22 Ağustos 2010

Bağımsız Satır Başları vol.7


İlk uzun metrajdan bozma kısa filmini çekmiş olan arkadaşımın, yakında gurubuyla NY'a gidip albüm yapmaya ve klip çekmeye başlayacak bir başka arkadaşımın ve yazdıklarını yayınlatacağı bir yayın evi bulmuş olan başka birinin daha facebook sayfalarına bakıp myspacede takılırken yanımda olan ablam...

- Peki sen ne yapmayı planlıyorsun? Milletin başarılarının takipçisi olmak dışında, patlatmaya hazırlandığın büyük bir planın var mı?

- Ahahah lütfen bel altı vurmayalım.

- Mazeretin ne kızım senin, hayatını stop etmiş bir şekilde yaşıyorsun 1 yıldır.

Mimi 1 dakika kadar susar, cevap vermez. Ludéal mesaj yollamıştır myspaceden, kafasında onu türkçeleştirmekle uğraşıyordur aslında, ama vakur bir edayla durmaktadır hala, alt dudağını büzmüş hüzünlü ve düşünceli gibi görünmeye de çalışır ki onca oyunculuk dersi vermiştir ona buna kendisi için de bir işine yarasındır artık bildikleri..

- O kadar çok okumama izin vermemeliydiniz.

Abla suskundur. Psikolog olduğu ve insanları çözmesine yarayacak bilimum dangalakça ayrıntıyı bildiği için kardeşinin ona oyun oynadığının farkındadır.

- Daha iyi bir mazeret bulduğunda konuşalım.

- Ok ben sekreterine bir tarih bırakırım, merak etme.

Belki de benim ve diğerlerinin sandıkları kadar sanatsal bir kişiliğe, dolu bir ruha, parlak bir zekaya sahip değilim ve boşa kürek çekiyorum havada.

.

Son 2 gündür okumak nefes almak gibi oldu. Birden fazla kitap beynimin kıvrımlarında yer ediyor bu aralar yavaş yavaş. Şiirler, anılar, hikayeler, nedenler sonuçlar... Belki bugün kitapçıya giderim ve cebimdeki son nakit kırıntılarıyla artık ne bulabilirsem alrım, kendime hediye ve biraz da Alasse hanıma tabi. Kitaplar rahat nefes almamızı sağlayan şeyler çünkü.

.

Bu sabah halam aradı. Bana gel ev boş zaten sabah çıkıp akşam dönüyoruz, yogaya gidiyorum her hafta, kilo aldığını söyledi annen ben seni zayıflatırım, çok uzun zamandır görüşmüyoruz özledim çok vs vs... gibilerden cümleler kurup bir derdin var belli gel bana anlat bari demeye getirdi lafı. Uslu uslu "peki hala" dedim her seferinde. Bu hafta tiyatroda olmam lazım deyip hiç de sanıldığı kadar boş boş oturup evden dışarı çıkmadığımın sinyalini vermek istedim. Haftaya ararım seni dedim, o zamana kadar süper bir bahane daha bulacağıma çok eminim.

.

İşin en komik yanı etrafımdaki herkes çok büyük bir derdim olduğunu düşünüyor. Ama maalesef yok öyle bir şey. Tembellik içinde yoğrulmuş bir ukalalıkla günlerimi sağa sola göz gezdirip, eğlence anlayışım doğrultusunda vakit geçirerek harcıyorum. Herkes kahkahalar atıp dans ederek eğlenmez sonuçta. Ben içip içip sarhoş olmak nedir bilmeyen bünyemi muhabbete vurmak istiyorum her zaman. Karşımdakiler uykum geldi demesin ya da yarın iş var okul var o var bu var... Neden şimdiyi yaşarken sonranın hesabını yapıyoruz çok iyi biliyorum ve farkındayım yaşamak için ihtiyaçlar ve görevler olduğunun. Ama ben yapamıyorum işte. Elimde değil.

.

