22 Temmuz 2008
18 Temmuz 2008
14 Temmuz 2008
Tesadüf dediğin nedir ki arkadaşım?
.
.
.
"Senin için en güzel tesadüf ne olurdu?" diyerekten, sayın Buz Cevheri tarafından mimlenmişim sevgili okuyucular. Gereğini yerine getiriyorum hemen, soruya bağlı kalır mıyım, bunu başarabilir miyim bilemiyorum. Önce bir açıklama notu ile başlamalıyım sanırım.
Tesadüflere inanmam diyen insanlardan olmadım hiç. Ama her küçük şeyi tesadüf olarak anlamlandırarak "olasılıklara" bel bağlayan biri de olmadım. Tesadüfler sadece eğlence için dillendirdiğim şeyler sanırım. Yolda karşılaştığım eski arkadaşlar veya eve geldiğimde en sevdiğim yemeğin pişirilmiş olması durumu benim için tesadüftür ve eğlencelidir... Tesadüfleri, hayatımda değişiklikler yaratan kozmik bir gücün etkisi olarak görmem yani. Gerekli duygusal derinliğe sahip olmama rağmen "tesadüflerin hayatımızdaki yeri" konulu derin mevzuları göz ardı etmekten yanayım sanırım. Daha fazla karmaşıklaştırmadan "Senin için en güzel tesadüf ne olurdu?" sorusuna döneyim en iyisi.
Ben için en güzel tesadüf en eğlenceli ve anlaşılmaz olan olay(lar)dır efendim. Şöyle ki; yıllar evvel henüz bilgisayarımızın, dvdmizin falan olmadığı bir dönemde tek eğlencemiz olan televizyonumuzda en sevdiğimiz çizgi filmimizi izlerken, akşam oynayacak olan iğrenç bir filmin tanıtım reklamını görüp;
-Aman yani bu ne şimdi, keşke "Pamuk Prenses: Bir Dehşet Masalı" olsa da izlesek, ne güzel olurdu dimi ya.
- Evet ya keşke olsa da izlesek...
muhabbeti yapmıştık sevgili ablacığımla. Reklamlar bitince filmi bir kenara bırakmış ve muhteşem çizgi film Transformers'ı izlemeye devam etmiştik. Filmi falan unutup klasik "Decepticonlar saldırın, Autobotlar dönüşün" muhabbetimize başlamıştık çoktan. Çizgi filmimiz bitip de akşam yayınlanacak sinema kuşağının reklamı tekrar ekranımızı süslerken "bu ne yani şimdi" dediğimiz filmin gidip yerine "keşke olsa da izlesek" dediğimiz filmin geldiğini görerek heycanlanmış, tabiri caizse delirmiştik.
Uzun süre elektronik aletlere hükmedip istediğmiz şeyleri gerçekleştirebileceğimiz inanışı ile yaşadık, yalan değil.Bunda, Transformers izleyip kendimizi Decepticon ve Autobot sanmamızın da etkisi vardı tabi ki. Sonuç olarak inanılması güç ve olasılığı düşük bir tesadüftü yaşadığımız, ama o zaman bile bu olayı tesadüf diye nitelendirmek yerine kendimizi üstün varlıklar olarak görmeyi seçmişti(m)k.
Bunun gibi olayları yaşamak benim için güzel tesadüflerdir. Mesela; sevgili okul arkadaşım Stefan'ın, katılımın fazla olduğu bir derste oturacak yer bulamayarak açık olan pencere kenarına tünemesi, benim içimden "düşşe ne komik olur lan" gibi bir düşünce geçirdiğim anda sarsılması ve yanındaki arkadaşı yakalamamış olsa, pencereden aşağı yuvarlanacak olması durumu gibi. Herkes "ayyy aman dikkat" derken benim kıkırdama nedenimi kimseye açıklayamamış olmam farklı bir utanç nedenim olsa da hiç pişmanlık duymuyorum.(gerçi 4.kattaydık, Allah korudu yine de :p)
Düşünüyorum ve benim için en iyi tesadüf Taksim'de aylak aylak dolanırken, arayıp yanıma çağıracağım arkadaşımın, karşıdan el sallayarak bana doğru geliyor olmasıdır. Boşuna arayıp faturamı kabartmış olmaktan kurtulmuşumdur çünkü. Ya da kitap alırken sohbet etmeye başladığım biriyle arkadaş olup tanıdık haneme birini daha eklemiş olmamdır. Veya çok sevdiğim bir şarkıyı dinleyen genç elamana "sesi dışarı ver bizde duyalım aslanım" şeklinde takılmamdır. Bu akşam eve durup dururken pizza gelsin mesela, tesadüf bu ya pizzanın sahibide lisedeki edebiyat hocammış meğersem, siparişi de peşin ödemiş kartla. Bana sadece pizzaya yumulmak kalıyor....
