Anneannem bugün 87 yaşında.
19 Aralık 2010
Anneannem bugün 87 yaşında.
08 Kasım 2010
Sonra "Enaaaam indirime girmiş bu tişörtler, kotlar, montlar, çantalar, eşofmanlar, çoraplar, donlar vs...." diyerekten yine bir takım "olmazsa olmaz", "hayatta kalmak için çok çok lazım olan ihtiyaç malzemeleri", "yangında ilk kurtarılacaklar" başlığı altında listeleyebileceğimiz şeylerden almak zorunda kaldım.
Sonuç olarak bayramdan önce fotoğraf makinemi alamayacağım gibi, bayramda kimseye hediye falan da alamayacağım. Olsun ne yapalım. (üzgün smiley)
Bir zamanlar yine bu sayfadan seslenip, fotoğraf makinem için para istemiştim okuyucularımdan, hatta hesap numaramı da vermiştim ama hiç biriniz 1 lira bile yollamamıştınız, insafsızlar!
O yüzdendir ki maziden feyzalıp aynı hataya düşmeyeceğim. Bayramdan sonra çalışan insanlar ordusunun yeni neferi olacağım zaten. O zamana kadar vakti zamanında okuduğum osho mosho hinduizm budizm gibi saçmalıklardan aklımda kalan "açlığa dayanmak, paraya ihtiyaç duymamak" gibi felsefik zırvaları yaşamımda uygulayacağım. Planım bu yönde, zaten okuyarak karın doyar diye bir şey duydum ben zamanında ki bende okuyacak kitap çok, malumunuz.
Yine de tüm bunlar işe yaramazsa eğer bana; hazır çorba, deodorant, kalem ucu, sabun, ekmek türü şeyler yollarsınız. Hatta aranızda yemek blogu yazan arkadaşlar varsa eğer kendilerine denek olmaya gönüllü olduğumu bildiririm.
Ayrıca Avrupa yakasında oturup da "ah şimdi akşam yemeğinde Mimi yanımızda olsa ne güzel muhabbet eder, güler, eğlenirdik diye hayıflananlarınız olursa eğer hiç üzülmesinler.
Şaka bir yana. Okula giderken kendimi internetten ve otomatik olarak bilgisayardan uzak tutmak zorunda kalıyorum. Böyle olunca da ne film ne dizi ne de görsel olarak başka bir şeyle ilgilenmiyorum pek. Son 1 ayda okuduğum kitaplardan bazılarını çok sevdim ve kafamda yerli yerine oturdukları zaman gelip anlatacağım.
Ayrıca bu günlerde hayat güzel, garip ve şakacı...
15 Ekim 2010
It's Friday, I'm In Love!
25 Eylül 2010
Notlar.
22 Ağustos 2010
Bağımsız Satır Başları vol.7
İlk uzun metrajdan bozma kısa filmini çekmiş olan arkadaşımın, yakında gurubuyla NY'a gidip albüm yapmaya ve klip çekmeye başlayacak bir başka arkadaşımın ve yazdıklarını yayınlatacağı bir yayın evi bulmuş olan başka birinin daha facebook sayfalarına bakıp myspacede takılırken yanımda olan ablam...
- Peki sen ne yapmayı planlıyorsun? Milletin başarılarının takipçisi olmak dışında, patlatmaya hazırlandığın büyük bir planın var mı?
- Ahahah lütfen bel altı vurmayalım.
- Mazeretin ne kızım senin, hayatını stop etmiş bir şekilde yaşıyorsun 1 yıldır.
Mimi 1 dakika kadar susar, cevap vermez. Ludéal mesaj yollamıştır myspaceden, kafasında onu türkçeleştirmekle uğraşıyordur aslında, ama vakur bir edayla durmaktadır hala, alt dudağını büzmüş hüzünlü ve düşünceli gibi görünmeye de çalışır ki onca oyunculuk dersi vermiştir ona buna kendisi için de bir işine yarasındır artık bildikleri..
- O kadar çok okumama izin vermemeliydiniz.
Abla suskundur. Psikolog olduğu ve insanları çözmesine yarayacak bilimum dangalakça ayrıntıyı bildiği için kardeşinin ona oyun oynadığının farkındadır.
- Daha iyi bir mazeret bulduğunda konuşalım.
- Ok ben sekreterine bir tarih bırakırım, merak etme.
.
Son 2 gündür okumak nefes almak gibi oldu. Birden fazla kitap beynimin kıvrımlarında yer ediyor bu aralar yavaş yavaş. Şiirler, anılar, hikayeler, nedenler sonuçlar... Belki bugün kitapçıya giderim ve cebimdeki son nakit kırıntılarıyla artık ne bulabilirsem alrım, kendime hediye ve biraz da Alasse hanıma tabi. Kitaplar rahat nefes almamızı sağlayan şeyler çünkü.
