16 Ağustos 2008

Mimi Wonka is searching Neverland...





Çok sevdiğim bir şehirde, elimdeki "canım ister çalışırım canım ister donar kalırım" ipod ile bu parçayı dinliyorum, kardırım taşlarını eskitmeye çabalıyorum. Daha eskimeden yerine yenisini döşemeye gelecekler biliyorum. Arada oturup kitap okuyorum, sayfalarını pıııırrr diye döndürüp kitap kokulu hoş serinlikler yaratıyorum. Filtre kahve içip gerçekten tükettiğim zamanın tadınına varıyorum. Kafamda bir sürü düşünce beliriyor bir şeyler yazasım var ama kağıdım yok. Etrafta koşturan, kafalarından oyun uyduran çocuklar, olduklarından daha büyük ve önemli hissetmek için çabalayan gençler...

Hepsini izliyorum. Zevk alıyorum zamanımı böyle tüketmekten.

Bugün doğumgünüm olsaydı mesela. Bugün aydınlık bir gün ve bir başka "herhangi" bir gün. Hayatımın bir gecede değiştiği gün bugün.

Üzülmeden gülümseyerek anlatıyorum artık olup bitenleri, kaybettiğim insanları, hayvanları, ağaçları, denizi, gökyüzünde gördüğüm o rengi ve evimizi, çatı katındaki küçük odamı, penceremin kenarında yaşayan kumruları... Herkes bir şekilde kaybolmayacak izler edindi sanırım. Bilen kişilerin bilimsel açıklamaları bir yana, neden olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz. Hayatımıza istemeden sahip olduğumuz görünmez izlerle devam ediyoruz. Görünen onca şey bir yana görünmeyenler daha çok şey anlatıyor aslında. Bende çatı katı saplantısı gibi zararsız bir iz kaldı bu olaydan sonra :) Hayatımdaki eskileri hatırlatan diğer tüm şeylerden silkinip sadece, en eğlenceli yaşımın en eğlenceli zamanalarını geçirdiğim odamın bir parçasını içimde sakladım. Basit ve az buçuk hüzünlü bir şey işte. Bugüne taşıdığım küçük bir "eskiden kalma" sadece...

Hep "hayatımız bir an'da değişebilir" derler. Doğrudur. Ama yaşayan azdır. Zamanı gelince herkes ölür diyoruz ama ölümün zamanı yoktur. Annesinin karnından çıktıktan hemen sonra ölen için de, 90 yaşına gelip hala yaşamaktan zevk alan biri için de erkendir ölüm. Zamansız ölen çok tanıdığım oldu, biri en sevdiğimdi, güvendiğim ilk yabancıydı, ilk en iyi arkadaşımdı, hayran olduğum ilk kişiydi.... Çok kavga ederdik, hep o üste çıkardı, her kavgayı o kazanırdı. İlk oyunumu kaybettiğim ama yeni oyunlarda görüşürüz dediğim ilk rakibimdi. Peter Pan ile Tom Sawyer'ı paylaşdığım tek insandı... Daha ne çok ilk var unuttuğum kim bilir?

İlerde küçük kızıma "Bak bu senin Ersin dayın, çocukluğumuzdan beri arkadaşız" diyemeyeceğim maalesef, onun yerine "Bak bu senin Ersin dayın, çocukken en iyi arkadaşımdı, şimdi çok uzağa taşındı, arada rüyamda görüyorum hasret gideriyoruz" diyeceğim. "Biliyor musun ben kocaman bir kadın oldum ama o hala çocuk kaldı benim inadıma, zaten hep Neverland'i benden önce bulacağını söylerdi pis ukala... Sana da Neverland'i anlatayım ister misin?" diye de ekleyeceğim hemen. Sonra başlayacağım anlatmaya, yıllar geçsede yetmeyecek zaman, bitmeyecek hiç anılarım.

Önceden çok üzülüyor insan hatırlayınca, ama daha sonra gülümseyip eskileri yad ediyor kendi kendine. Şimdi, dokuz yıl sonra düşününce, üzülüp ağlamıyorum artık. İçimde hergün daha da büyüyen bir sevgi ile hatırlıyorum anılarımı, gülümsetiyorlar beni... Büyüdükçe acılarımız azalıyor yani. Anılar biraz silikleşiyor belki ama kaybolmuyorlar. Yeni anılar geliyor yanlarına yeni dostlarla paylaşılmış, birleşip seni "sen" yapıyorlar...

Çok duygusal oldu, hüzne sardı gibi yazı ama öyle değil aslında. Kabul edilebilir oluyor herşey zamanla. Ben de artık sorgulamayı bir kenara bıraktım, "neden , niçin, keşke, acaba ne olurdu" gibi sorularla doldurmuyorum zihnimi. Elimde kalan güzel anılarımla pollyannacılık oynuyorum, daha iyi yaşayabilmek için. Çünkü "ben hala burdayım" diyorum, küçük kızıma anlatacağım güzel şeyleri unutmamaya çalışıyorum...

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş öncelikle ellerine sağlık demek isterim Matmazel Mimi;

Sivrisineklerimden fırsat buldukça biraz zırvalamak istedim sabahın köründe zaten canım da sıkıldı daha önceden de tahmin ettiğim gibi.

Az çok bildiğim kadarıyla sen zaten "keşke" demezsin :) neden ve niçin'den vazgeçmende iyi olmuş, insana çok zaman kaybettiriyorlar.

Bu yazıda son bölümde yazdığın "kabul edilebilir oluyor zamanla herşey" cümlesi insanı en iyi anlatan tanımlamalardan birisi olmuş, neden, niçin, acaba, keşke ve türevi ifadelerden vazgeçmenin doğruluğunu da bir kez daha gözümüzün içine sokmuş. Öyle ya elinde sonunda kabul edeceksek neden bir an önce yapmıyoruz.

La Santa Roja dedi ki...

Zaman silmede seçicilik yapıp kötü anıları götürdüğü için belki, kalanlar bizi hep gülümsetenler oluyor. Her gün yeni bir acıyla karşılabilir durumda olan insan için bir nimet işte.

wt dedi ki...

son paragraf özellikle etkileyici ve doğru. insan hayatı dönem dönem yaşanıyor. bazen zirvedeyken, ertesi gün dibe vurabiliyor insan. dibe vurulan zamanlarda da bahsettiğin gibi, keşke, niçin gibi soru işaretleri artmaya başlıyor. gece ve gündüz gibi bi döngü bu işte hepimiz biliyoruz bunu. önemli olan ise darbe almadan çıkmak böyle dönemlerden. zaten yanıp kül olduğunda da yeniden doğuyorsun onlardan.. ister istemez..
hayat işte abi garip

(Süper)Cem dedi ki...

Değiştiremeyeceğin gerçekleri kabul etmekten başka bir çare yok.. Kendi içimde yaşıyorum bazen bunun sorununu ve vazgeçemeyeceğim şeyleri sorgulamak zorunda hissediyorum kendimi. Ve bir zaman sonra sıkılıp geriliyorum. Sorgulamadan olmuyor ama fazla takmamak lazım. Değişmiyor çünkü...

Kırlangıç Sorunu

İki yıldır ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyorum. Neden ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyor...