu an bu okuduklarınızı saçmalamak zorunda kalıyorum..." gibi şeyler yazmıştım... Harfi harfine hatırlamıyorum ama ciddi ciddi o an ne düşünüyorsam yazmıştım, sorunun genelini de düşünerek bir kusmuk analiz bırakmıştım kendimce ve yazımın karmaşıklığından dolayı tekrar özür dileyerek vermiştim kağıdı...
Yaptığıma pişman olmuştum tabi. Metroda akan reklamı izlerken aklımdan "kesin disipline verecek beni" diye düşünceler geçiyordu... Ama gelin görün ki 85 almışım ve geçmişim...
Annem ettiği dualara bağladı işi hemen, ablam "zaten biliyordum ben kim bilir neler neler yazdın da adamın kafası karıştı verdi 85'i" dedi. Babam anlattığım zaman çok kızmıştı "ne demek sınav kağıdına cevabı bilmediğin için saçmalamak" demişti. Akşama "hehe 85 almışım adamım naber" diyeceğim o zaman da "zaten senin ne biçim okulun var" diye başlayacak ve "hayırlısıyla bitir şu okulu da ben başka birşey istemiyorum" diyecek.
En güzelini Kıvanç söyledi: Ohaaa yuh!! Ne şanslısın lan! Gıcık oluyorum sana 789!!
ÇukurNot: Dünya Edebiyatı hocam olan beyefendi de yrd.doç geçtiğimiz günlerde bana "senden bi b.k olmaz" diye imada bulunan hanımefendi de yrd.doç. Tabi sana olayın her ayrıntısını anlatmadım sevgili okuyucu ama şunu bil ki hatun kısmısı üni.de hoca olunca........ Anladın sen,hadi öptüm bye.
Bir kaç blog girdisi öncesinde anlatmıştım sana sevgili okuyucu, hani seçmeli dersim olan Dünya Edebiyatı final sınavında nasılda bir güzel patlamıştım,hatırlıyor musun? Hani olasılıklar dahilinde 4 naçizane maddde yazmıştım, daha da çoğaltabiliriz bunları demiştim.... İşte o kesin sıfır alırım dediğim sınavdan geçmişim ben!! Valla.. Hem de öyle 45-50 ile değil, bir güzel 85 alaraktan geçmişim...
Dönem boyu derse girmeyip,hocamın bıraktığı notları fotokopileri falan almayıp, final sabahı garip bir şekilde "yaparım herhalde" diye düşünmüş ve tam vaktinde girmiştim salona.
Zaten hoca soruyu dile getirdiği zaman yüzümdeki gülümsemeden anlamıştı hiçbir fikrim olmadığını.
"kendi kelimelerimizle yazacağız değil mi? kendimizce yani?" diye sorduğum zaman şöyle bir bakmış "Evet ama verdiğim hikayelerden anlatılanlarla da örnekleyin yani" diye birşey söylemişti sanırım, ben "verdiğim hikayeler" dediği an da kendimle dalga geçer ve azıcıkta sorumsuzluğumdan pişman ve memnun olarak gülümsemeye başlamıştım. O an anlamıştı hoca bahsedilen konuyla ilgili hiçbir fikrim olmadığını...
Kağıdı boş verip çıkmak yemedi tabi o yüzden oturup "aslında bu konu hakkında güzel bir paragraf hatta paragraflar yazabilirdim hocam ama vermiş olduğunuz hikayeleri gidip almayı beceremeyecek kadar sorumsuz ve boşvermiş biri olduğum için şu an bu okuduklarınızı saçmalamak zorunda kalıyorum..." gibi şeyler yazmıştım... Harfi harfine hatırlamıyorum ama ciddi ciddi o an ne düşünüyorsam yazmıştım, sorunun genelini de düşünerek bir kusmuk analiz bırakmıştım kendimce ve yazımın karmaşıklığından dolayı tekrar özür dileyerek vermiştim kağıdı...
Yaptığıma pişman olmuştum tabi. Metroda akan reklamı izlerken aklımdan "kesin disipline verecek beni" diye düşünceler geçiyordu... Ama gelin görün ki 85 almışım ve geçmişim...
Annem ettiği dualara bağladı işi hemen, ablam "zaten biliyordum ben kim bilir neler neler yazdın da adamın kafası karıştı verdi 85'i" dedi. Babam anlattığım zaman çok kızmıştı "ne demek sınav kağıdına cevabı bilmediğin için saçmalamak" demişti. Akşama "hehe 85 almışım adamım naber" diyeceğim o zaman da "zaten senin ne biçim okulun var" diye başlayacak ve "hayırlısıyla bitir şu okulu da ben başka birşey istemiyorum" diyecek.
En güzelini Kıvanç söyledi: Ohaaa yuh!! Ne şanslısın lan! Gıcık oluyorum sana 789!!
ÇukurNot: Dünya Edebiyatı hocam olan beyefendi de yrd.doç geçtiğimiz günlerde bana "senden bi b.k olmaz" diye imada bulunan hanımefendi de yrd.doç. Tabi sana olayın her ayrıntısını anlatmadım sevgili okuyucu ama şunu bil ki hatun kısmısı üni.de hoca olunca........ Anladın sen,hadi öptüm bye.
21 Ekim 2015 (Back To The Future 2)
Cnbc-e de Geleceğe Dönüş-2 başladı şimdi.(akşam kuşağının gece tekrarı) Marty,Jen ve Doktor geleceğin caddelerinde uçan bir taksiye vurmaktan son anda kurtuldular...
Marty: What the hell was that?
Doc: Taxi cab.
Marty: What do you mean a taxi cab, I thought we were flying?
Doc: Precisely.
Marty: Alright Doc, what's going on, huh? Where are we? When are we?
Marty: 2015? You mean we're in the future?
Jennifer: The Future, Marty? What do you mean? How can we be in the future?
Marty: Uh Jennifer, um, I don't know how to tell you this, but...you're in a time machine.
Jennifer: And this is the year 2015?
Doc: October 21st, 2015.
90'ların başında ağzım açık bir şekilde zevkle izlediğim bu filmi,şimdi içim biraz buruk ve geleceğe olan inancım kırılmış hatta parçapinçik edilmiş olarak izliyorum...
