28 Eylül 2008

Geldim Laan!..

Penguen'in hatırlayamadığım bir yaş günü kutlamasında sarf edilmiş bir cümleydi bu "Geldim Laaan!.." çok gülmüştük, hala da gülüyorum, yani eski zaman mazi olmuyor anlayacağınız... Neyse.

9 günlük bayram tatili diyerekten İstanbul'u terk eyleyerek ailemin yanına geldim cuma akşamı. Dünden beri de leş gibi hastayım. Sanırım otobüsten indiğim sırada geçirdiğim o titreme nöbetiniyle alakalı birşey. Oysa hava soğuk diye siyah montumu almıştım yanıma. Tedbirsizlik yapmadım yani. Eskiden hiç dikkat etmezdim böyle şeylere, 20 yaşına girene kadar üşümeyen, hasta olmayan süper güçlü biriydim sanki, yaşlandıkça kaybettim süper güçlerimi. İlaç kullanmaya karşı bir Mimi Wonka olduğum için çorbalar ve çaylarla kendimi tedavi ediyorum, naneli şeker, sıcak şekerli suya 2 damla limon ve çay vazgeçilmezlerim. Tatil bitimine yakın iyileşirim diye düşünüyorum. Bakalım...

Ablam Google Chorme kullanıyor, o yüzden evdeki masaüstüne de indirmiş bu mereti. Ateşli tilkimiz yerine onu kullanayım dedim, blog yazılarınızı ordan okudum, hoşuma gitti. Minimalist pencere düzenini sevdim en çok. Gerçi bir kaç ayar lazım sanki, özellikle yazı karakterleriyle ilgili... Geldiğimden beri internete bakmak gelmedi içimden, malum hastayım, ayrıca muhteşem insan ablamla laklak edip film izledik. O yüzden biraz film muhabbeti yapacağım;

İlk olarak John Woo'nun Chi Bi filmini izledim,( sonunda!..)
ikinci bölümü bekliyorum dört gözle. Aralık'da Asya'da vizyona girecekmiş. Asya dışında tek bir film gösterimi olacağını okumuştum, 2 ayrı film yerine tek film olarak vizyona sokulacakmış Chi Bi. Tabi bizim ülkemizi Asya mı yoksa Avrupa mı olarak görüyorlar tam bilemeyeceğim :) Asyalılara göre Avrupalı, Avrupalılara göre Asyalı olmak garip bir durum tabi. Chi Bi izlenilesi bir film, Han Hanedanlığı'nın son dönemleri ve Üç Krallık dönemine giriş sürecinde yaşanılan tarihi bir savaşı konu alıyor. Savaşın nedenini ilk filmin sonlarına doğru öğrendiğimde "ahh ahh" diyerek gülümsediğimin ayrıca altını çizmek isterim.

Sonra hayran kaldığım bir başka film daha var. Lonely Hearts... John Travolta, James Gandolfini, Salma Hayek ve Jared Leto tek kelimeyle harika oyuncular. Gerçek bir hikayeden uyarlanan film 1940'ların sonunda, Amerika'da "Lonely Hearts" lakaplı iki katilin Martha Beck(Salma Hayek) ile Raymond Fernandez(Jared Leto)'in hikayesini anlatıyor. John Travolta ve James Gandolfin'nin iki dedektifi canlandırdığı film izlemeye değer bir yapım. Hikayeyi Gandolfini'nin ağzından dinlemek ayrı bir keyif zaten.