Bu sabah halam aradı. Bana gel ev boş zaten sabah çıkıp akşam dönüyoruz, yogaya gidiyorum her hafta, kilo aldığını söyledi annen ben seni zayıflatırım, çok uzun zamandır görüşmüyoruz özledim çok vs vs... gibilerden cümleler kurup bir derdin var belli gel bana anlat bari demeye getirdi lafı. Uslu uslu "peki hala" dedim her seferinde. Bu hafta tiyatroda olmam lazım deyip hiç de sanıldığı kadar boş boş oturup evden dışarı çıkmadığımın sinyalini vermek istedim. Haftaya ararım seni dedim, o zamana kadar süper bir bahane daha bulacağıma çok eminim.
.
20 Ağustos 2010
Bazı sabahlar annem beni yatmaya yolladıktan sonra uyumadan yatağımda uzanıyorum sadece. Annemin yatağına dönmesini bekliyorum. Sonra kalkıp beni ilk bulduğu yere geri dönüyorum. Ama o yeri hiç bir zaman bıraktığım gibi bulamıyorum, ne de oraya geri dönen kendimi.
Köpeklerin havlaması canımı sıkıyor. Acaba açlar mı diyorum ya da susadılar veya bir şey gördüler, belki de sadece oynuyorlar... Ama kafamı pencereden çıkarıp bahçeye bakmıyorum. Yerimden bile kalkmıyorum.
Etraf aydınlanıyor sonra. Biliyorum çok değil, insanların uyanıp koşturmaya başlamasına az kaldı. Düşlerini yastıklarında bırakacaklar ve sıcak yataklarını terk edecekler. Gördükleri düşleri uyandıkları ilk saniye unutacaklar, sanki hiç görmemiş gibi. Sonra hazırlanmaya başlayacaklar daha iyi bir yaşam için körelmeye gidecekler.
Ailem uyanacak az sonra. Kalıp hareketler ve sözler birbirini kovalayacak evin içinde. Kızartılmış ekmek kokusu saracak havayı ve kahve fincanları tezgaha sıralanacak. Hiç biri ekmeğini ısırmadan önce koklamayacak ve kahve aromasının tüylerini ürperterek bedenlerine yayıldığını duyumsamayacak.
Kaçırılmaması gereken saatler var hayatlarında. Dünya üzerinde okumaya değmeyecek tek şey olan gazeteleri getirecek gazeteci çocuk. Senaryolardan fırlamış repliklerle paylaşılacak kapı önünden alınan gazeteler. Babam politik fikrimi annem kendimi nasıl hissettiğimi bugün ne yapacağımı soracak. Kardeşlerim tanımadığım arkadaşlarından veya öğretmenlerinden bahsedecekler portakal suyu içip ekmeklerini kemirirken. Ablam kalabalığa karışabileceğim aktiviteleri sıralayacak, iş çıkışı buluşmayı teklif edip. Annem kendisiyle alışverişe gelmemi isteyecek.
Bu arada kimse aralık bırakılmış pencereden giren rüzgarın perdelerle vals yaptığını fark etmeyecek, tıpkı içeri sızıp masadaki kırıntıları altına dönüştüren güneşi fark etmedikleri gibi. Ben herkese makul cevaplar verirken yine aynı şeyleri düşünüyor olacağım...
Şu an bir yerlerde birileri sevişiyor çılgınca, başka birisi keman çalıyor güneşe, bir başkası gece soğuğunu henüz kaybetmemiş denize dalıyor bir kahkahayla ve bir diğeri ise sadece derin bir nefes alıyor yaşamının hakkını sonuna kadar verdiğini bilerek. Geri kalanlar sadece yetişme telaşında. Bense çıkmazda olan birinin yüz ifadesini görüyorum bardağımın içinde.
Boşalacak ev. Benim dışımda herkesin bulunması gereken bir başka yer var. Kendilerini gitmek zorunda ve ait hissettikleri... Birlikte olmaktan zevk aldıkları insanlar...
Kendime acımam lazım. En azından benim için üzülen insanların yanındayken. Kimse halini beğenmezken kendinden yine de memnun olmamalı insan. Değişik ama yanlış bir his.
Kimse hiç bir zaman tam anlamıyla farklı olamaz. Farklı değilim. Ne düşüncelerim ne diğer her şey. Sadece bakıyorum herkes gibi ve görmeden hemen önce benleğimde eksik gedik ne varsa bir şeyler ekliyorum gördüğüm şeye. Bu farklılık değil. Olması gereken. Sanırım benden başka herkes unutuyor.
Yatağıma yazdım sürgüne yollandığım bir sabah hava daha karanlıkken. "En mutlusu hep en aptal olan yaratıklardır." Aynada kendime baktığım zaman mutsuz birini görmüyorum aslında. Sanırım bu çok melodramatik.
Kendimden başka birini hissetmem lazım. Yaşamı anlamlı kılacak bir kaç an yaşamalıyım benden başka birilerinin de içinde olduğu. Biriyle gerçekten, gerçek bir bağ kurmalıyım. Farkındayım.
Aynadaki ben mutsuz görünmüyor aslında. Biliyorum, bu çok...
Little Ashes izledim bugün 2 kere. Sonra Abel Korzeniowski "Stillness of the Mind" çaldı tekrar tekrar... Ben kalemi tuttum, o yazdı.