Kısa bir "la o zaman kurulan hayallere bak, yıl 2015... uçan arabalar,tepetaklak dolaşan insanlar vs vs...." diye düşündükten sonra, içinde bulunduğumuz 2008 yılını çoktaaan yüzsüzce heba etmeye başladığımızı fark ediyorum.(ki bakınız 2 ay önce yeni yıldı kendisi)
Üzüldüm desem yalan olur sevgili okuyucu. Sadece hayallerin hayal olmaktan çıktıkları zamanalarda hissedilen o boş ve kof duygu kapladı içimi.
Gerçi "daha 7 uzun yıl var uçan arabalar belkim çıkarlar yaaa" diyorum içimden ama buna kendim de inanmıyorum. Aklıma elmas madenleri,petrol platformları ve silah fabrikaları geliyor... "amaaaan 21. yüzyılda kimsenin Dr. Emmett Brown'cılık oynacayak zamanı yok" diyorum kendi kendime.
ÇukurNot:Filmde Marty'nin veletlerini yine Marty'nin kendisi yani Michael J. Fox oynuyordu. Hadi Marty McFly Jr. neyse de neden Marlene McFly'ı da J.Fox'un oynadığını hala anlayabilmiş değilim. Yani ne alaka la... J.Fox'u hatuna çevirmek pek bi rahatsız edici bence. İlk izlediğimde de buna takmıştım kafayı hala da takığım. Öffff biliyorum sevgili okuyucu,biliyorum.. Ama beni böyle sevceksin ne yapiim...(gözleri ışıldayan şirin smili)
Marty: What the hell was that?
Doc: Taxi cab.
Marty: What do you mean a taxi cab, I thought we were flying?
Doc: Precisely.
Marty: Alright Doc, what's going on, huh? Where are we? When are we?
Marty: 2015? You mean we're in the future?
Jennifer: The Future, Marty? What do you mean? How can we be in the future?
Marty: Uh Jennifer, um, I don't know how to tell you this, but...you're in a time machine.
Jennifer: And this is the year 2015?
Doc: October 21st, 2015.
90'ların başında ağzım açık bir şekilde zevkle izlediğim bu filmi,şimdi içim biraz buruk ve geleceğe olan inancım kırılmış hatta parçapinçik edilmiş olarak izliyorum...
Kısa bir "la o zaman kurulan hayallere bak, yıl 2015... uçan arabalar,tepetaklak dolaşan insanlar vs vs...." diye düşündükten sonra, içinde bulunduğumuz 2008 yılını çoktaaan yüzsüzce heba etmeye başladığımızı fark ediyorum.(ki bakınız 2 ay önce yeni yıldı kendisi)
Üzüldüm desem yalan olur sevgili okuyucu. Sadece hayallerin hayal olmaktan çıktıkları zamanalarda hissedilen o boş ve kof duygu kapladı içimi.
Gerçi "daha 7 uzun yıl var uçan arabalar belkim çıkarlar yaaa" diyorum içimden ama buna kendim de inanmıyorum. Aklıma elmas madenleri,petrol platformları ve silah fabrikaları geliyor... "amaaaan 21. yüzyılda kimsenin Dr. Emmett Brown'cılık oynacayak zamanı yok" diyorum kendi kendime.
ÇukurNot:Filmde Marty'nin veletlerini yine Marty'nin kendisi yani Michael J. Fox oynuyordu. Hadi Marty McFly Jr. neyse de neden Marlene McFly'ı da J.Fox'un oynadığını hala anlayabilmiş değilim. Yani ne alaka la... J.Fox'u hatuna çevirmek pek bi rahatsız edici bence. İlk izlediğimde de buna takmıştım kafayı hala da takığım. Öffff biliyorum sevgili okuyucu,biliyorum.. Ama beni böyle sevceksin ne yapiim...(gözleri ışıldayan şirin smili)
12 Şubat 2008
Hatunsallık Hastalığı
Bu hatunların bir sürü hastalığı var efenim. Şu klişe olanları biliyorsunuzdur zaten. Hazırlanıp bir türlü evden çıkamama, alışveriş yaparken 40 kere dönüp aynı reyona bakma, "kırmızısını mı alsaaam mavisini mi alsaaaam" diye uzun bir muhakemenin sonunda her ikisini de alma, durup dururken "sen eskisi kadar sevmiyorsun beni ühüü" konulu seminerler verme vs vs.... Bunlar çok genel şeyler ve açıkcası her hatun yapmaz bu saydıklarımı. Bu saydıklarım kadın dergilerindeki testler için belirlenmiş davranış biçimleridir. Daha küçük ve sinir bozucu şeyler var bu hatunlarla ilgili. Hatunların arasında büyümüş biri olarak bunu benden daha iyi bilen biri olamaz.
Bu hatunların zevzek muhabbetleri olur ki çok eğlencelidir aslından ama zevzeklikleri hatunsal hastalıklarıyla karışınca hiç çekilmez.Örnekleyerek anlatayım tam olsun...Bu hatunlar her daim iyi görünmek isterler efenim. Yani sadece kelime olarak iyi değil gerçekten "iyi" görünmek isterler her durumda, her şekilde. Evin içinde bile şıktırlar, ama evin içindeki şıklık dışarısı için yeterli değildir. Mesela 2dk. da bakkala gidip gelme mantığı yoktur bu hatunlarda. O erkeklere özgü birşeydir. Bknz yaşanmış bir olay;
Geçenlerde hepimiz evdeyken, doğal halimizde net,film,müzik,kitap,dergi,ödev takılırkene, ben denizin canı cipis istedi. Miskin bir insan olduğumu ama tadından yenilemeyecek kadar da şeker bir karaktere sahip olduğumu zaten biliyorsunuz. Böcül böcül bakan kocaman mavi gözlerimin de yardımıyla "Meltırıpırı, kardeşcağızım, hadi yavrimu,bi bakkala git de gel,dönerken de elinde Doritos Taco olsun gülüm,böyle büyük boy janjanlı paket" vs vs gibilerinden tatlı tatlı dil dökerek,Jadeciğimizi bakkala gitmeye razı ettim... Ama kangren etti beni.