Bu insan harbiden de hayat dolu diyebileceğiniz biriyle arkadaşım 3 yıldır. Müzik sayesinde tanıştık. İnternet üzerinden başlayıp telefon muhabbetlerine kadar uzanan bir kankalık durmumuz var kendisiyle. Bu gece beni deli eden bir şey yaptı. İyi manada.

Elinde el Jimador şişesi dişlerinin arsına sıkıştırdığı Cohiba ve yüzündeki o kocaman gülümseme... Gözlerindeki herşey mükemmel bakışı... Yanında tanımadığım insanlar...

Arkadaşımın eğlenmesini ve mutluluğunu kıskandım bir an ve bu çok kuvvetli bir duyguydu. Zaten o da bunu istediği için bu tür anları fotoğraflayıp yolluyor. Neden gelmiyorsun diyor fotoğrafların yanına iliştirdiği her notta. Çok uzaktasın ve gıcık birisin, ayrıca işim var benim diyorum her seferinde. Cevap vermen için sormadım ki zaten diyor ardından. Bu beni daha beter deli ediyor. Dünyanın bir ucunda olduğu gerçeği bir yana bu fotoğraflarla asıl söylemek istediği şey neden buraya gelmiyorsun değil de neden sende bunu orada yapmıyorsun oluyor.

Neden yapmıyorum, peki? Özenmeme ve farklı bir nedenle olsa da kıskanmama rağmen. Eğlenmeyi mi bilmiyorum? Hayır. Önceden yaptığım şeyler bunlar, biliyorum.

- Jonny neden bu kadar mutlusun?
- Mutsuz olmam için bir neden yok.
- Benim de yok, ama mutlu hissetmiyorum.
- Sen nedeni görmek istemiyorsun.
- Sen görüyor musun?
- Hayır onu sadece sen bulabilirsin.
- Fotoğraf çok güzel ama o sakalı kes ayyaş bir azize benziyorsun.
- Espri yapabiliyorsun iğrenç olsalar bile.
- En azından benim esprim yüzümde değil. Gerçekten kes onu, sanki canlı gibi iiyk.
- Kızlar seviyor, hatta ölüp bitiyorlar.
- Ben sevmedim.
- Senin fikrin geçerli değil, bir kere önce kız gibi davranmalısın.
- Evet hokey iğrenç bir oyun. Berbat öööğğ...
- Bite me! (bunun tam çevrisi blog sayfamın ahlakına uygun değil...)

Pek de felsefiktir sağolsun. Zaten bu günlerde (son 1 yıldır) herkes çok felsefik bana karşı. Her muhabbet havada dalgalanarak iniyor önüme, kelmelerin tadı ve kokusu varmış gibi geliyor. Bense gerçekten hiç bir şeyimin olmadığının farkındayım. Gerçekten, ara sıra melankolik ve hatta depresif cümleler kursam da bu sadece edebiyat yapmayı sevmemle alakalı ve ister inanın ister inanmayın söylediklerimin %50'si repliklerden esinlenip önceden tasarladığım cümleler.

Çünkü ben buyum yapmayı sevdiğim şey olmayı seçtiğim kişi bu desem de herkes başıma travmatik bir olay geldiğini, yoksa insanların bu kadar uç bir değişim geçiremeyeceğini söylüyor. Üzgünüm ama değil. Tamir edilebilecek bir kırıklığım veya yamanacak bir gediğim yok. İnsanların sigara içmekten vazgeçmesi gibi bir değişim bu demem saçma bulunacak bir açıklama da değil.

.

Yakında okula kayıt yaptırmaya gideceğim. Okul diş fırçalamak gibi bir iş olacak sanırım bu yıl. Dişlerimi fırçalamaktan nefret ederim ama yine de fırçalarım (bir ara fırçalamadım olmadı) okulda aynı bu şekilde bir yere sahip hayatımda. Tanıdığım herkese göre mükemmel bir iş fırsatım ve eğlenceli bir bölümüm var. Bence de öyleydi en azından daha önceleri. Ara sıra hala yapabileceğim en iyi seçimi gerçekleştirmiş olduğumu düşünüyorum.