Bir de Kilit diye bir tv filmi izledik Türk yapımı. Altan Erkekli, Gürgen Öz ve Vahide Gördüm başrollerde. Açıkcası ben pek isteyerek koymadım filmi, diski yuvasına doğru iterkene içimden "ya şimdi vıcık vıcık birşey çıkacak biliyorum" diyordum, hani Gürgen Öz faktöründen dolayı Altan Erkekli gibi bir ismi bile es geçmeye razıydım. Ama gelin görün ki çok eğlendim ve de hayran kaldım filme.
Uzun zamandır felsefe kokan türk yapımları izlememiştim(ki kaç yıldır izlemedim kısa filmler dışında türk yapımı)Sonradan öğrendim bu film vizyona da girmemiş tvde de gösterilmemiş, ilginç yani. Bulup izlemenizi öneririm; kilit açmada usta bir hırsızın, hapisten çıktıktan sonra taşındığı mahallede aşık olduğu hanıma yazdığı mektupla başlıyor film, aşık olduktan sonra hayatını sorgulayan bir adam ve eski zamanlardan çıkıp gelen geveze bir dolandırıcı... Birlikte banka soymaya karar veriyorlar ve olaylar karışıyor. Gülümseyerek izlenecek bir film. Arada geçen bazı cümleler vurucu, durup ne güzel söyledi yahu dedirtici. İzlemeye değer bir yapım bulun ve tadın derim.

Bu 3 naçizane film dışında Willem Dafoe filmi The Reckoning izledim. Konusu hoştu ama film biraz ağır kalmıştı sanki. Daha başka Adam Sandler filmlerine takıldım, You Don't Mess with the Zohan ve Mr. Deeds izledim. John Turturro ve Rob Schneider ile ayrılmaz olduklarını gözümüze soktular tekrar tekrar. Çok eğlendim ama. Özellikle Mr. Deeds'in sonunda "These things are damn fast!" diyerek son model arabasını ağaca çarpan çok sevgili Crazy Eyes Steve Buscemi'nin "I'm alright" dediği sahne için izlerim o filmi tekrar tekrar ehehe=)

Bir de bir reklam var tv'de dönen, bir internet sitesinin ya da öyle bir şeyin bilemiyorum. Mount Wroclai çalıyor. Ablam bunu duyunca bana dönüp "Vaaay senin Zach ayağa düşmüş bakıyorum, reklam müziği falan ne iş" diyor, dalga geçiyor. Sinir olup birşey diyemiyorum, şaşırıyorum ilginç diyorum. Harbi ilginç!
___________________________________________________________________

Çook Sonradan Eklenen Not: Yahu bugün F1 izledim hani hastayım falan, yatarak yapılacak en iyi aktivite de tv izlemek malumunuz, oturup F1 izleyeyim, hani eskiyi yad edeyim hoş olur vs dedim ama o da ne? Yarış gecenin bir yarısı yapılyor! Singapur'da ne zaman pist yapıldı da takvime eklendi onu da bilmiyordum (gerçi yeni eklenmiş takvime yarış sırasında öğrendim). 3-4 yıldır takip etmediğim F1 çok s.kindirik bir hal almış zaten hacı, bir kere neden yarım depo ile start alıyor arabalar anlamadım. Nerde o eski 8-9 saniyelik pit-stoplar, peheey!... Gerçi bayadır eski hız ve heycanı göremiyordum yarışlarda o yüzden kopmuştum. Yani yarış dediğin tehlikelidir, heycanlıdır, adamı hop oturtur hop kaldırır, yanlış mıyım okuyucu? Anlamıyorum o kadar gereksiz önlem niye alınmış. Önlem tabi ki de alınacak ama eski zevki alıp götürdükten sonra ne anladım ben yahu, markaların motor yarıştırma olayına dönmüş sanki, yan tarafta da lastik firmaları çekişiyor, sanki 10 tane lastik firması var hanunaaa! Kızdım yani yalan değil, birileri pite girecek de pit çıkışında öne geçme yarışı yapacak ya da start-finish düzlüğünde çekişecek veya bir kaç üfürükten virajdan sonra sağlı sollu geçiş arayacak da vs vs... Nedir bu ruhsuzluk yahu!... Ulan ben yaşlandım da eski heycanımı mı kaybettim yoksa bu Allahsızlar para uğruna tutkularından mı vazgeçtiler anlamadım, ya da para tutkusu adrenalin duygusunun önüne geçti bilemeyeceğim. Ha diyeceksin ki "lan Mimi ne biçim kazaydı abi kör müydün görmedin mi renoyu?" değildim abi ama heycan yaptıramadı bana o kaza, Massa'nın olayı da tamamen talihsizlik, F1 dediğin kazayla talihsizlikle heycan yaratmamalı, yani daha doğrusu heycan için bir kaza beklenmemeli ekran başında. Ok mi? Oh ayrı da bir yazı yazarım işte böyle not diye, sustum efendim tamam.