-para versene
-git al
-nerden
-cüzdanımdan
-cüzdanın nerde
-çantamda
-çantan nerde
-odamda
-odanda nerde
(pisikopato ablamız söze karışır)
-sağa sola bak bulursun, bence o potansiyel var sende
-hööööö
-sana höö müzeyyenciğim,git gel çabuk hadi çocukcağız aç burda
çocukcağız kişisi olarak isimlendirilen wonka "cıks cıks" diyerek kardeşlerine bakıyordur...
Hmm yine oyun yazma olayına kayıyor beynim... Neyse efenim sonuç olarak bir hatun insanın bakkala gitmek için yaptığı hazırlığı ve arada geçen zevzek muhabbeti anlatacağım size ki bu bakkal camdan bakınca kabak gibi görünen 50-60 adım bile uzakta olmayan bir yer... Ama uzaklığın hiç önemi yoktur. Bu bir hastalıktır, hatun kişisi bakkala gitmek için bile hazırlık yapar bunu engelleyemez...
Yani bi insan evinin önündeki bakkala gitmek için bile altına kot pantolonunu çeker mi yaw? Bu kadar zahmet niye, kime? Hatun kişisi bunu düşünmez bile, o hiç kimse için hazırlanmıyordur çünkü, kendi içindir tüm hazırlık...
-al
Capote sinden gözünü ayıramaz wonka
-hı
-al cüzdanın para ver
-şimdi gittin çantayı buldun içinden cüzdanı aldın cüzdanı açıp içinden para alamayı mı beceremedin?
-cüzdanınızı açınca kızıyorsunuz ya
-kim ben mi?
pisikopato abla burnunu çekip
-benim o kızan o değil
-ya üff al işte be kendin ver
-hastasınız kızım siz ya,cüzdanın içinde ne olur ki "para" aç da alsana işte, bişi söylüyorum 40 tane iş çıkarıyorsunuz be!!
-o çoğul ekini atalım fazla o oraya
-ne diyosun abla yaa...al sana para, git hadi çabuk gel
Gidilir ama dediğim yere değil...Hatunlarım mabedi sayılan yere gidilir, duvardan duvara gardırop olan o odaya... Önce mavi kot pantolon giyilir ama beğenilmez çıkarılır lacivert olanı giyilir (ki en başta üzerinde olan eşofman altı daha hoştur bence)üzerine bi tişört (veya body ne deniyorsa işte hatunsal bişi varya ondan)geçirilir tercihen grili siyahlı, mont giyilir,spor ayakkabılar giyilir,çıkmadan saç düzeltilir, aradan bir 15dk. geçer ve sonunda evden çıkılır...Ama hemen gidilmez, dönülür, kapıdan içeri kafa uzatılıp sorulur;
-başka bişi istiyor musunuz?
-yok be gülüm git gel hadi çabuk
pisikopato abla elindeki kağıtlardan başını kaldırıp
-oha gidemedin mi hala ya
-gidiyoruz işte yaw
-kaç yıl sonra pardon
vs vs... Birde zevzek zevzek laf yetiştirme ile zaman geçer, bu hatunsal kişilikler bi türlü susup işlerini yapmayı beceremezler, laf yetiştirme olayı onlar için çok önemlidir, fight club gibi birşeydir (ya da sayılır)...
Ve bu arada gidilip cipis alınıp gelinebilirse mutlu mutlu cipis yiyecek olan wonka artık eski şevkini kaybetmiştir...
Hatun sonunda apartmandan çıkar, araba yoluna doğru yürümeye başlar (aheste aheste yürüyordur)ki gören bir yere gidiyor sanır ama o döner bakkala girer. Bakkalda da uzun süre kalır hani hemen alsın gelsin yok!! Sonuç olarak hatun kişisi eve döndüğü zaman akşam yemeği vakti gelmemişse eğer oturup abur cuburunuzu yiyebilirsiniz...
Saçma bir şey daha vardır bu hatunların takık olduğu; abur cubur yeme konusu...Özellikle anne diye tabir ettiğimiz hatunlar hiç sevmezler abur cubur olayını, nedeni belli bir yaştan sonra abur cubur yiyememeleridir. (Aman yanlarım sarktı vıdı vıdı bık bık olayı işte) Kendileri yemez size de yedirmek istemezler. Ama yersiniz tabi, bu seferde "bunu şu yağ ile bilmem nerenin kirli fabrikasında üretiyorlar içinde bilmem ne katkı maddesi var,bunu yiyeceğine git meyve ye mis gibi, ne anlıyorsun bundan anlamıyorum" şeklinde tepki gösterirler.
Hiçbir erkek elinde cipis gördüğü birine "o çok zararlı bişi yeme onu, git meyve ye" demez!! "Uzat bakayım bi tane" der.
Ay gına geldi... Hatunsallık bir hastalıktır, tedavisi yoktur...Bir hatuna bişi söyleyeceğiniz zaman çok iyi düşünerek söylemeniz gerekir. Aksi takdirde sizi yaşlandırır, hemde saniyesinde...
Bu hatunların zevzek muhabbetleri olur ki çok eğlencelidir aslından ama zevzeklikleri hatunsal hastalıklarıyla karışınca hiç çekilmez.Örnekleyerek anlatayım tam olsun...Bu hatunlar her daim iyi görünmek isterler efenim. Yani sadece kelime olarak iyi değil gerçekten "iyi" görünmek isterler her durumda, her şekilde. Evin içinde bile şıktırlar, ama evin içindeki şıklık dışarısı için yeterli değildir. Mesela 2dk. da bakkala gidip gelme mantığı yoktur bu hatunlarda. O erkeklere özgü birşeydir. Bknz yaşanmış bir olay;
Geçenlerde hepimiz evdeyken, doğal halimizde net,film,müzik,kitap,dergi,ödev takılırkene, ben denizin canı cipis istedi. Miskin bir insan olduğumu ama tadından yenilemeyecek kadar da şeker bir karaktere sahip olduğumu zaten biliyorsunuz. Böcül böcül bakan kocaman mavi gözlerimin de yardımıyla "Meltırıpırı, kardeşcağızım, hadi yavrimu,bi bakkala git de gel,dönerken de elinde Doritos Taco olsun gülüm,böyle büyük boy janjanlı paket" vs vs gibilerinden tatlı tatlı dil dökerek,Jadeciğimizi bakkala gitmeye razı ettim... Ama kangren etti beni.
