...peki ya çanta hiç eksiksiz geri geldi desem! Kartları iptal ettirdiğimle kaldım...
- Bence sen oy kullanmayasın diye kurulan bir komploydu bu!
- Ya bi git ne alakası var. Makinenin pili bitmiş la, demek ki açıp foto falan çekmişler biri efbiay'ı arasın onlarda var o kart hafızasını okuyan makinelerden.
- Numarası kaçtı?
30 Mart 2009
28 Mart 2009
21 Mart 2009
...
en çok da biz ile başlayan cümleler kuran insanlara sinir oluyorum, siz kimsiniz lan!
bir de şey var "bu insanları örnek almalıyız, yoksa herşey için çok geç olacak" şeklinde akıl öğretmeler.
lan hayatınız boyunca illa birilerini örnek mi almanız gerekiyor, ya anlamıyorum ölmüş insanlardan ne istiyorsunuz. ölü bedduası diye birşey varmış mesela, ülke olarak çıra gibi yanmıştık, düşün bak.
...
Üstteki karalamayı tee 2005 baharında yazmışım ki o zamanlar gençtik okuyucu, bakma sende yavaştan saldın göbeği farketmiyor değilim.
He sor şimdi "yukardaki yazımsı ne anlatıyor da tee 2005'den koparıp önümüze getirdin" diye. Cevap veremem ama dinlerim sorunu. Sualini dinleyen biri var en azından kadir kıymet bil aslanım. Ayrıca "bu da nesi?" diye sormayanları tebrik ederim denk gelirsek cicoz alırım kendisine.(cicozları hatırlayan var mı?)
Gölcük'ü sevdiğime karar verdim. İnsan büyüdüğü yeri(ya da en azından biraz daha büyüyüp resmin bütününü görmeye başlayınca)seviyor hakkaten. Beni ben yapamayan çoğu şeyle birlikte beni ben yapan birazcık birşeyler de var burda. Buna rağmen yine de seviyorum minik şehrimi deyip duygu yüklü bir cümle kurayım sana, sende kendi şehrini düşün emi güzelim.
Kendini bilmeye başladığından beridir, hala aynı yerde duran tek şey ağaçlardır. Canlarına kastedenler olmamışsa...
Bir de sokak kedisi kontes vardı bizim. Neresi kontes bunun derdim içimden ama kimseye bildirmezdim.
Ciğerle, sütle beslenirdi mahalle kedileri, her yeni gelen kediyi aşılarını yaptırmaya götürürdü mahalledeki bir hanım teyze, fırın-kafeler vardı, bir de çikolata dükanları ve şekerciler, eski plak satan bir müzik evi, elit(elit dediğim kavga çıkmayan, içkisine karışılmayan)barlar, bilardo ve bowling, çatı katı havuzları ve sinema... Tavla turnuvaları, sahil konserleri, tiyatrolar... Bu saydığım şeylerle uğraşmayı felsefe edinmiş insanlar. Mahallenin delileri...
Boşuna "Küçük Paris" demiyorlardı Gölcük'e, manyaklık derecesinde her yönden aşmış tipler vardı zamanında, bir heykeltraş vardı mesela, kışın kardan heykeller yapardı yol boyu, kimsenin de aklına gelmezdi "aa ne ilginç ne güzel bunu haber yapmalı" diye, çünkü alışıktı herkes bu tür "farklılık sayılabilecek" normalliklere. Ama şimdi kedilere su veren bile yok... (ve kar yağmıyor, o heykeltraş da yok zaten) Caddelerde pizzacılar var, filtre kahvesi olmayan kafeler ve uzun gri perdeleri olan dumanaltı isimsiz "içici mekanları" var. Oysa eskiden içmezdi kimse, eve gitmeden önce demlenirdi sadece.
Yıkılmış bir şehri yenden kurmaya çalışmak gerçekten boş. Giden insanları geri getiremiyorum, ne kadar istesem bile gelmiyorlar.