Eğlenceli şeyler yapmak ve eğlenceli şeylerle karşılaşmak isteyen birinin tesadüf anlayışı bu kadar olur, idare edeceksiniz artık, kasıp çok duygusal şeyler de yazabilirim isterseniz. Mesela Joni Dep hayatının aşkının ben olduğumu anlayarak, ilk jetle bizim evin önüne iniyormuş-muş-muş....
Yani; tesadüf dediğin nedir ki arkadaşım?
Yaşamı istediğimiz yöne çekiştirmemizi sağlayan küçük olaylar, unutulan bazı şeylerin unutulmamış olduğunu hatırlatan anlar, bazılarımız için gülümseme bazılarımız için gözyaşı dökme nedeni. Tesadüflere bakışımız da parmak izlerimiz kadar farklı yani.. Sen kendininkilerden bir gemi yap derinliklerde kaybol istersen, ben beniminkilerden bir kuş tüyü yatak yapıp üzerinde zıplayayım... =)
Unutmadan, bu mim işinde yeni olsam da topu başkasına atmam gerektiğini biliyorum ve bu mimi Alässe isis , Alice in Wonderland ve Biz Vahşi Batıda Sakız Çiğneriz 'e paslıyorum. Tutup tutmamak sizlere kalmış. Kolay gelsin efendim.
.
.
"Senin için en güzel tesadüf ne olurdu?" diyerekten, sayın Buz Cevheri tarafından mimlenmişim sevgili okuyucular. Gereğini yerine getiriyorum hemen, soruya bağlı kalır mıyım, bunu başarabilir miyim bilemiyorum. Önce bir açıklama notu ile başlamalıyım sanırım.
Tesadüflere inanmam diyen insanlardan olmadım hiç. Ama her küçük şeyi tesadüf olarak anlamlandırarak "olasılıklara" bel bağlayan biri de olmadım. Tesadüfler sadece eğlence için dillendirdiğim şeyler sanırım. Yolda karşılaştığım eski arkadaşlar veya eve geldiğimde en sevdiğim yemeğin pişirilmiş olması durumu benim için tesadüftür ve eğlencelidir... Tesadüfleri, hayatımda değişiklikler yaratan kozmik bir gücün etkisi olarak görmem yani. Gerekli duygusal derinliğe sahip olmama rağmen "tesadüflerin hayatımızdaki yeri" konulu derin mevzuları göz ardı etmekten yanayım sanırım. Daha fazla karmaşıklaştırmadan "Senin için en güzel tesadüf ne olurdu?" sorusuna döneyim en iyisi.
Ben için en güzel tesadüf en eğlenceli ve anlaşılmaz olan olay(lar)dır efendim. Şöyle ki; yıllar evvel henüz bilgisayarımızın, dvdmizin falan olmadığı bir dönemde tek eğlencemiz olan televizyonumuzda en sevdiğimiz çizgi filmimizi izlerken, akşam oynayacak olan iğrenç bir filmin tanıtım reklamını görüp;
-Aman yani bu ne şimdi, keşke "Pamuk Prenses: Bir Dehşet Masalı" olsa da izlesek, ne güzel olurdu dimi ya.
- Evet ya keşke olsa da izlesek...
muhabbeti yapmıştık sevgili ablacığımla. Reklamlar bitince filmi bir kenara bırakmış ve muhteşem çizgi film Transformers'ı izlemeye devam etmiştik. Filmi falan unutup klasik "Decepticonlar saldırın, Autobotlar dönüşün" muhabbetimize başlamıştık çoktan. Çizgi filmimiz bitip de akşam yayınlanacak sinema kuşağının reklamı tekrar ekranımızı süslerken "bu ne yani şimdi" dediğimiz filmin gidip yerine "keşke olsa da izlesek" dediğimiz filmin geldiğini görerek heycanlanmış, tabiri caizse delirmiştik.
Uzun süre elektronik aletlere hükmedip istediğmiz şeyleri gerçekleştirebileceğimiz inanışı ile yaşadık, yalan değil.Bunda, Transformers izleyip kendimizi Decepticon ve Autobot sanmamızın da etkisi vardı tabi ki. Sonuç olarak inanılması güç ve olasılığı düşük bir tesadüftü yaşadığımız, ama o zaman bile bu olayı tesadüf diye nitelendirmek yerine kendimizi üstün varlıklar olarak görmeyi seçmişti(m)k.