-para versene
-git al
-nerden
-cüzdanımdan
-cüzdanın nerde
-çantamda
-çantan nerde
-odamda
-odanda nerde
(pisikopato ablamız söze karışır)
-sağa sola bak bulursun, bence o potansiyel var sende
-hööööö
-sana höö müzeyyenciğim,git gel çabuk hadi çocukcağız aç burda
çocukcağız kişisi olarak isimlendirilen wonka "cıks cıks" diyerek kardeşlerine bakıyordur...
Hmm yine oyun yazma olayına kayıyor beynim... Neyse efenim sonuç olarak bir hatun insanın bakkala gitmek için yaptığı hazırlığı ve arada geçen zevzek muhabbeti anlatacağım size ki bu bakkal camdan bakınca kabak gibi görünen 50-60 adım bile uzakta olmayan bir yer... Ama uzaklığın hiç önemi yoktur. Bu bir hastalıktır, hatun kişisi bakkala gitmek için bile hazırlık yapar bunu engelleyemez...
Yani bi insan evinin önündeki bakkala gitmek için bile altına kot pantolonunu çeker mi yaw? Bu kadar zahmet niye, kime? Hatun kişisi bunu düşünmez bile, o hiç kimse için hazırlanmıyordur çünkü, kendi içindir tüm hazırlık...
-al
Capote sinden gözünü ayıramaz wonka
-hı
-al cüzdanın para ver
-şimdi gittin çantayı buldun içinden cüzdanı aldın cüzdanı açıp içinden para alamayı mı beceremedin?
-cüzdanınızı açınca kızıyorsunuz ya
-kim ben mi?
pisikopato abla burnunu çekip
-benim o kızan o değil
-ya üff al işte be kendin ver
-hastasınız kızım siz ya,cüzdanın içinde ne olur ki "para" aç da alsana işte, bişi söylüyorum 40 tane iş çıkarıyorsunuz be!!
-o çoğul ekini atalım fazla o oraya
-ne diyosun abla yaa...al sana para, git hadi çabuk gel
Gidilir ama dediğim yere değil...Hatunlarım mabedi sayılan yere gidilir, duvardan duvara gardırop olan o odaya... Önce mavi kot pantolon giyilir ama beğenilmez çıkarılır lacivert olanı giyilir (ki en başta üzerinde olan eşofman altı daha hoştur bence)üzerine bi tişört (veya body ne deniyorsa işte hatunsal bişi varya ondan)geçirilir tercihen grili siyahlı, mont giyilir,spor ayakkabılar giyilir,çıkmadan saç düzeltilir, aradan bir 15dk. geçer ve sonunda evden çıkılır...Ama hemen gidilmez, dönülür, kapıdan içeri kafa uzatılıp sorulur;
-başka bişi istiyor musunuz?
-yok be gülüm git gel hadi çabuk
pisikopato abla elindeki kağıtlardan başını kaldırıp
-oha gidemedin mi hala ya
-gidiyoruz işte yaw
-kaç yıl sonra pardon
vs vs... Birde zevzek zevzek laf yetiştirme ile zaman geçer, bu hatunsal kişilikler bi türlü susup işlerini yapmayı beceremezler, laf yetiştirme olayı onlar için çok önemlidir, fight club gibi birşeydir (ya da sayılır)...
Ve bu arada gidilip cipis alınıp gelinebilirse mutlu mutlu cipis yiyecek olan wonka artık eski şevkini kaybetmiştir...
Hatun sonunda apartmandan çıkar, araba yoluna doğru yürümeye başlar (aheste aheste yürüyordur)ki gören bir yere gidiyor sanır ama o döner bakkala girer. Bakkalda da uzun süre kalır hani hemen alsın gelsin yok!! Sonuç olarak hatun kişisi eve döndüğü zaman akşam yemeği vakti gelmemişse eğer oturup abur cuburunuzu yiyebilirsiniz...
Saçma bir şey daha vardır bu hatunların takık olduğu; abur cubur yeme konusu...Özellikle anne diye tabir ettiğimiz hatunlar hiç sevmezler abur cubur olayını, nedeni belli bir yaştan sonra abur cubur yiyememeleridir. (Aman yanlarım sarktı vıdı vıdı bık bık olayı işte) Kendileri yemez size de yedirmek istemezler. Ama yersiniz tabi, bu seferde "bunu şu yağ ile bilmem nerenin kirli fabrikasında üretiyorlar içinde bilmem ne katkı maddesi var,bunu yiyeceğine git meyve ye mis gibi, ne anlıyorsun bundan anlamıyorum" şeklinde tepki gösterirler.
Hiçbir erkek elinde cipis gördüğü birine "o çok zararlı bişi yeme onu, git meyve ye" demez!! "Uzat bakayım bi tane" der.
Ay gına geldi... Hatunsallık bir hastalıktır, tedavisi yoktur...Bir hatuna bişi söyleyeceğiniz zaman çok iyi düşünerek söylemeniz gerekir. Aksi takdirde sizi yaşlandırır, hemde saniyesinde...
09 Şubat 2008
Peter Pan meselesi...
Peter Pan'ın kendisinden çok yaşadığı yeri seviyorum ben.
Neverland diye bir yer olsaydı eğer, çoktan haritası çizir, sınırları belirlenir, işgal edilip, yağmalanırdı. Tüm çocuklarda Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kapısana bırakılırdı....
Neverland diye bir yer olsaydı eğer, çoktan haritası çizir, sınırları belirlenir, işgal edilip, yağmalanırdı. Tüm çocuklarda Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kapısana bırakılırdı....
08 Şubat 2008
Sigara Molası
Bana "senden bi bok olmaz" imasında bulunan sevgili hocama bişiler kusmak istiyorum blog sayfamdan, nasılsa okumayacak burda yazanları istersem küfür bile edebilirim diye düşünüyorum ama aklıma Canselmo beye bıraktığım yorum geliyor. Tükürdüğüm yorumu yalamayayım diyorum.(gerçi benim tükürdüğümü yine ben yalıyorum ne yani kime nedir anlamış değilim o deyişi)Canselmo'nun yazısı yine bu okul ve hocalarla ilgili bir durum yazısıydı ve ben "bu hayatta herşey olur" demiştim. Haksız mıyım sayın okuyucu bu hayatta herşey olur. Olmaz mı lan? Olmaz diyen beri gelsin ona da tüküreyim.