Bu dönem çalışacağım yeri daha bilmiyorum eskiden bulunduğum yerlere gidesim hiç ama hiç yok. Farklılık arıyor değilim ama aynı insanları da göresim yok.

.

Çok günlük şeklinde oldu ve sanırım bunun nedeni uykumun gelmesi. Saat tam 6. Yazmaya 3 gibi başladım. Bloga ve kağıtlara. Kağıtlardaki mürekkep lekeleri artmadı ama burası kusuyor yine içini. Annemin veya babamın kalkıp neden hala ayakta olduğumu sorgulamasına 1-2 saat kaldı.

Babam her seferinde ne yazdığımı sorup notlarıma bakıyor şöyle bir. Eskisi gibi yorum yapmıyor artık. En son el yazımın bozulduğunu söyledi sadece. Okumamı istediği köşe yazıları olurdu ve onları işaretleyip getirirdi, artık onu da yapmıyor. Sanki bu değişime üzülüyormuş gibi yazdığımın farkındayım, ama sadece merak ediyorum ne değişti ona göre.

.

Bazen kendimi başkalarının sözlerine bırakıp gidesim geliyor. Herkes ne söylerse o olasım geliyor. Ama beyaz ol dedikten hemen sonra siyah olsa daha mı iyi olurdu diye düşünürlerken bu mümkün olmuyor.

.

Ah o cohiba...







20 Ağustos 2010

Bazı sabahlar annem beni yatmaya yolladıktan sonra uyumadan yatağımda uzanıyorum sadece. Annemin yatağına dönmesini bekliyorum. Sonra kalkıp beni ilk bulduğu yere geri dönüyorum. Ama o yeri hiç bir zaman bıraktığım gibi bulamıyorum, ne de oraya geri dönen kendimi.

Köpeklerin havlaması canımı sıkıyor. Acaba açlar mı diyorum ya da susadılar veya bir şey gördüler, belki de sadece oynuyorlar... Ama kafamı pencereden çıkarıp bahçeye bakmıyorum. Yerimden bile kalkmıyorum.

Etraf aydınlanıyor sonra. Biliyorum çok değil, insanların uyanıp koşturmaya başlamasına az kaldı. Düşlerini yastıklarında bırakacaklar ve sıcak yataklarını terk edecekler. Gördükleri düşleri uyandıkları ilk saniye unutacaklar, sanki hiç görmemiş gibi. Sonra hazırlanmaya başlayacaklar daha iyi bir yaşam için körelmeye gidecekler.

Ailem uyanacak az sonra. Kalıp hareketler ve sözler birbirini kovalayacak evin içinde. Kızartılmış ekmek kokusu saracak havayı ve kahve fincanları tezgaha sıralanacak. Hiç biri ekmeğini ısırmadan önce koklamayacak ve kahve aromasının tüylerini ürperterek bedenlerine yayıldığını duyumsamayacak.

Kaçırılmaması gereken saatler var hayatlarında. Dünya üzerinde okumaya değmeyecek tek şey olan gazeteleri getirecek gazeteci çocuk. Senaryolardan fırlamış repliklerle paylaşılacak kapı önünden alınan gazeteler. Babam politik fikrimi annem kendimi nasıl hissettiğimi bugün ne yapacağımı soracak. Kardeşlerim tanımadığım arkadaşlarından veya öğretmenlerinden bahsedecekler portakal suyu içip ekmeklerini kemirirken. Ablam kalabalığa karışabileceğim aktiviteleri sıralayacak, iş çıkışı buluşmayı teklif edip. Annem kendisiyle alışverişe gelmemi isteyecek.

Bu arada kimse aralık bırakılmış pencereden giren rüzgarın perdelerle vals yaptığını fark etmeyecek, tıpkı içeri sızıp masadaki kırıntıları altına dönüştüren güneşi fark etmedikleri gibi. Ben herkese makul cevaplar verirken yine aynı şeyleri düşünüyor olacağım...