16 Ağustos 2010
Bozcaada Dönüşü Evde Bir Sürü Şarabım Var
15 Ağustos 2010
27 Temmuz 2010
Geçen sabah uyandığımda aklımda "bir gün bizim de günümüz gelecek" cümlesi dolanıyordu.
17 yaşında olduğum o korkusuz dönemlerimde bu tür bir söz beni heycanladırıp tabiri cuk oturur şekliyle "gaza" getirebiliyordu. Artık iplemiyorum bu tür "dolu" bir cümleyi. Kimsenin zamanının geleceği falan yok zaten bugün dönüp baktığımız zaman, düşlediği günler gelmiş olan kimse de yok.
Üzgünüm Nazım ve Guevara, Bobby ve Mahatma, Tibet'in tüm Dalai Lama'ları ve yaşamlarından vazgeçen aktivistler... Herkes için sadece taraf seçmeye yönelik birer araçsınız artık. Ve modaya da ilham veriyor inandığınız değerler para ediyor, 21.yüzyıl insanlarını zengin ediyorsunuz.
Hangi galaksi sisteminde hangi toz bulutu içinde hangi yıldızsınız bilmiyorum. Dilerim Hubble size selamımı iletmiştir.
19 Temmuz 2010
Bitterly
En basit örnek; artık "sigara sağlığa zararlı" diyen gençler var etrafta. Sigara zararlı tabi ki ama sende gençsin yahu, gençsin işte piç herif diye bağırmak istiyorum suratlarına. Hatta son günlerdeki favori hareketim olan kişiyi omuzlarından tutup sarsma eylemini gerçekleştirebilirim bu bağırma sırasında. Sigara sağlığa zararlı, kola çok pis, alkol kilo aldırıyor, akşamları hafif yemek ömrü uzatıyor...
En büyük hayali "zengin olmuş herhangi biri olmak" olan gençler var farkında mısınız. Hiç biri hayal kurmayı bilmiyor ve çizgi film izlemiyor. Anasını satayım insan nasıl çizgi film izlemez lan! Harbi soruyorum nasıl bir insan çizgi filmin sadece çocuklar için olduğunu düşünebilecek kadar moronlaşabilir? Anime seviyormuş. Daha çizim sanatının sinemalaşmış öz halinden haberin yok gidip anime izliyorsun.
Sinirlendim evet, çok gereksiz.
Bernard Black'i tanırmısınız? Tanımıyorsanız aziz gugıla danışın ve tanışın kendisiyle. Black Books dvdleri satışta bilmem kaç milyonluk parfümünüzü daha az kullanın bu ay ve gidip amazondan sipariş edin korsanlık yapmadan. Sonra açın birinci sezonun ilk bölümünü izlemeye koyulun, 8 dakika 47 saniye sonra Bernard'ın isyanına tanık olacaksınız, isyan ve ardından gelen şaşkınlık. Mantıksızlığın mantıksal bir düzene oturtulma çabasının kişi üzerindeki etkisidir bu isyan ve şaşkınlık durumu. İşte yukarıdaki paragrafın bende uyandırdığı hislerin tercümanıdır o 40 saniyelik sahne.
Ben şimdi "gençsin yahu" diye bağırdığım insanlar kadarken kafamı kaldırıp dünyadaki yerimi bulmaya çalışırdım. Her şey olağanüstü büyük, gizemli, eğlenceli ve en önemlisi anlamlı gelirdi. Hayatımın, içinde olduğum ailemin, aldığım eğitimin, yapmak zorunda ve yaşamak zorunda olduğum herşeyin benim henüz anlayamadığım bir amaca ulaşmak için gerçekleşen şeyler olduğunu düşünürdüm. 15 yaşındayken kendi inanç sistemimi yaratmıştım farkında olmadan. Ama kabul ettikleri düzen yenik düştüm tahmin edilebileceği gibi, o apayrı bir mesele. Erkek olsam rahat rahat hiç de skimde değil derdim işte bu cümleden sonra. En doğrusu bu olurdu.
Cümlelere bak. İnsan kendinden sıkılmaya başladığı an dünyanın onu çiğneyip tükürmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşmelidir okuyucu. Evet.
İzleyecek filmim kalmadı, kitaplarımı dersini günü günü çalışan akıllı çocuklar misali okuyup bitirdim ve en önemlisi müzik artık günü kurtaramıyor diye düşünüp Yann Tiersen'i anlatmaya gelmiştim blog semalarına ama iştahım kaçtı. Başka zaman.
çukurnotlar:
Bernard Black deyince aklıma gelenlerden biri de şu, yazmasam olmaz.
Black Books sezon 2 bölüm 1:
Bernard'ın yüzünden bir müşteriden yumruk yemiş olan Manny gözündeki morluğu saklamak için taktığı gereğinden büyük güneş gözlüğüyle restoranda oturmuş öğlen yemeğini yerken, Fran piyano dersi sırasında etrafta olmasını istemediği Bernard'ı kitapçıdan kovmuştur. Bernard restorana girer, ayaklarını sürüye sürüye Manny'nin yanına gider ve omuzuna dürtmekle vurmak arasında bir hareketle dokunarak sorar.
Bernard: Nerelerdeydin? Fran şu salak dersi yüzünden beni dükkandan attı.
Manny: Kapa çeneni seninle konuşmuyorum.
B: Ne? Müşterinin teki biraz hayal kırıklığına uğradı diye mi?
(Manny gözlüğünü alnına kaldırır ve moraran gözünü gösterir.)
B: Büyük bir hayal kırıklığıymış. (umursamaz bir şekilde burun kıvırarak) bir şekilde telafi ederim.
M: Kullanılmaktan bıktım, yalanlarından bıktım. Nasıl telafi edecekmişsin?
B: Sana bir jeep alırım.
M: Hayır, haftasonu izni istiyorum. (yumruğunu masaya vurur) Ciddiyim, artık bir hayat istiyorum.
(Bernard da yumruğunu masaya vurur)
B: Hayat bu! Acı çekiyor, köleleşiyor ve yok oluyoruz, bu kadar.
M: İhtiyaçlarımız var. Fran piyanosunu aldı, ben kendime ait biraz zaman istiyorum, sen bir kızla çıkmak istiyorsun. (değil mi? şeklinde bakar.)
B: Güldürme beni ... bu acınası. Fran başarısız olacak, sen hayatın boyunca çalışacaksın ve ben bir bar tuvaletinin zemininde tepetaklak olup yanlız öleceğim.
...
öncelikle apple'a teşekkürü bir borç bilirim. izlemekten asla sıkılmayacak olduğum her şey ipod denilen yaratık-makina sayesinde hep elimin altında.
her seferinde şunu yazacağım bunu ekleyeceğim diye zırvaladığımın farkındayım ama yazacağım harbi, okula dönmeden önce birikmiş çoğu şeyi toparlayacağım burada.
bir de bloggerda "mimiwonka" nickini kullanıp yorum bırakan bir kişi daha varmış, sözlükten biri "sen o musun?" diye sordu. yok efendim ben o mimi değilim, belki de o benim nicki kullanıp sallıyordur bloglarda falan araştırmadım ve hiç de umurumda değil, isteyen istediğini yapsın. benim takip ettiğim insanlar dışında yorum yaptığım sayfa yok gibi zaten. (gibisi fazla)
yazının başlığını en son yazan biri olarak belirtmeliyim ki, başlığın bitterly olmasının hiç bir manası yok. diyaloğu yazarken Dylan Moran'ın "bitterly" demesi zihnime kazınıp kaldı sadece. fena bir adam kendisi zaten. manyak, komik ve harika oyuncu.
28 Mayıs 2010
Uzun Bir Yazı.
Boynumdaki arıyı avuçlayıp yere attıktan sonra anneme seslendim, gelip dışarıya atsın diye.
- Aaaa nerden gelmiş o? İyi ki gördüm kızııım.
- (iç ses: ne demek nereden gelmiş, ormanın ortasında yaşıyoruz be!) Hıı hıı... Yerde dolanıyordu öyle, kovanına geç kalmış salak.
Bal arısı gibi yararlı bir hayvanın minik iğnesinden çıkan bir damladan daha az zehirciği bazı insanların solunumunun durmasına neden olabiliyor. Eğer gerekli önlemi önceden almamış veya yaşadığı ülkenin sağlık hizmeti verme anlayışı gelişmemişse, arı gibi şirin bir hayvanın katline uğrayabilir sağlıklı bir insan ve ölmesi sadece 5 dakika sürer, tabi boynundan sokarsa 2 dakikaya düşer bu zaman. Arıların insan öldürmek gibi bir amaçları olduğunu düşünmüyorum ama hepsinin uçan katiller olarak adlandırıldığının farkındayım ailemdeki çoğu insan tarafından. Ben seviyorum onları.
Yıllar geçtikçe daha iyi yalan söylüyor insan karşısındakilere. Büyüdükçe zekâ gelişmiyor tabi sadece deneyim kazanıyor zihnimiz. Bu da bir çeşit erdemlilik sayılmalı aslında.
.
10 gün önce öğrenci işlerine mail attım. Mezuniyete katılmamak gibi bir hakkım olduğunu ama bu organizasyonda bulunmak için başka bir şansım olamayacağını bildiren güzel ve dolgun bir başka elektronik mektup geldi cevap olarak. Aileme isterlerse bensiz de gidebileceklerini söyleme fikri, 24 yaşına gelmiş bir bireyin artık ailesi tarafından şiddete maruz bırakılamayacağı fikrini altüst edebilecek bir tepkiyle karşılanırdı. Sessizim o yüzden. Ablam benzeri bir olaya daha önceden katılmış olduğu için, şu günlerde gelip " eee nerede davetiyeler?" şeklinde bir soru yöneltebilir belki. Ama işi-gücü olan insanlar sürüsüne katıldığından beri, ilk kez tanıştığı insanlarla yemek yiyip iş muhabbetleri yapmakla, Fransız ve İngiliz gibi medeniyet kavramından nasibini almamış tiplere modern çağın bir numaralı konularından biri olan çocuk psikolojisiyle ilgili sunumlar yapıp iş anlaşmaları bağlamakla ve bağladığı bu anlaşmaların bilime katkı olduğunu söyleyip kendini kandırmakla meşgulken, yanı başındaki en iyi arkadaşının mezuniyetini bir kalemde silip attığının farkındalığını yaşamaktan fersahlarca uzak olduğunu düşünüyorum. İşimi de gelmiyor değil. Sadece, insanlar hakkında eksik gedik ne bulursam dile getirmeyi sever oldum son zamanlarda.