Kabul ediyorum; eve gizlice soktuğum yakutun da etkisi var üzerimde, artık yaşlandım ve hantallaştı vücudum, dayanamıyorum belki de.
Herşeyin bir çırpıda tüketildiği şu günlerde bizlerde tüketilen değil miyiz?
Tüketmek dedim ve aklıma yarın sabah yapmak zorunda olduğum staj görüşmesi geldi. Nasıl da üşeniyorum...
Desem ki; "benim 3.sınıf öğrencisi olduğuma bakmayın, emekliliğim geldi de geçiyor, şu defterleri dolduruversen ya evladım, sevaptır."
Staj verenim gülümsese ve "tamam" dese. Gerçekten önem verdiğim varlıklarımı onunla paylaşırım.
(1 anne, 1 baba, 1 anneanne, 3 kardeş, 4 yaren, 6 arkadaş, sokataki 2 kedi 1 köpek, 4 komşu çocuğu, yarım kalmış 1 roman, 2 senaryo, 183 kitap, kırık bir çakmak, 2 adet taş ve 1'i beyaz (diğeri 2 yudum) 2 şişe şarap...)
Tamam uyumaya gidiyorum.
en çok da biz ile başlayan cümleler kuran insanlara sinir oluyorum, siz kimsiniz lan!
bir de şey var "bu insanları örnek almalıyız, yoksa herşey için çok geç olacak" şeklinde akıl öğretmeler.
lan hayatınız boyunca illa birilerini örnek mi almanız gerekiyor, ya anlamıyorum ölmüş insanlardan ne istiyorsunuz. ölü bedduası diye birşey varmış mesela, ülke olarak çıra gibi yanmıştık, düşün bak.
...
Üstteki karalamayı tee 2005 baharında yazmışım ki o zamanlar gençtik okuyucu, bakma sende yavaştan saldın göbeği farketmiyor değilim.
He sor şimdi "yukardaki yazımsı ne anlatıyor da tee 2005'den koparıp önümüze getirdin" diye. Cevap veremem ama dinlerim sorunu. Sualini dinleyen biri var en azından kadir kıymet bil aslanım. Ayrıca "bu da nesi?" diye sormayanları tebrik ederim denk gelirsek cicoz alırım kendisine.(cicozları hatırlayan var mı?)
Gölcük'ü sevdiğime karar verdim. İnsan büyüdüğü yeri(ya da en azından biraz daha büyüyüp resmin bütününü görmeye başlayınca)seviyor hakkaten. Beni ben yapamayan çoğu şeyle birlikte beni ben yapan birazcık birşeyler de var burda. Buna rağmen yine de seviyorum minik şehrimi deyip duygu yüklü bir cümle kurayım sana, sende kendi şehrini düşün emi güzelim.
Kendini bilmeye başladığından beridir, hala aynı yerde duran tek şey ağaçlardır. Canlarına kastedenler olmamışsa...
Bir de sokak kedisi kontes vardı bizim. Neresi kontes bunun derdim içimden ama kimseye bildirmezdim.
Ciğerle, sütle beslenirdi mahalle kedileri, her yeni gelen kediyi aşılarını yaptırmaya götürürdü mahalledeki bir hanım teyze, fırın-kafeler vardı, bir de çikolata dükanları ve şekerciler, eski plak satan bir müzik evi, elit(elit dediğim kavga çıkmayan, içkisine karışılmayan)barlar, bilardo ve bowling, çatı katı havuzları ve sinema... Tavla turnuvaları, sahil konserleri, tiyatrolar... Bu saydığım şeylerle uğraşmayı felsefe edinmiş insanlar. Mahallenin delileri...