Şu an bir yerlerde birileri sevişiyor çılgınca, başka birisi keman çalıyor güneşe, bir başkası gece soğuğunu henüz kaybetmemiş denize dalıyor bir kahkahayla ve bir diğeri ise sadece derin bir nefes alıyor yaşamının hakkını sonuna kadar verdiğini bilerek. Geri kalanlar sadece yetişme telaşında. Bense çıkmazda olan birinin yüz ifadesini görüyorum bardağımın içinde.

Boşalacak ev. Benim dışımda herkesin bulunması gereken bir başka yer var. Kendilerini gitmek zorunda ve ait hissettikleri... Birlikte olmaktan zevk aldıkları insanlar...

Kendime acımam lazım. En azından benim için üzülen insanların yanındayken. Kimse halini beğenmezken kendinden yine de memnun olmamalı insan. Değişik ama yanlış bir his.

Kimse hiç bir zaman tam anlamıyla farklı olamaz. Farklı değilim. Ne düşüncelerim ne diğer her şey. Sadece bakıyorum herkes gibi ve görmeden hemen önce benleğimde eksik gedik ne varsa bir şeyler ekliyorum gördüğüm şeye. Bu farklılık değil. Olması gereken. Sanırım benden başka herkes unutuyor.

Yatağıma yazdım sürgüne yollandığım bir sabah hava daha karanlıkken. "En mutlusu hep en aptal olan yaratıklardır." Aynada kendime baktığım zaman mutsuz birini görmüyorum aslında. Sanırım bu çok melodramatik.

Kendimden başka birini hissetmem lazım. Yaşamı anlamlı kılacak bir kaç an yaşamalıyım benden başka birilerinin de içinde olduğu. Biriyle gerçekten, gerçek bir bağ kurmalıyım. Farkındayım.

Aynadaki ben mutsuz görünmüyor aslında. Biliyorum, bu çok...

Little Ashes izledim bugün 2 kere. Sonra Abel Korzeniowski "Stillness of the Mind" çaldı tekrar tekrar... Ben kalemi tuttum, o yazdı.

16 Ağustos 2010

Bozcaada Dönüşü Evde Bir Sürü Şarabım Var

En nefret ettiğin insan türü "eğri oturup doğru konuşalım" diyenler demek isterdim ama değil. Ben kimseyi nefret edecek kadar ciddiyetle ele alamıyorum, bir kere sevdiklerimdense zaten ne yaparlarsa yapsınlar nefret edemiyorum. Bu yüzdendir 6 yıldır konuşmadığım bir arkadaşımı hala sevgiyle anmam...

Ablamla tatile çıktık geçenlerde. Bozcaada'ya gittik. 7 saatlik yol yorucu ama eğlenceliydi. Deniz, kum, güneş... Beni pek ilgilendirmedi bu 3'lü. Bilirsin sevmem öyle yüzüp güneşlenmeyi, süt gibi bir insanım ve başkalarına göre hala olabildiğince hastalıklı bir ten rengim var.

Bozcaada güzel bir yer. Özellikle üzüm bağları ve şarap fabrikalarıyla gönlümü çaldı. Saymadım ama sanırım 3 markanın 20'ye yakın şarabını tattım. Gelirken yanımda bile taşıdım.

Kendime çöreklenecek çok güzel bir balık restoranı buldum orada. Her seferinde ahtapot yedimki mükemmel ızgara yapıyorlar. (aynını kalamar için söyleyemeyeceğim maalasef) Bir küçük rakı, bin bir çeşit meze (özellikle deniz börülcesi) ve mezgit/çipura değişimli akşam yemeğimi ömrüm boyunca yesem bıkmam. Her akşam önce yemeğimi yeyip sonra dolanmaya çıkıyordum adada. Saat gece yarısını geçtiği gibi de geri dönüyordum o restorana ki şarabımı içebileyim benim gibi geceyle takılmaktan zevk alan bir iki müşteri ve kedi köpekle.

