20 Ağustos 2010

Bazı sabahlar annem beni yatmaya yolladıktan sonra uyumadan yatağımda uzanıyorum sadece. Annemin yatağına dönmesini bekliyorum. Sonra kalkıp beni ilk bulduğu yere geri dönüyorum. Ama o yeri hiç bir zaman bıraktığım gibi bulamıyorum, ne de oraya geri dönen kendimi.

Köpeklerin havlaması canımı sıkıyor. Acaba açlar mı diyorum ya da susadılar veya bir şey gördüler, belki de sadece oynuyorlar... Ama kafamı pencereden çıkarıp bahçeye bakmıyorum. Yerimden bile kalkmıyorum.

Etraf aydınlanıyor sonra. Biliyorum çok değil, insanların uyanıp koşturmaya başlamasına az kaldı. Düşlerini yastıklarında bırakacaklar ve sıcak yataklarını terk edecekler. Gördükleri düşleri uyandıkları ilk saniye unutacaklar, sanki hiç görmemiş gibi. Sonra hazırlanmaya başlayacaklar daha iyi bir yaşam için körelmeye gidecekler.

Ailem uyanacak az sonra. Kalıp hareketler ve sözler birbirini kovalayacak evin içinde. Kızartılmış ekmek kokusu saracak havayı ve kahve fincanları tezgaha sıralanacak. Hiç biri ekmeğini ısırmadan önce koklamayacak ve kahve aromasının tüylerini ürperterek bedenlerine yayıldığını duyumsamayacak.

Kaçırılmaması gereken saatler var hayatlarında. Dünya üzerinde okumaya değmeyecek tek şey olan gazeteleri getirecek gazeteci çocuk. Senaryolardan fırlamış repliklerle paylaşılacak kapı önünden alınan gazeteler. Babam politik fikrimi annem kendimi nasıl hissettiğimi bugün ne yapacağımı soracak. Kardeşlerim tanımadığım arkadaşlarından veya öğretmenlerinden bahsedecekler portakal suyu içip ekmeklerini kemirirken. Ablam kalabalığa karışabileceğim aktiviteleri sıralayacak, iş çıkışı buluşmayı teklif edip. Annem kendisiyle alışverişe gelmemi isteyecek.

Bu arada kimse aralık bırakılmış pencereden giren rüzgarın perdelerle vals yaptığını fark etmeyecek, tıpkı içeri sızıp masadaki kırıntıları altına dönüştüren güneşi fark etmedikleri gibi. Ben herkese makul cevaplar verirken yine aynı şeyleri düşünüyor olacağım...

Şu an bir yerlerde birileri sevişiyor çılgınca, başka birisi keman çalıyor güneşe, bir başkası gece soğuğunu henüz kaybetmemiş denize dalıyor bir kahkahayla ve bir diğeri ise sadece derin bir nefes alıyor yaşamının hakkını sonuna kadar verdiğini bilerek. Geri kalanlar sadece yetişme telaşında. Bense çıkmazda olan birinin yüz ifadesini görüyorum bardağımın içinde.

Boşalacak ev. Benim dışımda herkesin bulunması gereken bir başka yer var. Kendilerini gitmek zorunda ve ait hissettikleri... Birlikte olmaktan zevk aldıkları insanlar...

Kendime acımam lazım. En azından benim için üzülen insanların yanındayken. Kimse halini beğenmezken kendinden yine de memnun olmamalı insan. Değişik ama yanlış bir his.

Kimse hiç bir zaman tam anlamıyla farklı olamaz. Farklı değilim. Ne düşüncelerim ne diğer her şey. Sadece bakıyorum herkes gibi ve görmeden hemen önce benleğimde eksik gedik ne varsa bir şeyler ekliyorum gördüğüm şeye. Bu farklılık değil. Olması gereken. Sanırım benden başka herkes unutuyor.

Yatağıma yazdım sürgüne yollandığım bir sabah hava daha karanlıkken. "En mutlusu hep en aptal olan yaratıklardır." Aynada kendime baktığım zaman mutsuz birini görmüyorum aslında. Sanırım bu çok melodramatik.

Kendimden başka birini hissetmem lazım. Yaşamı anlamlı kılacak bir kaç an yaşamalıyım benden başka birilerinin de içinde olduğu. Biriyle gerçekten, gerçek bir bağ kurmalıyım. Farkındayım.

Aynadaki ben mutsuz görünmüyor aslında. Biliyorum, bu çok...

Little Ashes izledim bugün 2 kere. Sonra Abel Korzeniowski "Stillness of the Mind" çaldı tekrar tekrar... Ben kalemi tuttum, o yazdı.

5 yorum:

Erdo dedi ki...

kesinlikle muhteşem bir yazı olmuş. bugünkü ilk işim little ashes ı izlemek olucak

(Süper)Cem dedi ki...

nihilist sulara doğru yüzen mini mini bir wonka

mimi wonka dedi ki...

Filmin yazıyla pek alakası yok aslında ErDo. Zaten yazıyı yeni yazmış da değili eski notlarımdan buldum biraz daha oynadım yayınlamadan. Yazı daha çok eklediğim parçanın etkisinde kalarak yazıldı. O da A Single Man filminin ost albümünden. Little Ashes'ı 4-5 kere izledim her seferinde farklı bir duygu öğretti bana izlersen pişman olmazsın bence.

Nihilistlikle ne alakası var Cem. Aksine nihilist olabilsem daha mutlu ve huzurlu yaşardım. Değersizleştiremiyorum hiçbir şeyi herşey öyle değerli ki deli oluyorum yavaş yavaş, evet.

(Süper)Cem dedi ki...

İşte o evredeymişsin gibi. Yavaş yavaş hiç bir şeyin sana tad vermediği hissediliyor ve bu yavaş yavaş tad vermeme olayı bir zaman sonra sana keyif vermeye başlayabilir. O yüzden "nihilist sulara doğru yüzen" zaten.

Filmi bilmiyorum daha indirmedim ama parça çok güzelmiş bu arada..

Perenc dedi ki...

Normalde uzun yazılar okumak için fazla üşengecim.Lakin yazını bir dikişte fondipledim.Acep nedendir..

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...