.
Selvi bir sürü kitap yolladı. Sonuncusunu bitirmek üzereyim, özellikle sona bırakmamı istediği kitabın bitmesine 120 sayfa falan kaldı. Kitabın adı Kinyas ve Kayra. Hakan Günday’ın ilk romanıymış. Henüz Kinyas’ın sonunu okumaya başlamadım ama Kayra olanı sayfaların içine dalıp öldüreli çok oldu. Hatta son bölümde geri dönüp ellerimle boğup attığım okyanusun kalbinden çıkardım Kayra’yı ve izin verdim yazılan sonuna kadar emeklemesine. Sonra odasına girip siyaha boyattığı pencere camlarını kırdım. Her parçasını özenle sapladım vücuduna. Ne kan aktı ne gözyaşı, çığlık da atmadı zaten, hiç zorluk çıkarmadı.
Kinyas’ın sonunu okuyacağım bu yazı bittikten sonra. Tahmin ediyorum ki onu da gidip öldürmeme gerek kalmayacak ve suyun yolunu bulması gibi o kendi yolunu benim hissettiğim şekilde bulacak, beni bir yükten kurtaracak.
.
Kocaeli kitap fuarı Tüyap’ın değil de Kocaeli B.Belediyesi’nin üstlendiği bir organizasyonmuş. Öğrendiğim kadarıyla Tüyap’ın teklifini geri çeviren K.B.B. “biz kendi fuarımızı kendimiz yaparız kardeşiiim!” demiş. Ablama göre bu gereksiz bir sorumluluk alma hareketiymiş, çünkü eğer kitap fuarını Tüyap organize etse her şey daha güzel olurmuş.
Ben aradaki farkı anlayamadım nedense. Bursa’daki veya İstanbul’daki fuarlardan çok çok farklı veya olmamış dedirten bir şey yoktu bence. 17 yaşına girecek olan en küçük kardeşim bu fikrime; abla sen sadece kitaplara bakıyorsun biraz da etrafındaki yapılanmaya baksan anlarsın aralarındaki farkı, dedi. Haklısın tabi deyip standlardaki görevlileri deli etme işime geri döndüm daha fazla üstelemeyip, algılayamadığım bir şey için diretmek umursamazlığıma ihanet olurdu en nihayetinde.
- İyi güler hanımefendi nasıl yardımcı olabilirim.
- Selam. Sunay Akın’ın Ayçöreği ve Denizyıldızı kitabı var mı?
- O daha çıkmadı.
- 2001’de basılmıştı diye biliyorum ben.
- Hayır demek istediğim tükendi ve yeniden basılıyor.
- Kesin mi peki?
- Ne kesin mi?
- Basılıyor yani, emin siniz?
- Eheheh evet hanımefendi. İnternetten takip edebilirsiniz. Bu sefer bitmeden alın ama.
- Bende var zaten. Tekrar almayı düşünmüyorum.
- Pardon.
- Size de iyi günler.
Fuardayken ablamın hatrı için onların standında dikilip kitaplarını tanıttım. Gazetecilik kimliğimin laf ebeliği bölümünde yazan talimatlara göre davranıp yeri geldiğinde en iyi halkla ilişkiler uzmanı olabiliyordum ne de olsa, bari bir işe yarasındı bu özelliğim ve yardımım dokunsundu ablama ve psikiyatr patronuna. Çünkü onlardı bu ülkenin geleceklerinin zihin sağlığını emanet ettiğimiz insanlar ve büyük işler başaracaklardı her alanda ilerlemeyi hedef edinmiş bu ülkenin azimli insanları olarak. Ayrıca bedavadan mükellef bir yemek ısmarlayacaklardı.
Bıdı bıdı psikoloji merkezi başlığını taşıyan zekâ geliştirici, öğrenme bozukluğu, dikkat eksikliği giderme egzersizleri olan ve hafıza becerisini geliştiren yani daha başka bir çocuğu çocuk yapan umursamazlığına ait ne varsa hepsinin tedavisinde yardımcı olacak bu kitaptan hatrı sayılır ölçüde satıp bir de mekânın reklamını yaptım, yanımdaki diğer 4 kişiyle birlikte.