Bunun gibi olayları yaşamak benim için güzel tesadüflerdir. Mesela; sevgili okul arkadaşım Stefan'ın, katılımın fazla olduğu bir derste oturacak yer bulamayarak açık olan pencere kenarına tünemesi, benim içimden "düşşe ne komik olur lan" gibi bir düşünce geçirdiğim anda sarsılması ve yanındaki arkadaşı yakalamamış olsa, pencereden aşağı yuvarlanacak olması durumu gibi. Herkes "ayyy aman dikkat" derken benim kıkırdama nedenimi kimseye açıklayamamış olmam farklı bir utanç nedenim olsa da hiç pişmanlık duymuyorum.(gerçi 4.kattaydık, Allah korudu yine de :p)
Düşünüyorum ve benim için en iyi tesadüf Taksim'de aylak aylak dolanırken, arayıp yanıma çağıracağım arkadaşımın, karşıdan el sallayarak bana doğru geliyor olmasıdır. Boşuna arayıp faturamı kabartmış olmaktan kurtulmuşumdur çünkü. Ya da kitap alırken sohbet etmeye başladığım biriyle arkadaş olup tanıdık haneme birini daha eklemiş olmamdır. Veya çok sevdiğim bir şarkıyı dinleyen genç elamana "sesi dışarı ver bizde duyalım aslanım" şeklinde takılmamdır. Bu akşam eve durup dururken pizza gelsin mesela, tesadüf bu ya pizzanın sahibide lisedeki edebiyat hocammış meğersem, siparişi de peşin ödemiş kartla. Bana sadece pizzaya yumulmak kalıyor....
Eğlenceli şeyler yapmak ve eğlenceli şeylerle karşılaşmak isteyen birinin tesadüf anlayışı bu kadar olur, idare edeceksiniz artık, kasıp çok duygusal şeyler de yazabilirim isterseniz. Mesela Joni Dep hayatının aşkının ben olduğumu anlayarak, ilk jetle bizim evin önüne iniyormuş-muş-muş....
Yani; tesadüf dediğin nedir ki arkadaşım?
Yaşamı istediğimiz yöne çekiştirmemizi sağlayan küçük olaylar, unutulan bazı şeylerin unutulmamış olduğunu hatırlatan anlar, bazılarımız için gülümseme bazılarımız için gözyaşı dökme nedeni. Tesadüflere bakışımız da parmak izlerimiz kadar farklı yani.. Sen kendininkilerden bir gemi yap derinliklerde kaybol istersen, ben beniminkilerden bir kuş tüyü yatak yapıp üzerinde zıplayayım... =)
Unutmadan, bu mim işinde yeni olsam da topu başkasına atmam gerektiğini biliyorum ve bu mimi Alässe isis , Alice in Wonderland ve Biz Vahşi Batıda Sakız Çiğneriz 'e paslıyorum. Tutup tutmamak sizlere kalmış. Kolay gelsin efendim.
13 Temmuz 2008
"neden böyle?" sorunu....
"Öss birincilerini değil sonuncularını ve neden sonuncu olduklarını izlemek istiyoruz" demiş sayın Hokkabaz , bu konu hakkında yazacaktım bende (gece gece başka işim gücüm yok malum) iyi ki göz atmışım bloglara dedim kendi kendime. Gözünüze Gözünüze adı nacizane bağlantı listemden ulaşabilirsiniz efenim okunulası bu yazının olduğu blog sayfasına, ama hadi üşenmiyorum size bir tıklatmaca koyuyorum.
Her sene birilerine anlatmaya çalıştığım ama "elden ne gelir, sen kitap yollamaya devam et" cevabıyla karşı karşıya kaldığım konulardan biridir, doğu illerindeki genç arkadaşların "neden böyle?" sorunu. Sadece sınavların olduğu zamanlarda değil genel olarak içimize oturan bir konu aslında bu. (hadi ordan sosyal kimliğini ortaya çıkarıp aferin lan Mimi dedirtmeye çalışıyorsun bize diyenlerin canı sağolsun)
Oturduğumuz yerden ahkam kesmek hepimize kolay gelir zaten, sizlerde haklısınız.
İzin almadan(pardon istemeden oldu:p) bağlantı olarak eklediğim şu yazıya bir bakın derim, bu konuda şu ana kadar fikir yürütmemiş insanlar olduğunu düşünüyorum ve bence haklıyım sevgili okur. Ama bu bir duyarsızlık sayılamıyor maalesef bizim toplumumuzda, benmerkezci yaşayışa sahip bir toplumuz çünkü. Ve nedense bizim yerimize de sesini çıkaran ve birşeyleri değiştirmeye çalışan insanların olduğu gibi bir gaflet duygusuna kapılmış durumdayız. Çok acınası bir düşünce şekli, dimi lan!?