Boşuna "Küçük Paris" demiyorlardı Gölcük'e, manyaklık derecesinde her yönden aşmış tipler vardı zamanında, bir heykeltraş vardı mesela, kışın kardan heykeller yapardı yol boyu, kimsenin de aklına gelmezdi "aa ne ilginç ne güzel bunu haber yapmalı" diye, çünkü alışıktı herkes bu tür "farklılık sayılabilecek" normalliklere. Ama şimdi kedilere su veren bile yok... (ve kar yağmıyor, o heykeltraş da yok zaten) Caddelerde pizzacılar var, filtre kahvesi olmayan kafeler ve uzun gri perdeleri olan dumanaltı isimsiz "içici mekanları" var. Oysa eskiden içmezdi kimse, eve gitmeden önce demlenirdi sadece.
Yıkılmış bir şehri yenden kurmaya çalışmak gerçekten boş. Giden insanları geri getiremiyorum, ne kadar istesem bile gelmiyorlar.
Kabul ediyorum; eve gizlice soktuğum yakutun da etkisi var üzerimde, artık yaşlandım ve hantallaştı vücudum, dayanamıyorum belki de.
Herşeyin bir çırpıda tüketildiği şu günlerde bizlerde tüketilen değil miyiz?
Tüketmek dedim ve aklıma yarın sabah yapmak zorunda olduğum staj görüşmesi geldi. Nasıl da üşeniyorum...
Desem ki; "benim 3.sınıf öğrencisi olduğuma bakmayın, emekliliğim geldi de geçiyor, şu defterleri dolduruversen ya evladım, sevaptır."
Staj verenim gülümsese ve "tamam" dese. Gerçekten önem verdiğim varlıklarımı onunla paylaşırım.
(1 anne, 1 baba, 1 anneanne, 3 kardeş, 4 yaren, 6 arkadaş, sokataki 2 kedi 1 köpek, 4 komşu çocuğu, yarım kalmış 1 roman, 2 senaryo, 183 kitap, kırık bir çakmak, 2 adet taş ve 1'i beyaz (diğeri 2 yudum) 2 şişe şarap...)
Tamam uyumaya gidiyorum.
14 Mart 2009
Akşam Olunca Eve Dönüş Yolunda Dinlenen Şarkılar Vol.4
"Listenize bir kere eklediniz mi kurtuluşunuzun olmadığı, tekrar tekrar dinlenen, liste canavarı parçalar vol.1" diye bir başlık daha güzel olurdu tabi.
Kadercilik diye bir görüş vardır ya insan olanda (ya da çoğunda) işte insan, o kaderciliğin benliğini ele geçirdiğinin farkına vardığında buna da "kader!" der ya, merak ediyorum yaşamanın amacı ne o zaman.
Parçayla bir alakası yok gibi bu söylediklerimin ama ne zaman dinlesem aklımdan geçenler bunlar.
07 Mart 2009
Hepsi birer Cohen anasını satayım. O değil Cohen kardeşleri de pek sevmem aslında. Gel gelelim Akademi Oscarcıkları da benim fikrim alınarak dağıtılmıyor zaten. (Cohenler kaç kardeş toplamda?)
Sabahlayıp bitirmem gereken söz verilmiş repliklerim var. (cümlenin sonunu çalıp kitap ismi yapan olursa o zaman gör) Bazen kendime "vay anasını lan harbi güzel yazıyorsun bazen hanuna" diyorum. Gerçi 9 sayfa yazsam 3'ü çöptür gerçekci olalım. Bir de geçen gün mizah dergilerinden birinde (çok alıyorum mevsim türlüsü misali hatırlayamadım kimdi hangisiydi) 6 yıl boyunca yazdığı romanın aslında önceden yazılmış olduğunu gören bir gariban vardı (uğur gürsoy idi sanki, çizgiler onunmuş gibi belirdi aklımda, hata varsa da benim hatam size ne olm) aklıma o geliyor, baş ucu kitaplarıma koşuyorum "arak mı yaptım lan yoksa" diye. Şu zamana kadar iyi gelmişiz, yok bir yaramazlık... Etkileşim dersen? Salinger, hayranınım...