İçten içe bir öfke krizinin eşiğinde hissediyorum kendimi, aslında çok matrak bişi olabülür bu öfke krizi belki de geçirmek gerenk bilemiyorum.
Bende farkındayım benden bi bok olamayacağının zaten bi bok olmaya da çalışmıyorum. İstesem olurum da istemeye bile üşeniyorum. Hem bi sürü bi bok olmuş insan tanıyorum ne yani pek matah bişi mi ki gidip bende bi bok olayım. Hayır bi bok olmam senin hayatını kurtaracaksa olayım sevgili hocam no problemo yani. Benim hayatımı kurtaracağına inanmıyorum bi bok olmamın. Bak beni kafiyeli kafiyeli, devrik cümleli konuşturuyorsun yine, olmuyor böyle sevgili okuyucu sıkılıyor...
Tamam anlıyorum sen ve senin caaanım arkadaşların (ki hepside prof,doç,yrd.doç. halbüsü bi kere de "sadece dandirikten bir öğretim görevlisi" girseydi bir dersime ne kadar sevinecektim)çok uğraşıyorsunuz beni adam etmek için sonuç hüsran olunca da hayal kırıklığına uğruyorsunuz falan. Ama anlamıyorum ne bok var bende ki beni zorla kendimi bi bok sanmaya zorluyorsunuz... İroniye bak sevgili hocam "senden bi bok olmaz" konulu konuşmanı beni bi bok sandığın için yapıyorsun... Yazarken bile ne kadar çok eğleniyorum anlatamam.
Ciddi konulardan bahsetmeyeceğim diyerek açtığım bu fresh blog sayfamı amacından sap-tırt-tırıyorsun hocam. Zavallı küçük beynim çok yoruluyor bu ironiyi düşününce, kızsam mı gülsem mi sevinsem mi bilemiyorum...
Uzun bir otobüs yolculuğu yapsam geçer hepsi diye düşünüyorum, hani hareket halinde olmak camdan bakıp düşünmek de düşünmek, fonda alaycı bir müzik falan...Ama baba evi ve okul evi arası 2 olmadı en fazla 3 saat ne anladım... Zırt pırt gidip geliyorum zaten, zevki de yok artıkın... Bana yolculuk yapabileceğim bir yer önersene hocam, hatta birlikte gidelim diyorum,yolda öldürüp arabadan aşağıya atarım seni,atraksiyon yaşarız,kendimizi bi bok sanarız.
Sıkılma sevgili okuyucu. Sende gel bizimle...
Bunları yazmak istemiyorum ama zaten çok skindirik bi yazı oldu devam et diyo iç sesim ki kendisini Leonard Cohen seslendirir.. Bu gereksiz ayrıntıyı da oku sevgili okur anla beni nolur, kendimi Seda Sayan gibi hissetmek isterdim halbüsü bende tam sabahların sultanı neşesi var aslında... İçimde ki bi bok olma potansiyelini bu yönde heba etmek isitiyorum hocam, anlıyor musun beni!
"Ee yazma lan!" deme sevgili okuyucu. Bu blog sayfası öyle birşey ki anlatamam yaşaman lazım...
ok by.
İçten içe bir öfke krizinin eşiğinde hissediyorum kendimi, aslında çok matrak bişi olabülür bu öfke krizi belki de geçirmek gerenk bilemiyorum.
Bende farkındayım benden bi bok olamayacağının zaten bi bok olmaya da çalışmıyorum. İstesem olurum da istemeye bile üşeniyorum. Hem bi sürü bi bok olmuş insan tanıyorum ne yani pek matah bişi mi ki gidip bende bi bok olayım. Hayır bi bok olmam senin hayatını kurtaracaksa olayım sevgili hocam no problemo yani. Benim hayatımı kurtaracağına inanmıyorum bi bok olmamın. Bak beni kafiyeli kafiyeli, devrik cümleli konuşturuyorsun yine, olmuyor böyle sevgili okuyucu sıkılıyor...
Tamam anlıyorum sen ve senin caaanım arkadaşların (ki hepside prof,doç,yrd.doç. halbüsü bi kere de "sadece dandirikten bir öğretim görevlisi" girseydi bir dersime ne kadar sevinecektim)çok uğraşıyorsunuz beni adam etmek için sonuç hüsran olunca da hayal kırıklığına uğruyorsunuz falan. Ama anlamıyorum ne bok var bende ki beni zorla kendimi bi bok sanmaya zorluyorsunuz... İroniye bak sevgili hocam "senden bi bok olmaz" konulu konuşmanı beni bi bok sandığın için yapıyorsun... Yazarken bile ne kadar çok eğleniyorum anlatamam.
Ciddi konulardan bahsetmeyeceğim diyerek açtığım bu fresh blog sayfamı amacından sap-tırt-tırıyorsun hocam. Zavallı küçük beynim çok yoruluyor bu ironiyi düşününce, kızsam mı gülsem mi sevinsem mi bilemiyorum...
Uzun bir otobüs yolculuğu yapsam geçer hepsi diye düşünüyorum, hani hareket halinde olmak camdan bakıp düşünmek de düşünmek, fonda alaycı bir müzik falan...Ama baba evi ve okul evi arası 2 olmadı en fazla 3 saat ne anladım... Zırt pırt gidip geliyorum zaten, zevki de yok artıkın... Bana yolculuk yapabileceğim bir yer önersene hocam, hatta birlikte gidelim diyorum,yolda öldürüp arabadan aşağıya atarım seni,atraksiyon yaşarız,kendimizi bi bok sanarız.
Sıkılma sevgili okuyucu. Sende gel bizimle...
Bunları yazmak istemiyorum ama zaten çok skindirik bi yazı oldu devam et diyo iç sesim ki kendisini Leonard Cohen seslendirir.. Bu gereksiz ayrıntıyı da oku sevgili okur anla beni nolur, kendimi Seda Sayan gibi hissetmek isterdim halbüsü bende tam sabahların sultanı neşesi var aslında... İçimde ki bi bok olma potansiyelini bu yönde heba etmek isitiyorum hocam, anlıyor musun beni!
"Ee yazma lan!" deme sevgili okuyucu. Bu blog sayfası öyle birşey ki anlatamam yaşaman lazım...
ok by.