Pist güzel olmuş ama; Monaco'daki gibi tunel falan hoş yani. Ama Monaco daha güzel dimi.(?)

25 Eylül 2008

Kendime Not:


Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Sadece yanlış bayraklar dalgalanır.
Size Tanrı olmadıklarını söyleyen insanlar aslında aksini düşünürler.
Tanrı başarısızlıkların bir icadıdır.
Tek cehennem bulunduğun yerdir..
.
.
.
Harikulade bir insanım.
Siz de öylesiniz.
O da öyle.
Güneşin sarı nabzı ve dünyanın görkemi de...

Charles Bukowski

22 Eylül 2008

Alaturka Yaşamak (bir ay için bile olsa...)

Ramazan'ın en sevdiğim yanı iftar yemeklerine davetli olmak. Şöyle ki beleş yemek bir yana, muhabbetti sazdı sözdü pek bir farklı eğlenceli oluyor.

Geçen haftasonu iftar yemeğine gidip yemiş içmiş sonrada futbol izlemiş, playstation oynamıştık gece saat 1'e kadar falan. Eve 3 gibi dönmüştük. Kalabalık sofralarda "hahaha hihihi hehehe" şekilinde tıkınıp muhabbet etmek, sonrasında çay kahve içip sevdiğin insanlarla takılmak çok güzel bir şey. Arkadaşlarla bar ortamında müzik dinleyip eğlendiğimiz, konsere gidip coştuğumuz zamankinden çok farklı bir hazzı var bu iftar yemekleri olayının. Bir kere tamamen alaturka... Mis gibi yemek olayı var, cips bira pizza falan kurtarmıyor yani, adam gibi donatılıyor sofra. Oruç tutmasan bile o top atılıp ezan sesini duyana kadar oturup bekliyorsun diğerleriyle, çocukken oruç tutmaya çabalayıp akşama kadar dayandığım ama ezana 2dk. kala önümdeki ev yapımı mis gibi erik suyunu mideme indirdiğim zaman geliyor aklıma her sofra başı beklemelerimde, farklı bir mutlu oluyorum "ahaha" diye kıkırdıyorum hatta.

En az 2 demlik çay tüketiliyor yemek sonrasında, arada bir yerde türk kahvesi geliyor mis gibi... Fal falan bakmaya çabalayıp kahkahalara boğuluyoruz, güzel oluyor. "Annem olsa süper sallardı hacı!.." diyorum çevremdekilere. Geçen haftasonu katıldığım süpsüper iftar yemeğinin ardından ev sahibinin zorlamasıyla bir güzel kareoke bile yaptım okuyucu sorma! "Benzemez kiiiiimse saanaaa, taaavrına hayraaan oolaaayıım" diye yeri göğü inlettim. Dedim ya herşey alaturka, babamın TRT4'te dinlediği o güzel parçaları çalıyoruz fonda, alttan alttan geliyor mis gibi.

Bu geçtiğimiz haftasonu icabet ettiğimiz iftar yemeğinde ise, yine yiyip içip muhabbet olayına girmişken içeri bir gramofon getirdiler efenim, bildiğiniz o eski çok eski taş plaklardan çalındığı alet. Çızırtılı böyle... Türk sanat müziği büyüledi herkesi yalan değil, hani normalde hiç birimiz denk gelmediği sürece özel bir istekle açıp dinleyecek değiliz o parçaları ki zaten çoğunu bilmediğimizi fark ettik o gece. Ama oturup kendimizden geçerek dinledik her notayı...Antika meraklısı T. Bey sağolsun taş plaklarını çıkardı bizim için gün ışığına, kıymetlilerini... Ciddi ciddi dokundurmuyor adam, alıp bakıyorsun bi sonra hemen hop kılıfını geçirip ahşap saklama kutusuna. Çizilmesin, başına birşey gelmesin diye ne kadar özen gösteriyor bilemezsiniz. Hayran kaldım bu sene 2. keredir birine. Türk sanat müziği dışında eski fransız ve amerikan plaklarını da çaldık ki ben Edith Piaf çalarken kendimden geçtim okuyucu. Yüksek çözünürlükte, bilmem neli kelli felli kaliteli ses sistemlerimiz var eyvallah, ama hiçbiri o eski gramofondan çıkan sesin yaşattığı duyguyu yaşatamaz sanırım.