Yemek ve şarap dışında mazimde yer edecek bir 3. şey ada evleri oldu. Rengarenk kapılar etrafları yeşillik dolu... İnsan biri de benim kapım olsaymış diye düşünüyor mahallelerde gezerken.

Tatil anılarını anlatacak kadar bile sosyal değilim şu an onu fark ettim, üzülmüyorum ama sıkılıyor insan bazen.

Yüzmeyi sevenler için tavsiye edebileceğim muhteşem plajları var Bozcaada'nın. Özellikle dalmak için Akvaryum Koyu şahane bir yer. Zıpkınla avlanmayı bilenler için de bir cennet.

Adanın en iyi yanı gezecek ve görecek şeylerin olması. Ben ablamı ve arkadaşımı asıp tek başıma bir günü adada gezmeye ayırdım, onlar yüzmeye gittiler. Adada küçük ama bilgilendirici bir müze, görülmesi gereken bir kilise, kale ve şarap dükkanları var.

Tenedos'a en azından bir kere gitmek havasını soluyup denizinde serinlemek ve şaraplarını yudumlamak lazım. İnsanın dünyaya gelme nedenlerinden biri de bu adaymış, çünkü ömrüm boyunca terk ederken hüzünlendiğim tek yer oldu.

Zaten Heredot "Tanrı; insanların uzun ömürlü olmaları için Tenedos'u yaratmış." demiş.

Ve son olarak biraz fotoğraf tabiki. (ayrıca müzede bazı yerlerde fotoğraf çekimi yasaktır yazısı varmış, ben sonradan görüp kapattım makinemi ama çektiklerimi de silmedim, gerekli yerlerden özür dilerim:p)


Çurkurnot: An itibariyle sevgili Alasse ile ortak favori grubumuzu Brazzaville seçmişken, adayı dolanırken tekrar tekrar Brazzaville dinlediğimi belirtmeden geçmek istemiyorum. Herkese tavsiye ederim.

15 Ağustos 2010


Sabahın bu saatine kadar ayakta kaldığım zaman balkona çıkıyorum şimdi olduğu gibi. Takım taklavat toplamak zor oluyor gerçi ama değiyor balkona taşınmak. Bana çok sevdiğim bir şarkıyı anımsatıyor bu loş hava.

Eskiden, eski dediğim de çok eski değil, hayallerimin daha uçuk olduğu genç hatun dönemlerimde, Coldplay'in Yellow'unu dinlerken, her seferinde o cümleleri benim için yan yana getirmişler diye düşünürdüm. İğrenç bir sarışın olduğum (iğrenç sarışın olmak; beyaz tenli sarı saçlı mavi gözlü olup ilk etapta aptal sarışın genellemelerine maruz kalmak, bir gıdım güneş görünce ıstakoza dönmek akşamına acılar içinde kalıp deri değiştirmek, düzenli krem kullanmayınca çillenmek, gözlük işe yaramadığı için yaz veya kış fark etmez güneşli günlerde gözleri kısıp da yürümek zorunda kalmak vs...) için "Yellow" benim tarifimdi çünkü. Ve güneşle kan davamız olsa da aşıktık birbirimize.

Bir konserde, hatırlayamıyorum hangisi, Martin parçaya başlamadan önce alandaki insanlara şöyle seslenmişti.

- There's no excuse to be sat down on this song pleaseee you know, if you stand up we'll buy you all ice cream.

Bu cümle aklıma kazındı o an . Çünkü o kadar sevinmiştim ki... Teklifin güzelliği karşısında orada olsam sevinçten ağlayabilirdim. Bu yüzdendir ki Yellow dinleyince canım dondurma ister. Gün gelir mesleğimden doğacak olan bir şansla Coldplay'in herhangi bir elemanına rastlarsam "bana dondurma borçlusun" diyeceğim. Arkamdan "deli herhalde..." demeleri umurumda değil.

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...