Bazen elinize dvd kutularını alıp izlemek istediğiniz filmi seçmeye çalışırken fark edersiniz ki görmek istediğiniz kişiler, ortak olmak istediğiniz sorunlar, derin derin iç çektiren romans o kutuların hiç birinde değildir. Durup artık sayısını bilmediğiniz ve bir kitap gibi dizdiğiniz kutulara ve yuvarlak plastik dağınıza bakarsınız. Kült filmler, başkaları tarafından 100 yılın en iyi aşk hikayeleri seçilen ve gerçekten sizin de çok sevdiğiniz eserler. Yok, izlemek istediğiniz film orada değil. Bilgisayarınıza koşup acaba gözümden kaçan bir şeyler kalmış mı diye dosyalarınızı altüst edersiniz. Hali hazırda inmekte olan bilim kurgu ve avrupa filmlerine bakarsınız ama ı ıh, izlerken sizi koltuktan fırlayıp amaçsızca yürümek için koridora yöneltecek hikaye orada yoktur.
Son çare animasyonların bulunduğu rafa koşarsınız, gecenin saat 3'ü dür ve perdesiz pencerelerinizden sizi izleyen dağlara bakarsınız bir an, durup "bu saatte herkesin uyuyor olması ne büyük bir hata" diye söylenirsiniz. Kutulardan hayır gelmez asetat kalemi ile süslenmiş dvdlerinize uzanırsınız. En son izlemiş olduğunuz muhteşemlik geçer elinize ilk. En sevdiği renk kahverengi olan bir adet Mary ve çikolatalı sandviçin gerçekliğini doğrulayan Max vardır elinizde. Filmi size öneren arkadaşınızı düşünüp "aferin lan" diye geçrirsiniz içinizden, bu kadar basit bir şey için minnettar olursunuz.
Ama maalesef görmeyi istediğiniz şey bu da değildir. Elinizdekileri bırakır ve annenizin deri kanepesine atarsınız kendinizi bir un çuvalı gibi. Sonra beyninizde, "şu kanepeye kendini bırakıverme şöyle, bir yerin çıkacak bir gün" cümlesi yankılanır. Yapacak bir şey bulamaz ve telefonunuzu aramaya başlarsınız, ev telefonundan kendi numaranızı ararsınız umursamazlığınızın doruk noktasındaki alet dün akşamdan beri kendisiyle ilgilenmediğiniz için size küsmüş, şarjını bitirmiş ve kendini kapatmıştır.
Öylece karanlıkta oturursunuz pc ekranından gelen ışığa aldırmadan. Kalkıp kahve yapmak, yarım kalan kitaplarınızı karıştırmak, telefonunuzu aramak, televizyonu açıp bayat bir program izlemek, ders notlarını temize çekmek ya da gidip uyumaya çalışmak saat 3'ü biraz geçiyorken elinizde kalan seçeneklerinizdir. Ve gidip kahve makinesini çalıştırmayı seçersiniz. Kahve olana kadar buzdolabının üstündeki magnetlerle oynarsınız hala 8 yaşındaymış gibi.
İşi yiyecekleri bozulmadan korumak olan aletin siziznle konuştuğunu düşünün şimdi. Hem de hiç yabancı olmadığınız bir kaç cümleyi tekrarladığını.
Duygularınız var mı? Bu duygularınızı doğru ya da doğru olmayan biçimlerde belirlemenin yolları vardır. Bir iç dünyanız var mı? Kimsenin değil, kendi sorununuzdur. Heyecanlarınız var mı? Boğun onları. Güçlükleriniz varsa sessizce çözümlemeye bakın der 10 Emir'den biri...
Lanet olsun! Ben kendi sorunlarım hakkında konuşmak istiyorum.
15dakika kadar da mutfakta oyalanmış olursunuz ama hala içinizdeki boşluk dolmaz, canınızın istediği şey çok sevdiğiniz kahveniz de değildir çünkü. Bir şeyler istediğinin farkında olan ama istediği şeyin ne olduğunu bulamayan insanlar kadar salak yaratıklar olmaz diye kendi kendinize konuşursunuz, dünyada ki en değerli maddesel varlığınıza doğru uzanırken. Tekerleği şöyle bir çevirirsiniz şans oyunu oynar gibi. Karşınıza çıkan şey kahvenizden kocaman bir yudum alıp yanan ağzınızın keyfini sırıtarak çıkarmanıza neden olur. Albümü açıp aradığın parçayı bulursun, sesi sonuna kadar açar minicik kulaklıklarından çıkan sesin bütün odayı sardığını fark edersin. Gecenin sessizliğinin harika bir şey olduğuna karar verip bu sefer de diğer insanların sen kendi kendine bu kadar eğlen diye uyumayı seçtiklerini düşünürsün.
Bu kadar ukalalık sana bile fazla gelir ama keyfin yerindedir, ne istediğni bulmuş olmanın verdiği sevinçle bilgisayarına koşup aziz gugıla "John Paul and Craig The Beginning, Romance and Sunset Ending" yazarsın... Yüzündeki sırıtış daha da büyürken pek sevgili McDean severlerin senin için oluşturduğu playlistlere ulaşıp 54 adet videoyu sekmelere dizersin tek bir tıkla.
Videolar yüklenene kadar oda aynı şarkıyla dolmaya devam ederken acaba bu garipliklerim biraz daha büyüyünce geçer mi diye düşünüyordum. Sonra 23 yaşında olduğum ve 4 ay sonra 24 olacağım gerçeğiyle yüzleştim. Hala derslerini lisedeki gibi asan bir öğrenciydim, hala birilerine kafa tutmak hayattaki en değerli amacımdı, hala gelecek planlarımda para kazanıp kariyer yapmak yoktu ve hala soundtrack yaşamaya devam ediyordum. Kafamın içindekiler tüketilen zamandan daha öteydiler. Ve bütün bunlar o kadar gereksiz ve değersiz gerçekliklerdi ki...
Şimdi herkes benimle bilikte tekrarlasın, yüksek sesle okuyun ki sesiniz kelimelere hayat versin ve asla unutmayın söylediğiniz şeyi. "Aradığımız dünyalar asla gördüklerimiz olmamıştır; ne de pazarlığını yaptığımız dünyalar, satın aldıklarımız..."
İşte bu kadar basit.
Geçenlerde, karşımda otururken varlığına katlanabildiğim bir kaç arkadaşımdan biri, çok açık bir şeklide "senden adam olmaz" dedi. Önce durup gülümsedim sonra ağzından çıkan her kelime harf harf içime kazınan bir başkasına "bizden adam olmaz" dedim. O da saat tam 3.11 iken "bizden adam olur, asıl bizden adam olur!" dedi ve ben amaçsızca ayağa kalkıp koridorlarda boş boş dolanmamı sağlayacak hikayeyi izlemeye başladığım sırada o da yatağında dönüp uyuyamamaya devam etti.
Not: Fotoğrafı aziz bing'de dolanırken buldum sahibine saygılar.
Bu yazı Mimi Wonka tarafından 16.30 sıralarında odası Feeling Good ile dolup taşarken karalandı.
1 yorum:
gecenin 1'inde utanmadan, millet uyanır mı zart zurt düşünmeden üstüme düşen görevi yerine getirip buraya da iletirim.
Aradığımız dünyalar asla gördüklerimiz olmamıştır, ne de pazarlığını yaptığımız dünyalar satın aldıklarımız...
Yorum Gönder