Basın/Yayın işinin içinde olan (hadi daha mezun olmadım ama en azından kıyısından köşesinden yakalmış bulunuyorum) bir Mimi kişisi olarak, bu konuyla " neden" yeteri kadar ilgilenilmediğinin bal gibi farkındayım. Sadece benim farkında olmam bu ilgisizliği önlemeye yetmiyor tabi ki (i'm no superman metaforu) Demiyorum ki hemen bir dernek kuralım yardım yaparken arada yataklıkda yapalım. Bu tür lokal faaliyet olaylarının çoğuna güvenmeyen biri olarak o tür bir öneri ile asla kimsenin karşısına gitmem zaten. Sadece birilerinin "daha" haberi olmasını sağlamak gerekiyor.
Yani bir çeşit bilgi paylaşımı. Yani düşünmek için bile dürtülmeye ihtiyaç duyan toplumum insanlarını superpoke'lama olayı. Yani azizim, farklı insanlarla aynı ortamları tüketme aktivitesi içindeyken, sadece "nbr lan hacı durumlar nasıl" "yaa demi abi feci bişeydi manyak güldük bizde ahahaha" muhabbetleri yapmamak lazım. Sanma ki yaş ilerleyip kemaale (bu şapkalı a işini kaldırmayacaktı tdk) erme devrelerine girince sözün kaale alınacak. Yok öyle bir şey, ciddi konulardan da bahsedebiliriz genç bünyeler olarak. Toplumumuza bakmamak lazım yani.
Konudan saptığımı hissederek aklımda sıralanan diğer cümleleri yazmamayı doğru buluyorum ve diyorum ki; al o prestiji.........................
Her sene birilerine anlatmaya çalıştığım ama "elden ne gelir, sen kitap yollamaya devam et" cevabıyla karşı karşıya kaldığım konulardan biridir, doğu illerindeki genç arkadaşların "neden böyle?" sorunu. Sadece sınavların olduğu zamanlarda değil genel olarak içimize oturan bir konu aslında bu. (hadi ordan sosyal kimliğini ortaya çıkarıp aferin lan Mimi dedirtmeye çalışıyorsun bize diyenlerin canı sağolsun)
Oturduğumuz yerden ahkam kesmek hepimize kolay gelir zaten, sizlerde haklısınız.
İzin almadan(pardon istemeden oldu:p) bağlantı olarak eklediğim şu yazıya bir bakın derim, bu konuda şu ana kadar fikir yürütmemiş insanlar olduğunu düşünüyorum ve bence haklıyım sevgili okur. Ama bu bir duyarsızlık sayılamıyor maalesef bizim toplumumuzda, benmerkezci yaşayışa sahip bir toplumuz çünkü. Ve nedense bizim yerimize de sesini çıkaran ve birşeyleri değiştirmeye çalışan insanların olduğu gibi bir gaflet duygusuna kapılmış durumdayız. Çok acınası bir düşünce şekli, dimi lan!?
Basın/Yayın işinin içinde olan (hadi daha mezun olmadım ama en azından kıyısından köşesinden yakalmış bulunuyorum) bir Mimi kişisi olarak, bu konuyla " neden" yeteri kadar ilgilenilmediğinin bal gibi farkındayım. Sadece benim farkında olmam bu ilgisizliği önlemeye yetmiyor tabi ki (i'm no superman metaforu) Demiyorum ki hemen bir dernek kuralım yardım yaparken arada yataklıkda yapalım. Bu tür lokal faaliyet olaylarının çoğuna güvenmeyen biri olarak o tür bir öneri ile asla kimsenin karşısına gitmem zaten. Sadece birilerinin "daha" haberi olmasını sağlamak gerekiyor.
Yani bir çeşit bilgi paylaşımı. Yani düşünmek için bile dürtülmeye ihtiyaç duyan toplumum insanlarını superpoke'lama olayı. Yani azizim, farklı insanlarla aynı ortamları tüketme aktivitesi içindeyken, sadece "nbr lan hacı durumlar nasıl" "yaa demi abi feci bişeydi manyak güldük bizde ahahaha" muhabbetleri yapmamak lazım. Sanma ki yaş ilerleyip kemaale (bu şapkalı a işini kaldırmayacaktı tdk) erme devrelerine girince sözün kaale alınacak. Yok öyle bir şey, ciddi konulardan da bahsedebiliriz genç bünyeler olarak. Toplumumuza bakmamak lazım yani.
Konudan saptığımı hissederek aklımda sıralanan diğer cümleleri yazmamayı doğru buluyorum ve diyorum ki; al o prestiji.........................
10 Temmuz 2008
not:
şu günlerde ev arıyorum, güzel bir ortak yaşam alanı kuracağız 3-4 kişiyle birlikte, karşımıza bir çatı katının çıkması ne kadar eğlenceli bir durum değil mi? böyle manidar şeylerle karşı karşıya kalmak beni çok mutlu ediyor, basit bir insanım evet biliyorum. kendimi basite indirgediğim şu dönemleri çok seviyorum....
08 Temmuz 2008
maksat yazmış olmak olsun karalaması....