07 Şubat 2008
"abla!"...."hönk !! "
Geçen hafta otobüste okuduğum Uykusuz'u yanımda oturan ufaklığa verdim bitirince,boynu tutulacaktı okumak için sakat kalmaya bile razı gibiydi. İneceğim durağa gelince toparlayıp geri uzattı ama almadım tabi ki de gencecik bir beyinden bilgi saklamak olmazdı...
"çok sağol abla çok güzelmiş bu" dedi.
"heheyt ne sandın yavru" demek geçti içimden ama...
"abla" lafı üzerimde bir sorumluluk hissiyatı yarattığından olsa gerenk "bende çok var onlardan sen de biriktirmeye başla artık" dedim,göz kırpıp dana style çantamı yerlere süre süre otobüsten indim.
Umarım o ufaklık yaptığım fedakarlığın farkına varmıştır.
Ayrıcana da bu hafta Penguen'de "özercik" i daha bi beğendim, Özer çizdiği gibi bir karakterse gelsin benim evde yaşasın ben bakarım ona istediği kadar da saçma sapan şeyler çize bilir,mario parası falan çok yaratıcı şeyler bi kerem, beşi bir yerde falan haklı yani geleceğe yatırım bi yerde...
Bknz: fiti fiti fiti....
"çok sağol abla çok güzelmiş bu" dedi.
"heheyt ne sandın yavru" demek geçti içimden ama...
"abla" lafı üzerimde bir sorumluluk hissiyatı yarattığından olsa gerenk "bende çok var onlardan sen de biriktirmeye başla artık" dedim,göz kırpıp dana style çantamı yerlere süre süre otobüsten indim.
Umarım o ufaklık yaptığım fedakarlığın farkına varmıştır.
Ayrıcana da bu hafta Penguen'de "özercik" i daha bi beğendim, Özer çizdiği gibi bir karakterse gelsin benim evde yaşasın ben bakarım ona istediği kadar da saçma sapan şeyler çize bilir,mario parası falan çok yaratıcı şeyler bi kerem, beşi bir yerde falan haklı yani geleceğe yatırım bi yerde...
Bknz: fiti fiti fiti....
06 Şubat 2008
İlahi Çözüm
Babam; kitaplığından yürütüp üzerine yüzsüzce kendi adımı yazdığım kitaplarını benim kitaplığımda bulsa geri alır mı acaba çok merak ediyorum... Herhalde umrunda olmaz, umarım olmaz...
Onun umrunda olsa benim umrumda olmaz...Herhangi bir durum zuhur ettiğinde, konuyu farklı yönlerden ele almak gibi bir fikir var aklımda. Ya başkasını suçlayacağım (ki bunu kişiliksizliğime yediremiyorum) ya da suçu paylaşması için ablamla yapmış olduğumuz anlaşmayı su üzerine çıkaracağım. Dün -ya da öncesinde ya da daha daha öncesinde- evdeki kitapları paylaşırken(ki paylaşmaktan çok hangisi kimin kitabı diye isim yazarken -ki bu yapılması gereken birşey çünkü yakın zamanda hepimiz aynı evde oturuyor olmayacağız-)arada elimize gelen babamın kitaplarından bazılarını babama bırakma -yani sahibine bırakma- fikrinde olamadık. Bir türlü anlaşamadık. Ben biliyorum ki o kitapları - D.E.E.G.H.ve T.E.E.G.H.- bu evde bıraksam ablam ben bakmazken onları kendi kitaplığına alacaktı ve üzerlerine baş -harfleri büyük olmak suretiyle- isimlerini ve soyadımızı yazacaktı...
Aslında bütün suç yine bende, elime aldığım o kitaplara bakıp, iki tane oldukları ve birlikte büyümüş abla-kardeş mantığını ve alışkanlığını kafamdan silip atamadığım için, bir paylaşma iç güdüsüyle hareket ederek ablama dönüp "biri sende kalsın" dedim ilk olarak, aslında eminim ablamın aklında o kitapları almak gibi bir düşünce bile yoktu. Ben soktum aklına, o güzel güzel oturmuş "bu senin mi? sorularıma evet hayır diye cevap verip bilgisayarıyla tık tıklamaca oynuyordu. Ama demek ki içten içe düşünmüş olmalı ki "onlar babamın kitapları mahmutcuğum" diyerek beni uyarmak "sakın onlarıda diğer aşırdığın kitapların yanına alabileceğini düşünme" demek yerine, uzun uzun kitaplara bakıp "Hmm... Fark etmez." dedi. Ne demekse fark etmez. Herşey fark eder bu dünyada. Kararsız ben bu sende kalsın bu bende diye ikileme düştü tabi ki de... Birini açtım içinde Garcia ve kafasındaki mavi kuşu, diğerini açtım Şeker Hanım'ın annesi..... Lanet olsun diyordum içimden hangisini almalıyım... Karar veremedim bir türlü..
Garcia ile 6 yıllık bir geçmişimiz vardı, ondan esinlenip neler neler yazmıştım kompozisyon ödevlerime, sistemi nasıl kandırmıştım. Diğer yanda Şeker Hanım'ın annesi ve balık yağ şişesi... Başıma ağrılar girdi ama dayandım. Çözüm; abla insanından geldi "yazı-tura atalım" "ovvv" dedim evet işte ilahi çözüm. Sarı renkli bir maden parcası işimizi görür. Çok sevindim çok mutlu oldum çünkü hiç kaybetmedim yazı-tura da...
Anton geldi aklıma "sadist pislik tura ile kaybetmişti tüm zevki" diye düşündüm ve "tura" dedim daha parayı hava boşluğuna savurmadan... Ve ilk kitabı ben kazandım... Sonra Alex geldi aklıma "onun yazı-tura olayı olmamıştı hiç ne alaka" dedim ve yine tura dedim ve yine kazandım...
Zafer turu atamadım koşup zıplayamadım ablam sırıtıyordu çünkü, kaybetmenin zevki de varmış demek ki dedim. Sonra ismimi yazarken birini ona vermek hissi geldi geçti içimden hatta veriyordum tam ama baktım Garcia ve mavi kuşu ağlıyorlar dayanamadım onlarıda yanıma aldım...
Tabi ben böyle ruhsal fırtınalar yaşarken ablam hiç tiklemiyordu olayı umrunda bile değildi... Çok bozuldum çok,tebrik edebilirdi...
Adımın altına "Z" harfine benzer bir soru işareti koydum, her baktığımda aklıma oyuncak zaferim gelsin diye..
Babam kitaplarının eksildiğini fark etmeyecek sanırım....
Onun umrunda olsa benim umrumda olmaz...Herhangi bir durum zuhur ettiğinde, konuyu farklı yönlerden ele almak gibi bir fikir var aklımda. Ya başkasını suçlayacağım (ki bunu kişiliksizliğime yediremiyorum) ya da suçu paylaşması için ablamla yapmış olduğumuz anlaşmayı su üzerine çıkaracağım. Dün -ya da öncesinde ya da daha daha öncesinde- evdeki kitapları paylaşırken(ki paylaşmaktan çok hangisi kimin kitabı diye isim yazarken -ki bu yapılması gereken birşey çünkü yakın zamanda hepimiz aynı evde oturuyor olmayacağız-)arada elimize gelen babamın kitaplarından bazılarını babama bırakma -yani sahibine bırakma- fikrinde olamadık. Bir türlü anlaşamadık. Ben biliyorum ki o kitapları - D.E.E.G.H.ve T.E.E.G.H.- bu evde bıraksam ablam ben bakmazken onları kendi kitaplığına alacaktı ve üzerlerine baş -harfleri büyük olmak suretiyle- isimlerini ve soyadımızı yazacaktı...
Aslında bütün suç yine bende, elime aldığım o kitaplara bakıp, iki tane oldukları ve birlikte büyümüş abla-kardeş mantığını ve alışkanlığını kafamdan silip atamadığım için, bir paylaşma iç güdüsüyle hareket ederek ablama dönüp "biri sende kalsın" dedim ilk olarak, aslında eminim ablamın aklında o kitapları almak gibi bir düşünce bile yoktu. Ben soktum aklına, o güzel güzel oturmuş "bu senin mi? sorularıma evet hayır diye cevap verip bilgisayarıyla tık tıklamaca oynuyordu. Ama demek ki içten içe düşünmüş olmalı ki "onlar babamın kitapları mahmutcuğum" diyerek beni uyarmak "sakın onlarıda diğer aşırdığın kitapların yanına alabileceğini düşünme" demek yerine, uzun uzun kitaplara bakıp "Hmm... Fark etmez." dedi. Ne demekse fark etmez. Herşey fark eder bu dünyada. Kararsız ben bu sende kalsın bu bende diye ikileme düştü tabi ki de... Birini açtım içinde Garcia ve kafasındaki mavi kuşu, diğerini açtım Şeker Hanım'ın annesi..... Lanet olsun diyordum içimden hangisini almalıyım... Karar veremedim bir türlü..
Garcia ile 6 yıllık bir geçmişimiz vardı, ondan esinlenip neler neler yazmıştım kompozisyon ödevlerime, sistemi nasıl kandırmıştım. Diğer yanda Şeker Hanım'ın annesi ve balık yağ şişesi... Başıma ağrılar girdi ama dayandım. Çözüm; abla insanından geldi "yazı-tura atalım" "ovvv" dedim evet işte ilahi çözüm. Sarı renkli bir maden parcası işimizi görür. Çok sevindim çok mutlu oldum çünkü hiç kaybetmedim yazı-tura da...
Anton geldi aklıma "sadist pislik tura ile kaybetmişti tüm zevki" diye düşündüm ve "tura" dedim daha parayı hava boşluğuna savurmadan... Ve ilk kitabı ben kazandım... Sonra Alex geldi aklıma "onun yazı-tura olayı olmamıştı hiç ne alaka" dedim ve yine tura dedim ve yine kazandım...
Zafer turu atamadım koşup zıplayamadım ablam sırıtıyordu çünkü, kaybetmenin zevki de varmış demek ki dedim. Sonra ismimi yazarken birini ona vermek hissi geldi geçti içimden hatta veriyordum tam ama baktım Garcia ve mavi kuşu ağlıyorlar dayanamadım onlarıda yanıma aldım...
Tabi ben böyle ruhsal fırtınalar yaşarken ablam hiç tiklemiyordu olayı umrunda bile değildi... Çok bozuldum çok,tebrik edebilirdi...
Adımın altına "Z" harfine benzer bir soru işareti koydum, her baktığımda aklıma oyuncak zaferim gelsin diye..
Babam kitaplarının eksildiğini fark etmeyecek sanırım....
05 Şubat 2008
How I Got So Fucking Boring...
Bugün akşam yemeğine oturmak için holden geçerken mutfak kapısından sızan ışığı görüp "herkes masada olmalı" diye düşünerek ve ışığı birinin açık unuttuğunu bilerek ışığı kapatmak için mutfağa doğru yürürken, "mutfakta biri mi var?" dedim... iç sesim Hell Yeaah! deyip rahatlarken dış sesim "Sonunda bunu da söyleyebildim, hep yeri gelsin diye beklemiştim." dedi... Masaya otururken birinin kafasını sağa sola hafifce salladığını gördüm, çok keyiflendim, mutlu mutlu çorbamı içtim....
04 Şubat 2008
schengen
"yapmak istemediğin şeyleri yaparak zaman kaybetmeyi nasıl düşünebilirsin. bu yaşamak değildir, bu ölümdür..."
Her film iyi repliklerden oluşacak diye bir zorunluluk yok. Zaten arada kötü filmler de izletmelisin bünyeye, her şeyin iyisi olmaz şımarmasın öyle...
Masum bi kızı kandırdım az önce izlediği filmi paylaşmayı kabul etti, arada kalan boşluğu zırvalayarak geçireyim dedim,ne iyi etmişim aklıma bişey daha geldi kişisel kişisel,hemen paylaşıma açayım hatta açmakla kalmasın dikkatle okuması gereken azınlık aklında tutsun zamanı gelince yapması gerekeni yapsın içlerinden korkmayan,umursamayan biri veya birileri ya da hepsi....
Böyle bir cümleden sonra ne diyeceğini kafasında kurduğu güzel betimlemelerle anlatması gerekir yazarın,ama malumunuz odunluk var hamurumda, özendiğim bir kaç betimleyici var tanıdığım ama onlarda çok ağdalılar, bu saatte böyle bir kötülük yapmayacağım sana üzülme...