Bir de ramazan ayının insanı içine çeken o alaturkalılığın etkisi var tabi. Bir eski edebi eserin içinde yaşıyoruz havası... Eski istanbul zamanı,cumbalı ev havası... Süslü fincanlarda türk kahvesi içmenin keyfi çok çok başka, anlatılamaz. Modernleşmenin ortasında sıkışıp kalmış, benim gibi, çocıkluğu sıcak renklerle geçerken, hızlı bir yenileşmenin içine bir anda düşmüş biri için, iftar yemeklerinin yeri çok çok ayrıymış onu fark ettim...


ÇukurNot: Dinlediğimi taş plakların etkisinde kalıp çok güzel bir albüm edindim efenim, onu dinleyip yazıyorum zaten yazıyı =D Bilindik kitabevi ve müzik marketlerden ulaşabilirsiniz, ya da ben üşenmezsem isteyene upload edebilirim ehehehe... Agop'un Meyhanesi, Kallavi Meyhanesi, KorNiko'nun Meyhanesi,Topal Yorgo'nun Meyhanesi, Madam Despina Meyhanesi, Kumkapi Meyhaneleri diyerekten 6 adet cdden oluşan bir set. Taş Plak Meyhaneleri adında, tadında... Arada nostalji yapacağım alaturka!!!

20 Eylül 2008

20 Eylül 2008 00:01 gibi...

...

Bana bir ölü lazım. Hakkında hikayeler uyduracağım...

Başka bir şey düşünüyorum aslında, geceyarısı güneş tutulsa mesela, günaydın geceyarısı desek sonra. Ya da hoşçakal güzel aydınlık deyip körlüğü seçsek. Bildiğimiz sokaklarda kaybolup, başkalarının rüyalarını görsek, körlük sayesinde her an kıyıda yaşasak hayatlarımızı... Sadece uyurken düşlesek bizi yaşatanları ve öldürenleri...

Başka bir şey düşünüyorum aslında... Ya yazmak ya da yaşamak, dedim ya bir ölü lazım bana ya da yarım kalmış bir hayal daha...

Ben kiralık bir katil olsam mesela, huzursuzluğun kitabını yazsam, bildiğim bir sokakta kaybolsam her gece öyküler mırıldansam birilerine ve cesedimi bulsalar denizde...

Ömür diyorlar işte buna...

Ve bir de...
Gün hiç eksilmesin penceremden,
Hayatı oluruna bırakmayı başarabileyim,
Seslendiğimde cevap gelmese bile,
Orda olduğunuzu bileyim...

Peki penceremden içeri bakan kim?

...

Bunun ne olduğunu anlayana bir yemek falan ısmarlamam lazım aslında, yapsam mı öyle birşey? Hanginiz oturup uğraşır bilmiyorum gerçi. Neyse azizim, buralardayım ben...

16 Eylül 2008


Bak aklıma ne geldi insan. Yok aklıma birşey gelmedi aslında. Sadece bir şey anlatmak isteyip de nasıl başlayacağımı bilemedim. Bak, pek bir şey söyleyeceğim de yok hani. Başladım bir kere, sonuna doğru çözeriz birlikte. Sen bakma bana. Git bi çay koy kendine ya da sigara yak. Yavru kedi, köpek videosu falan izle. Vaktini boşa harcama burda benimle.

Bunları daha önce de duymuştum diyorsun, biliyorum. Hatta "Bunları daha önce de duymuştum diyorsun, biliyorum." diyen birini de daha önce duymuştun, biliyorum. Prim yaptım mı şimdi? Yaptın diyenin poposunu pandikleyeyim.