Bir kaç tane kitabım kayıp. Bu tür şeyleri kafama çok takıyorum nedense. Hani çok entellektüel bir kişilğim ya ondan! Kimseye kolay kolay kitap vermem al oku diye. Apartman bebelerine veriyorum sadece, ilk ve orta okul zamanı okuduğum kitapları yığıyorum kucaklarına "bunları bu yaz oku bitir bak sorcam ne anladın diye!" apartman bebelerimiz beni seviyor "Mimi abla bana bu kitapları verdi okuycam hepsini, heeyoooo...."
Peter Pan ve Tom Sawyer yeni gelişen beyinler için cevherdir...
Ne diyordum, arada kendimi övdüm yine (çok sosyal bir insanım ben, gençliğin gelişimine katkı sağlıyorum, "bilgisayar oyunu oynayacağınıza okuyun bakiim şunları" ) Bilgisayarda benim işim var çünkü Mahjong oynayacağım...
Kitaplarım kayıp, ablam gittiğim kitapçılarda unutmuş olabileceğimi söylüyor, olabilitesi yüksek aslında, öyle mallıklarım çoktur benim. Gidip sormak lazım "ya ben kitabımı burda mı unuttum acaba, Hemingway bölümündeydim en son, oralara bir bakarmısınız, buldunuz mu hiç? ilk sayfada adım ve kitabı okumaya başladığım günün tarihi yazılı bir baksanız hani..." Rezillik ya. Gidip yeniden almam lazım o kitapları. ( bi de Lady Jade penguenlerden korkuyor, küçükken bunu Batman Returns izlerken korkuttuk ablamla, ki ablam hala korkutuyor ahaha)
Kardeşimin fotolarını çekiyorum, kendisini yeni konu mankenim yapacağım gibi, Photoshop olayından haz etmeyen biriyim ama yeni program iyi gibi, onu keşfetme işine gireceğim bu haftasonu. Aliemizin laptopu "mal pc" hala köşesinde uyuyor, artık o seri üretilmiyormuş-muş o yüzden işleri biraz uzamış-mış-mış... Onsuz zor oluyor, yazmak çizmek fotoğraf rötuşlamak....
How I Meet Your Mother izliyorum. Deli gibi. Barney karakteri gerçek olsa ve kendisiyle arkadaşlık bazında bir tanışıklığımız olsa feci eğlenirdim, ömrüme ömür katardı şerefsiz...
Moloko konsere gelse gidip izlesek ne güzel olur. Familiar Feeling söyleriz hep birlikte. O tür konserlere özlem duyuyorum bu aralar... Dark insanı ülke sınırları dışında gününü gün ederek yaz için yaptığımız planları boşvermiş durumda. Kızmıyorum da o burda yokken Travis'i kaçırmış olmam çok feci oturdu içime.
Wall-E izlemek lazım bi de, aklında bulunsun. Çok şapşal bakıyor gerçi, E.T. bozaması gibi birşey, Pixar işlerine şapka çıkarmak lazım orası tartışılmaz. İzle yani, bişey biliyoruz da zırvalıyoruz şurda!
Dün gece bir toplantıdaydım saat 01:30 gibi bitti ve ilginç şeyler oldu. Akrep ile yelkovan bazı sayıların üzerine geldiği zaman, insan metabolizmasında farklılaşmalar oluyor. Yediğin içtiğin de önemli tabi. Hatta mekan ve kişilerin etkisi de yadsınamaz. Herşeye rağmen yeni insanlarla tanıştım falan, hoş oldu. Bazılarıyla tanışmamış olmayı isterdim tabi. Her grupta, liderlik vasfı olmayan ama nedense o etiketi kendi kendine layık görüp üzerine yapıştıran insanlar vardır ya hani... Ben çok seviyorum onları, kendime olan saygımı arttırıyorlar. Kendileriyle asla iş yapmam o ayrı bir konu. Seviyoruz dediysek işimize ortak edip katlanacak kadar değil. Aile şirketimiyiz caanıım! Bir de hiç sevmediğim bazı muhabbetler hiç olmadık zamanlarda karşıma çıkıyor kuduruyorum sinirden, belli etmemek lazım çünkü ortam müsait değil. (yemişim ortamını) Bir de hiç bu tür muhabbetler yapmaz bu adam dediğiniz, kafanızda belli bir statü sahibi olmuş insanlar bu gibi sorular sorunca şaşırıyorsunuz, "oha falan oldum" tam da bu durum için kurulmuş bir lamer jargonu aslında.
-Demek soyadınız Wonka. O zaman ..... Wonka'yı tanırsınız. Hani .... yerde .... adlı yerin sahibi. Akraba mısınız yoksa?
Nefret ediyorum, hatta kin besliyorum bu tür sorular soran insanlara.