Lise son sınıftayken hocalarla toshack geçtiğim bir piyes yazıp öğretmenler gününde perde almıştım. Sınıftan arkadaşları gaza getirip oynatmıştım, hepsi de büyük bir heves ile çalışmıştı. O değil millet alkışladı lan, bir de oyunun sonunda sordular "neden sahneye çıkmadın?" diye. Bir de şimdi açıp izlesinler kayıtları anlarlar neden çıkmadığımı, ben öğretmen olsam beni geçirmezdim son sene bırakırdım sınıfta. Ya da bizim lise hocaları gençlik halleriyle en olmadık şekilde dalga geçmemi hoş karşılayacak kadar anlayışlıydılar ve ben yanlış bir kanıya vardım haklarında. Özür diliyorum şimdi burdan. (çevir kazı yanmasın gibi oldu ama kaz pişirsen ben yemem zaten)
Dürüm olsa da yesek ya!
Sabahlayıp bitirmem gereken söz verilmiş repliklerim var. (cümlenin sonunu çalıp kitap ismi yapan olursa o zaman gör) Bazen kendime "vay anasını lan harbi güzel yazıyorsun bazen hanuna" diyorum. Gerçi 9 sayfa yazsam 3'ü çöptür gerçekci olalım. Bir de geçen gün mizah dergilerinden birinde (çok alıyorum mevsim türlüsü misali hatırlayamadım kimdi hangisiydi) 6 yıl boyunca yazdığı romanın aslında önceden yazılmış olduğunu gören bir gariban vardı (uğur gürsoy idi sanki, çizgiler onunmuş gibi belirdi aklımda, hata varsa da benim hatam size ne olm) aklıma o geliyor, baş ucu kitaplarıma koşuyorum "arak mı yaptım lan yoksa" diye. Şu zamana kadar iyi gelmişiz, yok bir yaramazlık... Etkileşim dersen? Salinger, hayranınım...
Lise son sınıftayken hocalarla toshack geçtiğim bir piyes yazıp öğretmenler gününde perde almıştım. Sınıftan arkadaşları gaza getirip oynatmıştım, hepsi de büyük bir heves ile çalışmıştı. O değil millet alkışladı lan, bir de oyunun sonunda sordular "neden sahneye çıkmadın?" diye. Bir de şimdi açıp izlesinler kayıtları anlarlar neden çıkmadığımı, ben öğretmen olsam beni geçirmezdim son sene bırakırdım sınıfta. Ya da bizim lise hocaları gençlik halleriyle en olmadık şekilde dalga geçmemi hoş karşılayacak kadar anlayışlıydılar ve ben yanlış bir kanıya vardım haklarında. Özür diliyorum şimdi burdan. (çevir kazı yanmasın gibi oldu ama kaz pişirsen ben yemem zaten)
Dürüm olsa da yesek ya!
06 Mart 2009
Hafta sonu hem giyecek eşyam yok hemde annemler hasta (grip olmuş herkes) diye kalktım Gölcük'e geldim. Daha adımımı atar atmaz minibüs şoförü ile kulaklıktan çıkan ses nedeniyle atıştık. O değil ben binde bir dinlerim Metallica, Gölcük'e gelene kadar naif fransız parçaları dinledim sonra dedim uyuşuklaşmayayım biraz kendime geleyim açtım Metallica sese hiç dokunmadım. Minibüs şoförü burası disko değil dedi ilk:D Diskoda hep Heavy çalıyor zaten, dedim. Meğer bu herkesle ahbap olan minibüs şoförüymüş, hani hergün aynı insanları getir götür milletle kanka olmuş. Dönüp bana tip tip baktı millet, çok eğlendim lan uzattım konuyu;
-Sesini kısamam maalesef ulaşamıyorum çantalar dolu kucağımda, kusura bakmayın en fazla 2dk. daha cızırtı duyacaksınız.