Akşama doğru satış yaptığım kişilerden birinin çocuk sahibi olmaması bir yana henüz evli dahi olmayışı “eee peki bu adam neden aldı bu kitabı?” muhabbetinin dönmesine neden oldu diğerlerinin arasında. Haklı olarak merak ediyorlardı ve salak da değiliz diyorlardı içlerinden. Dedim ya; zaten insan kendini kandırır en çok. Sen ben onlar…
- Hmm ne anlatıyor bu kitap?
- Bir şey anlatmıyor. Anlatma kaygısı yok zaten, her şeyi biliyor size sadece uygulamak kalıyor. İçinde bulmacavari alıştırmalar var, çocuklar için.
- Benim çocuğum yok ama.
-Eşinize 10 yıl sonrasının hesabını yaptım diyerek duyarlı eş kozunuzu oynarsınız ki çok işe yarar bence.
- Ahahaha peki ben evli de değilim desem.
- Eee süpermiş işte. Daha iyi, kendiniz çözersiniz alıştırmaları. 7-16 yaş arası yazıyor üstünde ama bakmayın siz onlara. Sabah çözdüm bende, çok eğleniyor insan. Konularında uzmanlaşmış psikologlar tarafından özenle hazırlandı bu kitap, 1 yıl kadar üzerinde çalıştılar gece gündüz ki hepsi de tanıdığım insanlardır. Sizi temin ederim ki bırakın çocuk psikolojisinden anlamayı hiç biri asla bir çocuk gibi düşünemez bile. O yüzden bu kitaptaki her şey çocuk olmayan herkes için bir nevi ego tatmini sayılır. Üniversitede okurken neden lisedeki sınavlara bu kadar çalışıp zaman harcamışım ki yahu diye hayıflanan çok zeki insanlar için basıldı aslında. Büyüdükleri zaman çocukluklarına dönüp baktıklarında aynı gereksiz sonuca varabilsinler diye.
- Siz de psikolog musunuz, hatta bu kitabı hazırlayanlardan biri olabilir misiniz?
- Hayır, değilim ama merak etmeyin aynı şekilde işe yaramayan bir başka meslek kolu için eğitildim bende. Belli bir kültürel seviyeye ve aşağılık kompleksli egosal mekanizmaya sahibim.
- Eheh… Peki, alıyorum o zaman. 10 yıl sonraya yatırım olur.
- Ahahaha peki. Buyurun.
- İyi akşamlar.
- Güle güle…
Parayı kasa yerine kullandığımız bir kutucuk dahi olmadığı için gelenlere ikram ettiğimiz süslü çikolata kâsesinin altına sıkıştırdım. Mühendis beyin elime sıkıştırmayı ihmal etmediği afili kartını da içtiğimiz çayların pörsümüş poşet çöplerinin yanına savurdum. Kaliteli bir karttı, havayı keskin bir çizgiyle kendinden emin bir şekilde yarıp ulaştı çöplerin arasına.
Gerçekten o kitabı çözmeye muhtaç birinin çığlıklarını görmüş ve uzun zamandır tanımadığım biriyle kurabildiğim en uzun muhabbeti yapmıştım karşımdakiyle. Evrende çoğu insanın farklı şekillerde inandığı sevap işleme olgusunu gerçekleştirmiş sayılıyor olmalıydım.
- Skorboarda işlensin lütfen.
…diye seslendim kafamı kaldırıp. Tek gördüğüm şey interteksin metal boruları ve havalandırma zımbırtılarıyla dolu tavanıydı.
.
Bu sene Roland Garros’da tanıdığım biri mücadele ediyordu. İlk turda elendi gerçi ama yine de sayesinde 5 saate yakın televizyon karşısında oturdum hiç kalkmadan. Maç bittikten sonra zapping yaptım uzun süre ve reklamları izleyip çizgi filmlere göz attım. Hala, en basit şekliyle güzel diye nitelendirilemeyecek reklamlar çekiliyor olmasını, çizgi filmlerdeki hayal gücü kullanımının yerini yozlaşmış kavramları empoze etme çabasına bırakışında saklı olduğunu açıkladım babama. O da kafasını gazetesinden kaldırmaya gerek görmeden kuru bir “evet” diyerek “haklısın kızım” dedi.
Geçtiğimiz yıl hissetmeye başladığım bıkkınlık ve yorgunluğa, okul ve iş gibi, duyulduğunda herkeste aynı çağrışımı yapan olgular nedeniyle kapılmış olabileceğimi ve bu durumun geçici bir süreç olduğunu, herkesin benzer dönemlerde benzer hislerle yoğrulduğunu söylüyordum kendime. Her şeye biraz ara vermek, hiçbir şey yapmama lüksümü kullanmak bu sorunun çözümü olacaktı. Muhabbetin başında da söylediğim gibi, yıllar geçtikçe daha iyi yalan söylüyor insan karşısındakilere ve eğer aynaya bakıyorsanız söyledikleriniz yaratıcılar için yazılan ilahiler gibi gelir kulaklarınıza.