Eve dönüş yolunda arabada dinlendirici müzikler çalıp (gunsnroses) akşam değerlendirmesi yapılır hani, herkes bir bir döker içinde kalanları. Milletin arkasından konuşuruz, onlarda bizim arkamızdan konuşuyordur biliyoruzdur, içten içe gülüyoruzdur. En sevdiğim yaşamsal dakikalardandır o anlar...
Ve arkadaşlar iyidir, oturulup güzel güzel martini içilir...
Hilmi'ye sözün vardı bak iyi hatırlattın!!!!
Peter Pan ve Tom Sawyer yeni gelişen beyinler için cevherdir...
Ne diyordum, arada kendimi övdüm yine (çok sosyal bir insanım ben, gençliğin gelişimine katkı sağlıyorum, "bilgisayar oyunu oynayacağınıza okuyun bakiim şunları" ) Bilgisayarda benim işim var çünkü Mahjong oynayacağım...
Kitaplarım kayıp, ablam gittiğim kitapçılarda unutmuş olabileceğimi söylüyor, olabilitesi yüksek aslında, öyle mallıklarım çoktur benim. Gidip sormak lazım "ya ben kitabımı burda mı unuttum acaba, Hemingway bölümündeydim en son, oralara bir bakarmısınız, buldunuz mu hiç? ilk sayfada adım ve kitabı okumaya başladığım günün tarihi yazılı bir baksanız hani..." Rezillik ya. Gidip yeniden almam lazım o kitapları. ( bi de Lady Jade penguenlerden korkuyor, küçükken bunu Batman Returns izlerken korkuttuk ablamla, ki ablam hala korkutuyor ahaha)
Kardeşimin fotolarını çekiyorum, kendisini yeni konu mankenim yapacağım gibi, Photoshop olayından haz etmeyen biriyim ama yeni program iyi gibi, onu keşfetme işine gireceğim bu haftasonu. Aliemizin laptopu "mal pc" hala köşesinde uyuyor, artık o seri üretilmiyormuş-muş o yüzden işleri biraz uzamış-mış-mış... Onsuz zor oluyor, yazmak çizmek fotoğraf rötuşlamak....
How I Meet Your Mother izliyorum. Deli gibi. Barney karakteri gerçek olsa ve kendisiyle arkadaşlık bazında bir tanışıklığımız olsa feci eğlenirdim, ömrüme ömür katardı şerefsiz...
Moloko konsere gelse gidip izlesek ne güzel olur. Familiar Feeling söyleriz hep birlikte. O tür konserlere özlem duyuyorum bu aralar... Dark insanı ülke sınırları dışında gününü gün ederek yaz için yaptığımız planları boşvermiş durumda. Kızmıyorum da o burda yokken Travis'i kaçırmış olmam çok feci oturdu içime.
Wall-E izlemek lazım bi de, aklında bulunsun. Çok şapşal bakıyor gerçi, E.T. bozaması gibi birşey, Pixar işlerine şapka çıkarmak lazım orası tartışılmaz. İzle yani, bişey biliyoruz da zırvalıyoruz şurda!
Dün gece bir toplantıdaydım saat 01:30 gibi bitti ve ilginç şeyler oldu. Akrep ile yelkovan bazı sayıların üzerine geldiği zaman, insan metabolizmasında farklılaşmalar oluyor. Yediğin içtiğin de önemli tabi. Hatta mekan ve kişilerin etkisi de yadsınamaz. Herşeye rağmen yeni insanlarla tanıştım falan, hoş oldu. Bazılarıyla tanışmamış olmayı isterdim tabi. Her grupta, liderlik vasfı olmayan ama nedense o etiketi kendi kendine layık görüp üzerine yapıştıran insanlar vardır ya hani... Ben çok seviyorum onları, kendime olan saygımı arttırıyorlar. Kendileriyle asla iş yapmam o ayrı bir konu. Seviyoruz dediysek işimize ortak edip katlanacak kadar değil. Aile şirketimiyiz caanıım! Bir de hiç sevmediğim bazı muhabbetler hiç olmadık zamanlarda karşıma çıkıyor kuduruyorum sinirden, belli etmemek lazım çünkü ortam müsait değil. (yemişim ortamını) Bir de hiç bu tür muhabbetler yapmaz bu adam dediğiniz, kafanızda belli bir statü sahibi olmuş insanlar bu gibi sorular sorunca şaşırıyorsunuz, "oha falan oldum" tam da bu durum için kurulmuş bir lamer jargonu aslında.
-Demek soyadınız Wonka. O zaman ..... Wonka'yı tanırsınız. Hani .... yerde .... adlı yerin sahibi. Akraba mısınız yoksa?
Nefret ediyorum, hatta kin besliyorum bu tür sorular soran insanlara.