önde oturan ve "bir şeyler olsa da kendimi önemli hissetsem bir konuşma patlatsam" diye ömrü boyunca dilekler tutmuş olan bir genç bey;
-Yanımızdaki arkadaşda dinliyor ama o bizi rahatsız etmiyor hem haksızsın hem de konuşuyorsun.
- "-siz" beyefendi.
- Ben?
- Hayır ek olan -siz, hani ikinci çoğul. (anlamadı tabi)
Neyse sustu herkes, ben devam ettim kulağımdaki müzik dinlemeye. Hani şimdi yalan da değil gerçekten daracık bir yerde oturuyorum ve kucağımda tepeleme dolu sırtçantam var, cebime ulaşıp ipodun kilidini açıp tekerleğe ulaşıp sesi kısmam imkansız. Birde eminim o kadar rahatsız ediyor olamam öyle bir saygısızlık yapmam zaten hani kendime de yakıştıramadım olayı. Aradan 2.dk geçti müzik değişti, The Judas Kiss başladı. Asıl ses şimdi çıkabilir biraz dedim içimden.
Yine şoför döndü ben tabi duymuyorum çok da skimdeydi amk. Minibüsün içindeki motor sesinden duyulmuyor bile benim dinlediğim eminim, arada biri inerken duruyor araç o ara bi cızırtı duyuluyor kesin ona takmış işte :D Neyse çıkardım kulaklıkları dinliyorum ne diyorlar diye.
- Ya işte hocam böyle artık gençlerimiz.
Sanırım orda öğretmen olan biri varmış, başları kaçırmışım ben, aslında beni bir teenage olarak gördüğü için teşekkür etmem gerekirdi ama şimdi kalkıp da "ben 23 yaşında eşşek kadar bir yetişkinim" demek işime gelmedi, onlar için üzüldüm çünkü içten içe, hepsi vaktinden önce yaşlanmışlar, kendilerini önemli hissetmek için küçük şeylere takılıyorlar, hakkaten bak sen olsan üzülmez misin şimdi?
- Ya kusura bakmayın gerçekten uzanabileceğim bir yerde değil, hani zaten birşey de duyulmuyor, en fazla hafif bir cızırtı geliyor araba durunca.
(çıkardım iki kulaklığı da "ben zor duyuyorum boynumda asılı olmasına rağmen lan, siz ne duyuyonuz" diyorum içimden, yukarıdaki sesli kurduğum cümle)
Neyse işte yanımdaki amca;
- Ver kızım çantanı da konu kapansın.
- Ne münasebet, şu an ben bile zor duyuyorum müziği bu kadar abartmalarının nedeni ne anlamadım.
Hakkaten bak okuyucu eğer iki kulaklığı da çıkardığım anda ben bile zor duyuyor olmasaydım hiç ses çıkarmaz haklısınız der amcanın kucağına çantamı verir cebimden çıkarırdım aleti kısardım sesini. Ama yok öyle bişi ses gelmiyor çok cılız böyle ancak ben duyuyorum ki bundan önceki parça Unforgiven III yani, ne duydular o kadar sert de değildir, sen biliyorsun.
Ordan genç bir kız bana dönüp;
- Sizin kulaklık seçiminiz yanlış, biz de metalciyiz bizim için sorun yok ama işte... dedi.
Gülmemek için başka şeyler düşünmeye çalıştım. "ben metalci değilim ki lan, Metallica metal mi ki lan, hay amk duruma bak" diyorum içimden, kulaklığım markasını nasıl gördü o kadar mesafeden diye düşündüm 1-2 saniye kadar. Sonra önümdeki müzik dinleyen bir başka gencin dönüp "salla" demesiyle uyandım düşüncelerin kucağından.
Sonra dedim ki; lan madem tiyatral bir aksiyon istiyorlar gece gece seyirciyi kırmayalım.
- Susun bir dakika hepiniz, ne duyuyorsunuz.
- Sesini kısmışsın şimdi.