Kendime bir amaç edinmenin hevesindeyim şu günlerde. Ne olacağını keşfettiğim zaman öğrenirsin. Heyecanlıyım aslında, hayatında ilk kez lunaparka gidecek veya piknik yapmayı öğrenecek bir velet kadar. Pikniklerden haz etmeyip lunaparklardan çekiniyor olmam büyüdükçe yakalandığım bir hastalığın belirtileri ama her gün yeni bir şeyin var olmaya başladığı yer kürede, hayatıyla ilgili basit bir karar verme aşamasında olan basit bir insan gibi bu hakkı buluyorum kendimde. Heyecanlanmalıyım.
Nimet saydığım interneti kullanıyorum sık sık. Açıyorum sözlükten rastgele bir sayfa, en baştaki kelime… Yazıyorum aziz gugıla, ara beybi kendimi bugün şanslı hissetmiyorum ama sana yalan söylemek hiç zor değil, diyorum.
Karşıma henüz amaç edinebileceğim bir şey çıkmadı. Sahip olduğun kulp bulma potansiyeli damarlarındaki asil kanla alakalı değil ki zaten damarlarındaki kan da herkesinkinden çok çok farklı değil, diyor sol omzumda oturup kulağımdaki metal küpenin yansımasında elindeki yabayla dişlerini karıştıran varlık.
Geldiğin çizgi film karesine geri dön ufaklık diyorum, hemen küsüp yok oluyor.
.
Şu dünyada âşık olduğum tek şey kitaplarım diyebilmiş saf bir insandım zamanında. Tabi ki her aşk gibi benim aşkımda zamanla sönükleşti, yeni şeyler istedikçe aynı kalmaya devam etti bazı şeyler, değişimlerse yetmedi bana. Hala seviyorum kitaplarımı ve okumam için bekleyen diğer tüm kitapları ama eskisi gibi değiliz. Onlar benim bakışlarımı beğenmemeye başladı bende çok üzerlerine gittim, genelgeçer saçmalıklarsınız hepiniz en aykırınız bile aynı hatalara düşüp yok ediyor kendini diyerek üzdüm onları. Yine de birbirine alışmış evli çiftler gibi iyiyiz, işte.
Filmlerle kırıştırıyorum sık sık. Afişlerini toplayı elektronik kafa kâğıdı hesabımda albümleştirdim hatta. Geçerken bakıp beğendiklerini izlemek için not alanlar vardır diye düşünmek hoşuma gidiyor.
Normal bir insanın parmak sayısını çok çok geçti son zamanlarda izlediğim filmlerin sayısı. Bunun nedeni Mart-Nisan arası katıldığım festivaller biraz da. Gerçi ülkeme festival kapsamında gelen çoğu filmi önceden izlemiş olmam pek de hoş bir şey değildi belki ama ne zaman bunu düşünsem aklımda şu cümle belirdi. “rendez á césar ce qui appartient á césar, et á dieu ce qui appartient á dieu” ne alakası var bilmiyorum ama nedense Latincesini de öğrenesim var. Farklı bir hak hukuk anlayışım var evet.
Bir başka zaman uzun uzun anlatacağım yine filmleri, zamanı hakkında pek bir fikrim yok ama ben olmasam da Selvi buralarda olur zaten, onun yazdığı yazılarda rastlarsınız diye düşünüyorum bahsettiğim filmlerin hangileri olduğuna. Nasılsa ikimizi de aynı insanlar takip ediyor diye geçiriyorum içimden hep, böyle olduğuna emin olamasam bile.
Biraz da müzik deyip Kinyas’a döneceğim, sanki bir acelesi varmış gibi beni beklediğini düşünüyorum.
Belgesel günlüğünü takip edemiyorum hatta sanırım şu günlerde İstanbul’da TRT’nin belgesel gösterimleri olmalı. İzlenilesi bir organizasyon aslında. Neyse… Dilimize “Yuva” olarak çevrilen “Home” belgeselinin müziklerinde imzası bulunan bir adam Armand Amar. Ben film müziklerinden aşinaydım kendisine ki bundan 3 yıl önceydi sanırım tanışmamız. Son 3 haftadır eski zevklerime geri dönme çabasıyla veya dinleyecek yeni bir şeyi olmayan insanların arşivlerine sarılma içgüdüleriyle olsa gerek deli gibi eski tınıları dolduruyorum kafamın içine. Bunları yazarken Génerique fin çalıyor 30. tekrar olmuştur abartmıyorum.
Yeni çıkan albümlerden veya videolardan haberim yok, beni haberdar edebilecek çoğu insanla görüşemiyorum artık. Benim işim yok ama onların vardır deyip seslenmek geçiyorsa da içimden unutmak için bekliyorum, birilerini rahatsız edecekmişim hissiyatından hala neden kurtulamadığımı bilemiyorum, geri kalan hiçbir davranışıma uymayan bir ayrıntı bu. Çocukluktan kalma bir alışkanlık sanırım. Anneme veya babama bir şey sormak için uğraşıyor oldukları işin bitmesini beklemem gerektiği öğretilmişti çünkü bana. Ve babam gazetesini bitirene, annem de her ne yapıyorsa bırakıp salona gelene kadar gidemezdim yanlarına.
- İnsanlar başka bir şeyle meşgulken senin sorduğun sorulara zaten gerekli cevapları veremezler, işlerinin bitmesini bekle olur mu kızım?
- Olur anne.
Bu günlerde unutmamaya karar verdiğim tek şey yaklaşan Tiersen konseri. Orada olacağım, mesaj atıp yerini söyleyenlerin yanına uğrayabilirim belki, söz vermiyorum. Şu çok ünlü rock festivaline ise gitmeyeceğim. Son ana kadar evin içinde “hadi gidelim, tamam para işini hallederiz kimlere gidelim vs vs..” şeklinde konuşmalar dolanıyordu. Ben kardeşlerimden 1 ay önce vazgeçtim konser işinden, çünkü “bak bu adamalar ölecekler son konserleri bunlar ilerde tarihe geçecek bak bu festival” deseler bile o kadar parayı onca insanın arasında sıkılıp delirecek raddeye gelmek için, bile bile vermem, veremem. Yaşayan efsaneler… Müthiş sahne şovları… Gaza gelip eğlenmek gibi bir özelliğim zaten hiç olmadı ve ihtiyacım olduğunu da düşünmüyorum. Bedavaya olsa giderim tabi o ayrı konu ki girdiğim bedava konserlerde tanımadığım insanları dinlemişliğim de var.
Sonuç şu ki para önemli bir şey ve eğer ülkemdeki bazı ailelerin aylık mutfak masrafından daha fazla olan bir parayı birilerine vereceksem sırf eğlenmek amacıyla, bu gerçekten dinlemekten vazgeçemediğim ve beni gerçek manada etkileyebilmiş olan bir müziği icra eden insanlar için olmalı. En basiti, en azından 3-5 albümünü almış olmalıyım konserine gideceğim adamın. Sevgili Yann Tiersen sahip olduğum albümleri ve dvdleri göz önüne alacak olursak işte tam da bu adamlardan biridir. Biletleri ne kadar olursa olsun kalabalık içinde sadece ikimizin olacağı bu konsere uçarak gideceğim.
Bitirmeden önce söylemek istediğim bir şey daha var ama daha fazla uzatmamak için kısaca söylemek istiyorum. Lütfen insanlar, Morrissey’in kıymetini bilin. Bu kadar.
Gidip şu insan müsveddesi Kayra’nın ekürisi saydığı Kinyas’ın sonunu okuyacağım.
Yaşıyorum hala ve etrafta dolanmaktayım en Huckleberry Finn tavırlarımla.
12 Nisan 2010
İyi ki...
Çizim: Natalie Dee "don't invite morrissey to your birthday party"
04 Nisan 2010
Bu Bir Mimi Wonka Çıkarımıdır.
21 Şubat 2010
Notlar.
29 Ocak 2010
14 Ocak 2010
Pas si simple
05 Ocak 2010
Rüya...
Bir insan rüyasında ünlü birini görürse (ki bu ünlü insan Jared Leto, Emile Hirsch, Louise Garrel, Leonardo Sbaraglia, Romain Duris ve Takeshi Kaneshiro karışımı birşey ise...) ve rüyasındaki bu ünlü insanla 15 yaşındaki veletlerin hayallerindeki bir sahnenin içinde başroldeyse eğer, ertesi sabah kalktığında gülüp eğlenebileceği hatta arkadaşlarıyla muhabbet ederken "dün gece bi rüya gördüm hacı yok böyle bişi ahuhauhua" şeklinde anlatacağı çok hoş bir yaşanmışlığa sahip olur.
Ama rüyasında gördüğü insan 16 yıl önce intihar etmiş, ardından binlerce mum yakılıp dua edilmiş, hatta abartıp peşi sıra intihar edenlerin kaydedildiği arıza bir rock star ise ve bu rocker cenazeye gider gibi simsiyah bir takım içinde ona doğru yaklaşıp sarılmış ve "merak etme o kadar da kötü değil burası" diyorsa ve anlamadığı bir dilde ona dua etmeye başlıyorsa... ve ayrıca rüyanın sahibi soyut dünyasına konuk olan rockera somut sünyasında hayran bile değilse, bu işte bir terslik var demektir.
Televizyonu açtım, ses olsun diye... Şapşal bir dizinin bilmem kaçıncı tekrarı bana eşilik ediyor. Yazmalıyım, yazmalısın, yaz artık diyen iç seslerimi dinledim ve piisiimi açıp yazdım birşeyler. Ama yazmakla anlatmak çok farklı... O yüzden gelip birilerine anlatmam gerekliydi.
Basite kaçıp twitterı açtım önce, nasılsa bir sürü uykusuz asosyal şu an saçma sapan düşüncelerini birilerinin ciddiyetle okuyup algıladığını sanmakta...
Kısacası feci korktum azizim. Rüya tabirileriyle aram yoktur "kaba etin açıkta kalmış, çok yemişsin hazımsızlık çekiyorsun vs..." der geçer giderim... Yine de diyorum. Ama mümkünse sevgili Cobain bir daha soyutluğuma konuk olmasın.
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...