Kişisel kişisel aklıma gelen paylaşım da şudur; cenaze müziğimi seçtim,gerçi büyük ihtimal sessiz bi topluluk ve dualar falan olacak cenazemde ama rica ediyorum -dikkatle okuması gereken azınlık sana bu sözüm- sizler içinizden I Grieve i mırıldanın,kimseyi dinlemeyin... Bu güzelliği yapın bana lütfen.....
Yeryüzünden tamamen silindiğim an, aklınızda sadece I Grieve in son bölümü olsun "Life carries on in the people I meet....."
Ölmeden önce değiştirisem şarkıyı bildiririm efem o kadar da yüzsüsüm evet.
_________________________________________________________________________________
Msn kullanımı arttı bu aralar,final zamanı pek takılmamıştım gerçi ders de çalışmadım ama kafayı dağıtmasın diye düşünerekten uzak durdum kendisinden. 1 haftalık bir ayrılık bile msn i nasıl kullanmam gerektiğini unutturdu bana. Öğreniyorum tekrardan, zor oluyor ama başaracağım yeahh!!
Daha başka da bişi olduğu yok ki, hiç bi atraksiyonum yok,yazmakmış çizmekmiş falan ara verdim bu günlerde, oturup film izleyerek harcıyorum günlerimi,arada okula uğramaca falan.
Geçen gün bir hatunun blog yazılarını okudum,aklımdan ilk "yaw ne güzel de sallamış hayat aşk yaşam üçgeni falan" demek geçti,ama tuttum kendimi,egomun kalan kırıntıları zarar görsün istemedim.
Evde şişe biriktirmiyorum artık geri dönşüm kutularına atıyorum. Çevreyi koruyalım kollayalım.
Bir de günden geriye kalan bir diyalog paylaşmak istiyorum sizlerle; arkadaşım G.'ye ait olan, mantık şaheseri,beni bitiren bir olay;
Dün akşam yine ilginç uçuk konuşmalarıyla S. amcamı dinlemekteyiz.
döndü sordu:
-G. senin yaşın kaç koçum?
-20."
-heh o zaman sana bi tavsiye gözün hep 10 yaşındaki kızlarda olsun olum.
-aha niye :huh:
-5 yıl sonra sen 25 o 15 olur ya gencecik karın olur bakar sana hahayt :D
-sübyancımıyım lön ben neax
Her film iyi repliklerden oluşacak diye bir zorunluluk yok. Zaten arada kötü filmler de izletmelisin bünyeye, her şeyin iyisi olmaz şımarmasın öyle...
Masum bi kızı kandırdım az önce izlediği filmi paylaşmayı kabul etti, arada kalan boşluğu zırvalayarak geçireyim dedim,ne iyi etmişim aklıma bişey daha geldi kişisel kişisel,hemen paylaşıma açayım hatta açmakla kalmasın dikkatle okuması gereken azınlık aklında tutsun zamanı gelince yapması gerekeni yapsın içlerinden korkmayan,umursamayan biri veya birileri ya da hepsi....
Böyle bir cümleden sonra ne diyeceğini kafasında kurduğu güzel betimlemelerle anlatması gerekir yazarın,ama malumunuz odunluk var hamurumda, özendiğim bir kaç betimleyici var tanıdığım ama onlarda çok ağdalılar, bu saatte böyle bir kötülük yapmayacağım sana üzülme...
Kişisel kişisel aklıma gelen paylaşım da şudur; cenaze müziğimi seçtim,gerçi büyük ihtimal sessiz bi topluluk ve dualar falan olacak cenazemde ama rica ediyorum -dikkatle okuması gereken azınlık sana bu sözüm- sizler içinizden I Grieve i mırıldanın,kimseyi dinlemeyin... Bu güzelliği yapın bana lütfen.....
Yeryüzünden tamamen silindiğim an, aklınızda sadece I Grieve in son bölümü olsun "Life carries on in the people I meet....."
Ölmeden önce değiştirisem şarkıyı bildiririm efem o kadar da yüzsüsüm evet.
_________________________________________________________________________________
Msn kullanımı arttı bu aralar,final zamanı pek takılmamıştım gerçi ders de çalışmadım ama kafayı dağıtmasın diye düşünerekten uzak durdum kendisinden. 1 haftalık bir ayrılık bile msn i nasıl kullanmam gerektiğini unutturdu bana. Öğreniyorum tekrardan, zor oluyor ama başaracağım yeahh!!
Daha başka da bişi olduğu yok ki, hiç bi atraksiyonum yok,yazmakmış çizmekmiş falan ara verdim bu günlerde, oturup film izleyerek harcıyorum günlerimi,arada okula uğramaca falan.
Geçen gün bir hatunun blog yazılarını okudum,aklımdan ilk "yaw ne güzel de sallamış hayat aşk yaşam üçgeni falan" demek geçti,ama tuttum kendimi,egomun kalan kırıntıları zarar görsün istemedim.
Evde şişe biriktirmiyorum artık geri dönşüm kutularına atıyorum. Çevreyi koruyalım kollayalım.
Bir de günden geriye kalan bir diyalog paylaşmak istiyorum sizlerle; arkadaşım G.'ye ait olan, mantık şaheseri,beni bitiren bir olay;
Dün akşam yine ilginç uçuk konuşmalarıyla S. amcamı dinlemekteyiz.
döndü sordu:
-G. senin yaşın kaç koçum?
-20."
-heh o zaman sana bi tavsiye gözün hep 10 yaşındaki kızlarda olsun olum.
-aha niye :huh:
-5 yıl sonra sen 25 o 15 olur ya gencecik karın olur bakar sana hahayt :D
-sübyancımıyım lön ben neax
02 Şubat 2008
okuma sırası...
Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nerden gelirler bilinmez. Kah çığlık çığlığadırlar, kah sesleri iştilmez.
Çiçeğe benzer kelimeler: turuncu, erguvanm, beyaz. Bir rüzgar sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz…
4
Saçlarından yakalayamıyorsun zamanı, mısraa, şarkıya kalbedemiyorsun. Ve sükut medar ormanlarındaki bitkiler gibi büyüdükçe büyüyor.
Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kağıda geçirmek istiyorsun; kağıda, yani ebediyete. Zavallı çocuk, bilmiyorsun ki ebediyet sümüklüböceğin izleri kadar aldatıcı.
Cemil Meriç
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...