Eve dönüş yolunda arabada dinlendirici müzikler çalıp (gunsnroses) akşam değerlendirmesi yapılır hani, herkes bir bir döker içinde kalanları. Milletin arkasından konuşuruz, onlarda bizim arkamızdan konuşuyordur biliyoruzdur, içten içe gülüyoruzdur. En sevdiğim yaşamsal dakikalardandır o anlar...
Ve arkadaşlar iyidir, oturulup güzel güzel martini içilir...
Hilmi'ye sözün vardı bak iyi hatırlattın!!!!
03 Temmuz 2008
Mimi Firarda ( "Yazıyı yaz sonra başlığını at." dedi, orta 2 edebiyat öğretmeni mıymıntı Cemal Bey)
Hava miskinlik havası be okuyucu. Mimi doğuştan miskin zaten. Oyun oynamak yerine öğlen uykusuna yatmayı seçen çocuktan ne beklersin ki Helsinki!!!
Blogger insan bilir zaten, uzun zaman ara verince (yazmaya üşenince) çok şey birikiyor. Birikmiş zırvalıkları yazmak zor oluyor. Ben yazarken sıkılıyorum sen neden okuyasın ki, dimi yau?
Mimi Firarda diye tam zamanlı bir belgesel çekmek istiyorum aslında.(bak bak bak, breh breh breh, belgesel konusuyum yau, sen ne diyon hacı, peheey!) Netten online show style.
Haldır haldır metro merdivenlerinden iniyorum mesela.Kotun arka ceplerinde paso arıyorum, (popo show) bulamıyorum tabi. Sırt çantama saldırıyorum...
- Hay canına yandığımın... (ünleme gel!?)
Sanırsın ki koşa koşa abudik hızlı trene binecek. Yok öyle birşey. Tamamen göstermelik, alaycı bir acelecilik, göz temasından kaçmacılık. İşin aslı Mimi çekiniyor abicim. Metroda herkes bir koşuşturmaca içinde. Dünyayı kurtarıyorlar ya gecikme lüksleri yok! Herkes bu ulvi görevde nefer, ön saflarda yer kapmış, adamını kollamaya geç kalmamalı. Ya Mimi!
Yeni uyanmış, pörtlek gözlü dört göz, saçını bile taramamış doğru düzgün, sokakta aylak aylak yürüyüp geç kalmayacağı, kalsa da birşey fark etmeyeceğini bildiği büyük binaya doğru yol alıyor. Metro tabanvaydan sonraki ikinci durağı. Herkesin acelesi var bizimkisi sallana sallana yürüyor, çok ayıp!
- Sağ ön cepteymiş lan öğrenci pasosu görünümlü akbil, o zaman telefon sol cepte olmalı.
- Al bak bakiim biri aramış mı?
- Mesaj gelmiş lan.
- Kimden olduğunu biliyoruz, okuman gerekmez.
Faturasını ödedik geçen gün. Vergisi kullanım ücretinden fazla. Atacağız zaten telefonu. Kendi kendini enayi yerine koyan o sivri zekalılardan olmayacağız (nah!) Çok yeşilimiz olursa (hani üzeri ecnebice yazılı) 20-30 tane telefon alacağız, fakire fukaraya dağıtmak için. Paramızla rezil olup oturacağız sonra.
- Ooo hacı telefon yapmışsın. Ne menen birşeymiş bakiim o.
- Kızım bak 8mepeiksel kamerası var çift hafızalı, bilmem neresine basınca karnını doyuruyo, sol tarafındaki deliğe şu kabloyu bağlıyorsun acil ihtiyaçlarını karşılıyor. Bir yerde unuttun diyelim hemen peşinden geliyor yaaa.. Manyak birşey kızım, caponlar yapmış...
- Ne kadara aldın bunu.
- 799,9 dalırcık....
- İyi ki 799,9 dalırcık mış, ya 800 olaydı, maazallah!
Akbil dı-dıt yaptıktan sonra fosforlu sarı-yeşil, abiler-ablalar ellerindeki şeyle (o şeyin bi adı var ama ben bilmiyorum) "hadi tamam geç" hareketi çekecekler Mimi'ye. Muhabbet ediyorlarsa sırt çantamızı kontrol etme zahmetine girmeyecekler bile, geçip gitmemize göz yumacaklar. Aman canım. Biz temiz yüzlü, pamuk beyazı, şeker bir kızcağızız. Bizden zarar gelmez zaten, dimi...
Taksim'e kadar dangur dungur...
Sesinden çok güzel olduğunu tahmin ettiğimiz, otomatik pliotun sevgilisi otomatik hostes şakımalarını dinleyeceğiz."Lütfen kapı önünde beklemeyiniz, Bir sonraki durağımız Osmanbey, Taksim bu yöndeki son durağımızdır, İyi yolculuklar dileriz......." 10 dakika sonra iniyor Mimi dandirik hızlı trenden.