- Ahahahaha...
Tutamadım kendimi ve güldüm ahahaha diye, ne yapiim. Erdem nerdesin abi kaçırıyorsun diye bağırmak geldi içimden ama daha fazlası artık terbiyesizliğe girer dedim. Döndüm önüme taktım kulaklıkları madem kısmışım dinlemeye devam edeyim der gibi bir "eyvallah" bakışı attım etrafa.
Sonuç olarak kısmadım sesi ineceğim durağa kadar, onlar kısdım sandı kendilerini kandırdı, önümdeki adam ben inerken hala ikinci çoğul şahıs ekini düşünüyordu bence.
Ya öyle işte haftaya gelmem zaten bir kaç parça eşya alayım, rakı sofrası kurcaz hem.
-Sesini kısamam maalesef ulaşamıyorum çantalar dolu kucağımda, kusura bakmayın en fazla 2dk. daha cızırtı duyacaksınız.
önde oturan ve "bir şeyler olsa da kendimi önemli hissetsem bir konuşma patlatsam" diye ömrü boyunca dilekler tutmuş olan bir genç bey;
-Yanımızdaki arkadaşda dinliyor ama o bizi rahatsız etmiyor hem haksızsın hem de konuşuyorsun.
- "-siz" beyefendi.
- Ben?
- Hayır ek olan -siz, hani ikinci çoğul. (anlamadı tabi)
Neyse sustu herkes, ben devam ettim kulağımdaki müzik dinlemeye. Hani şimdi yalan da değil gerçekten daracık bir yerde oturuyorum ve kucağımda tepeleme dolu sırtçantam var, cebime ulaşıp ipodun kilidini açıp tekerleğe ulaşıp sesi kısmam imkansız. Birde eminim o kadar rahatsız ediyor olamam öyle bir saygısızlık yapmam zaten hani kendime de yakıştıramadım olayı. Aradan 2.dk geçti müzik değişti, The Judas Kiss başladı. Asıl ses şimdi çıkabilir biraz dedim içimden.
Yine şoför döndü ben tabi duymuyorum çok da skimdeydi amk. Minibüsün içindeki motor sesinden duyulmuyor bile benim dinlediğim eminim, arada biri inerken duruyor araç o ara bi cızırtı duyuluyor kesin ona takmış işte :D Neyse çıkardım kulaklıkları dinliyorum ne diyorlar diye.
- Ya işte hocam böyle artık gençlerimiz.
Sanırım orda öğretmen olan biri varmış, başları kaçırmışım ben, aslında beni bir teenage olarak gördüğü için teşekkür etmem gerekirdi ama şimdi kalkıp da "ben 23 yaşında eşşek kadar bir yetişkinim" demek işime gelmedi, onlar için üzüldüm çünkü içten içe, hepsi vaktinden önce yaşlanmışlar, kendilerini önemli hissetmek için küçük şeylere takılıyorlar, hakkaten bak sen olsan üzülmez misin şimdi?
- Ya kusura bakmayın gerçekten uzanabileceğim bir yerde değil, hani zaten birşey de duyulmuyor, en fazla hafif bir cızırtı geliyor araba durunca.
(çıkardım iki kulaklığı da "ben zor duyuyorum boynumda asılı olmasına rağmen lan, siz ne duyuyonuz" diyorum içimden, yukarıdaki sesli kurduğum cümle)
Neyse işte yanımdaki amca;
- Ver kızım çantanı da konu kapansın.
- Ne münasebet, şu an ben bile zor duyuyorum müziği bu kadar abartmalarının nedeni ne anlamadım.
Hakkaten bak okuyucu eğer iki kulaklığı da çıkardığım anda ben bile zor duyuyor olmasaydım hiç ses çıkarmaz haklısınız der amcanın kucağına çantamı verir cebimden çıkarırdım aleti kısardım sesini. Ama yok öyle bişi ses gelmiyor çok cılız böyle ancak ben duyuyorum ki bundan önceki parça Unforgiven III yani, ne duydular o kadar sert de değildir, sen biliyorsun.
Ordan genç bir kız bana dönüp;
- Sizin kulaklık seçiminiz yanlış, biz de metalciyiz bizim için sorun yok ama işte... dedi.
Gülmemek için başka şeyler düşünmeye çalıştım. "ben metalci değilim ki lan, Metallica metal mi ki lan, hay amk duruma bak" diyorum içimden, kulaklığım markasını nasıl gördü o kadar mesafeden diye düşündüm 1-2 saniye kadar. Sonra önümdeki müzik dinleyen bir başka gencin dönüp "salla" demesiyle uyandım düşüncelerin kucağından.
Sonra dedim ki; lan madem tiyatral bir aksiyon istiyorlar gece gece seyirciyi kırmayalım.
- Susun bir dakika hepiniz, ne duyuyorsunuz.
- Sesini kısmışsın şimdi.
- Ahahahaha...
Tutamadım kendimi ve güldüm ahahaha diye, ne yapiim. Erdem nerdesin abi kaçırıyorsun diye bağırmak geldi içimden ama daha fazlası artık terbiyesizliğe girer dedim. Döndüm önüme taktım kulaklıkları madem kısmışım dinlemeye devam edeyim der gibi bir "eyvallah" bakışı attım etrafa.
Sonuç olarak kısmadım sesi ineceğim durağa kadar, onlar kısdım sandı kendilerini kandırdı, önümdeki adam ben inerken hala ikinci çoğul şahıs ekini düşünüyordu bence.
Ya öyle işte haftaya gelmem zaten bir kaç parça eşya alayım, rakı sofrası kurcaz hem.
05 Mart 2009
Ne demiş...
...sevgili Buika;
... Boyumu aşan bir laf edeyim: Sanat, insanlığın meşru dinidir. İnsan soyunun kurtuluşu buradadır. Bir plakta ya da resimde kutsal kitapta anlatılanlardan çok daha fazla gerçek vardır. Bizi gereçekten besleyebilecek, zenginleştirecek olan da budur.
(Kaynak: Roll, Şubat 2009 sayfa 15)
... Boyumu aşan bir laf edeyim: Sanat, insanlığın meşru dinidir. İnsan soyunun kurtuluşu buradadır. Bir plakta ya da resimde kutsal kitapta anlatılanlardan çok daha fazla gerçek vardır. Bizi gereçekten besleyebilecek, zenginleştirecek olan da budur.
(Kaynak: Roll, Şubat 2009 sayfa 15)
03 Mart 2009
Hala işsiz bir Mimi olarak oturmuş "Don't Panic" dinliyorum küf küf... (sms atarken "ıssız" yazılıyor ortada saçma bir aşırma durumu mevzu bahis oluyor)
Erdem (ağzından çıkacak her kelimeyi aslında önceden biliyor olan -ama sen söyleyene kadar yine de bilmiyor numarası yapan- güzel arkadaş insanı=cakabo,hacı,azizim...) dün çok dalga geçti benimle "İstanbul seni hapsetmiş" dedi. Bence Pamela ablaya ayıp etti, zaten ben oraya takıldım yoksa cümlenin benimle hiçbir alakası yok, gidicem hem ben...
Paranoyak Teyze ile Angut Hanım'ı okudun mu hiç bilmiyorum. Ben onlar gibi yaşama taraftarıyım. Les Triplettes de Belleville aklıma geliyor son 2 haftadır Penguen'de gördükçe. (izlemediysen izle yani, şekil olsun diye kurmadık o köprüyü) Aşmış sanatçılara sahibiz kabul edelim ve kime ne değer vereceğini bilmeyen insanlarla çevrili bir ülkede yaşıyor olmanın acı gerçeğiyle yüzleşelim. (ki bende Grinch misali herşeyi bilen ama kimseye söylemeyen biriyim zaten)
Adam gibi cümleler kurmam lazım, farkındayım. Bir de işe yarar bir kaç şey söylemem gerek sanırım. Birşeyleri anlamlaştırmış olarak gelmeli ve blog sayfama hayatın gerçeklerini yazmalıyım (:D) Hayatın anlamı için bakınız; Dancing in The Moonlight Ya da en son şahit olduğum çok anlamlı bir olayı anlatayım ödeşelim.
Dur düşünüyorum.
Saat 11, İstiklal'deyim. Ellerinde bira kutusu olan 2 genç geçti önümden birayı kamışla içiyorlardı. Bence çok anlamsız bir mana vardı bu yaptıklarında, sen ne anladın bilemem.
Neyse ne okuyucu; sahip olmana çok az kalmış birşeyi kıl payı elinden kaçırmak ne kadar kötü bilir misin?
a little special note for a friend: recently i told you to i'll write my blog page in english for now. i can actually do this but english is not enough for me to write. (or my english is not enough for that) i'll talk about things but if i don't use my own vernacular there's no sense of writing. so what do you say about learn turkish :D (ps: did you find that song? and yes i'm very cheeky:p)
Erdem (ağzından çıkacak her kelimeyi aslında önceden biliyor olan -ama sen söyleyene kadar yine de bilmiyor numarası yapan- güzel arkadaş insanı=cakabo,hacı,azizim...) dün çok dalga geçti benimle "İstanbul seni hapsetmiş" dedi. Bence Pamela ablaya ayıp etti, zaten ben oraya takıldım yoksa cümlenin benimle hiçbir alakası yok, gidicem hem ben...
Paranoyak Teyze ile Angut Hanım'ı okudun mu hiç bilmiyorum. Ben onlar gibi yaşama taraftarıyım. Les Triplettes de Belleville aklıma geliyor son 2 haftadır Penguen'de gördükçe. (izlemediysen izle yani, şekil olsun diye kurmadık o köprüyü) Aşmış sanatçılara sahibiz kabul edelim ve kime ne değer vereceğini bilmeyen insanlarla çevrili bir ülkede yaşıyor olmanın acı gerçeğiyle yüzleşelim. (ki bende Grinch misali herşeyi bilen ama kimseye söylemeyen biriyim zaten)
Adam gibi cümleler kurmam lazım, farkındayım. Bir de işe yarar bir kaç şey söylemem gerek sanırım. Birşeyleri anlamlaştırmış olarak gelmeli ve blog sayfama hayatın gerçeklerini yazmalıyım (:D) Hayatın anlamı için bakınız; Dancing in The Moonlight Ya da en son şahit olduğum çok anlamlı bir olayı anlatayım ödeşelim.
Dur düşünüyorum.
Saat 11, İstiklal'deyim. Ellerinde bira kutusu olan 2 genç geçti önümden birayı kamışla içiyorlardı. Bence çok anlamsız bir mana vardı bu yaptıklarında, sen ne anladın bilemem.
Neyse ne okuyucu; sahip olmana çok az kalmış birşeyi kıl payı elinden kaçırmak ne kadar kötü bilir misin?
a little special note for a friend: recently i told you to i'll write my blog page in english for now. i can actually do this but english is not enough for me to write. (or my english is not enough for that) i'll talk about things but if i don't use my own vernacular there's no sense of writing. so what do you say about learn turkish :D (ps: did you find that song? and yes i'm very cheeky:p)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Her Şey Yerli Yerinde
Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...
-
Mart; pisileri dama göçermiş. Yoldan geçen adam yakacak kürek arıyor. Adet yerini bulsun diye. "yine çook eskilerden bir hey corç"...
-
Peki biz 2 gün boyunca ne yapacaktık bilgisayarsız. Bizler bağımlıydık o alete. Evde yapacak bişi de yoktu. Laptop ablamdaydı, ablam okulday...