Biz yürüyen merdivenlere doğru yol alırken, arkadan otomatik pilot ve otomatik hostesin "make out" sesleri geliyor, açık unutulmuş mikrofondan...
- Koşmayın lan! Ağzınızı burnunuzu kırarım bak! Pis herifler, yelloz karılar. Nereye yetişiyorsunuz lan!?
Tamam sıkıldım yeter, görüşürüz okuyucular, öptüm....
Blogger insan bilir zaten, uzun zaman ara verince (yazmaya üşenince) çok şey birikiyor. Birikmiş zırvalıkları yazmak zor oluyor. Ben yazarken sıkılıyorum sen neden okuyasın ki, dimi yau?
Mimi Firarda diye tam zamanlı bir belgesel çekmek istiyorum aslında.(bak bak bak, breh breh breh, belgesel konusuyum yau, sen ne diyon hacı, peheey!) Netten online show style.
Haldır haldır metro merdivenlerinden iniyorum mesela.Kotun arka ceplerinde paso arıyorum, (popo show) bulamıyorum tabi. Sırt çantama saldırıyorum...
- Hay canına yandığımın... (ünleme gel!?)
Sanırsın ki koşa koşa abudik hızlı trene binecek. Yok öyle birşey. Tamamen göstermelik, alaycı bir acelecilik, göz temasından kaçmacılık. İşin aslı Mimi çekiniyor abicim. Metroda herkes bir koşuşturmaca içinde. Dünyayı kurtarıyorlar ya gecikme lüksleri yok! Herkes bu ulvi görevde nefer, ön saflarda yer kapmış, adamını kollamaya geç kalmamalı. Ya Mimi!
Yeni uyanmış, pörtlek gözlü dört göz, saçını bile taramamış doğru düzgün, sokakta aylak aylak yürüyüp geç kalmayacağı, kalsa da birşey fark etmeyeceğini bildiği büyük binaya doğru yol alıyor. Metro tabanvaydan sonraki ikinci durağı. Herkesin acelesi var bizimkisi sallana sallana yürüyor, çok ayıp!
- Sağ ön cepteymiş lan öğrenci pasosu görünümlü akbil, o zaman telefon sol cepte olmalı.
- Al bak bakiim biri aramış mı?
- Mesaj gelmiş lan.
- Kimden olduğunu biliyoruz, okuman gerekmez.
Faturasını ödedik geçen gün. Vergisi kullanım ücretinden fazla. Atacağız zaten telefonu. Kendi kendini enayi yerine koyan o sivri zekalılardan olmayacağız (nah!) Çok yeşilimiz olursa (hani üzeri ecnebice yazılı) 20-30 tane telefon alacağız, fakire fukaraya dağıtmak için. Paramızla rezil olup oturacağız sonra.
- Ooo hacı telefon yapmışsın. Ne menen birşeymiş bakiim o.
- Kızım bak 8mepeiksel kamerası var çift hafızalı, bilmem neresine basınca karnını doyuruyo, sol tarafındaki deliğe şu kabloyu bağlıyorsun acil ihtiyaçlarını karşılıyor. Bir yerde unuttun diyelim hemen peşinden geliyor yaaa.. Manyak birşey kızım, caponlar yapmış...
- Ne kadara aldın bunu.
- 799,9 dalırcık....
- İyi ki 799,9 dalırcık mış, ya 800 olaydı, maazallah!
Akbil dı-dıt yaptıktan sonra fosforlu sarı-yeşil, abiler-ablalar ellerindeki şeyle (o şeyin bi adı var ama ben bilmiyorum) "hadi tamam geç" hareketi çekecekler Mimi'ye. Muhabbet ediyorlarsa sırt çantamızı kontrol etme zahmetine girmeyecekler bile, geçip gitmemize göz yumacaklar. Aman canım. Biz temiz yüzlü, pamuk beyazı, şeker bir kızcağızız. Bizden zarar gelmez zaten, dimi...
Taksim'e kadar dangur dungur...
Sesinden çok güzel olduğunu tahmin ettiğimiz, otomatik pliotun sevgilisi otomatik hostes şakımalarını dinleyeceğiz."Lütfen kapı önünde beklemeyiniz, Bir sonraki durağımız Osmanbey, Taksim bu yöndeki son durağımızdır, İyi yolculuklar dileriz......." 10 dakika sonra iniyor Mimi dandirik hızlı trenden.
Biz yürüyen merdivenlere doğru yol alırken, arkadan otomatik pilot ve otomatik hostesin "make out" sesleri geliyor, açık unutulmuş mikrofondan...
- Koşmayın lan! Ağzınızı burnunuzu kırarım bak! Pis herifler, yelloz karılar. Nereye yetişiyorsunuz lan!?
Tamam sıkıldım yeter, görüşürüz okuyucular, öptüm....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...