Ne akla hizmet kendimi ifade etme peşindeysem, ben de anlamadım. Kime, niye? Beynim sulandı sanırım ki zaten beynim bir sıvı içinde duruyor kafatasımın içinde, her yanı yapış yapıştır şimdi. Bazen burnunuzdan akabiliyor bu sıvı, ama siz genelde grip oldum sanıyorsunuz, tehlikeli lan aslında, düşünsene sümkürüyorsun bir gün lavaboda normal normal böyle, bakıyorsun frontal lobundan bir parça beyaz beyaz böyle... "Korktun mu? Korkmamalısın, çünkü sana şaka yaptık" falan diyen bi cibiliyetsiz de yok etrafta... Kötü yani, ama ben konuma döneyim, yeter bu kadar çağrışım.

Bak insanlığı aydınlatacağım az sonra, öpüp başının üstüne koyacaksın beni. Küstahlığımda az biraz öfke var, evet. Ne zekiyiz değil mi? Başka evrenlere alemlere gerek yok yani...

Kimdi? Hani galaksileri camdan minik küreler olarak betimleyip, afacan bir çocuğun misketleri yapmıştı onları çiziminde. Sağa sola savrulmuş, bazıları tuzla buz olmuş, çocuk bu manzara karşısında çok mutlu, açıklanamaz bir sevinç içinde... Dur bir dakika, bendim o, hemde kaç zaman önce... Şimdi yine çizdim şu an zihnine. Tırnaklarım biraz daha uzun olsa kazırdım hatta. Ama abartmaya gerek yok değil mi? Sıkmayalım kendimizi.

Tüh bak başka bir şey anlatacaktım. Aklımdaydı hepsi ama yine saçmalamaya başladım.

Relax, take it easy desin bana biri, belki dinlerim kendisini belli olmaz, denemekten bir şey çıkmaz.

Bu dünyada en çok ateşin varlığını sevdiğimden bahsetmek istiyorum. Yanan bir bina, orman, kibrit falan görünce göz bebeklerim büyüyor, hissediyorum... Afyonu ateş olanlardanım yani, potansiyel kundakçı. "Lanet olsun içimdeki bu insan sevgisine" ki yakabilirdim bir yerleri hiç düşünmeden. Dur dur... Öfkem geçiyor gibi. Yukarda espri yaptım ya ordan anladım. Bi öfkelenip geleceğim hemen. Bizde kalmamışsa komşuya giderim bi soluk. Ama fincan mı alsam, tabak mı? Cam mı olmalı, porcelain mi? Yoksa sahte materyal plastik mi? Öfkenin şeklini şemalini, dokusunu kokusunu, ısısını bilemedim şimdi. Rengi; alevin ucundaki parlak kızıl ama, onu biliyorum...

Aklımda süpsüper sahneler var. Ama yazılmaz be kuzum. Sahneyi yazarsam süpsüperliği kalmaz, görmen lazım. O yüzden geçiyorum bu önemli konuyu, bir zaman gelecek görebilme şansın olcak zaten, öylesine aklımdan taştı bir an...

Annelerimizin hayatlarının bir döneminde kesinlikle yaşamak zorunda kaldıkları altın günü, dolar günü, gelsin paralar günü aktivitelerine katılan bir tip vardır hani. Hiç değişmez o, hep ordadır. Şöyle bir görseniz bile siner içinize, kurtulamazsınız bir daha... Tombul koluna zar zor taktığı pahalı taşlarla süslü saati, ayak ayak üstüne atmasına engel tombul baldırları, pot yapmış ince çorabı canımızı sıkar. Yüksek sesle konuşur, birilerinden bahseder hep, tanıyıp tanımadığınız önemli değildir onun için. Böyle bir bildiricidir o görevi konuşmaktır sadece, hiç durmadan, dili dursa bedeniyle konuşur hani... Böyle bir aktiviteye katılmamış olsan bile, bir şekilde hayatına girmiştir o kadın, görümüşsündür onu, tanıyorsundur çünkü zaten hep ordadır o kadın... Hah işte o kadını bildin mi? Ben o kadın olcağım. İnsanlıktan öcümü alacağım...

Öc möc dedim ki möc tamamen sallamasyon pekiştirmece, heh işte öc alacak bir şeyim de yok insan olmaktan başka. Yoksa balina olmak isterdim bana sorsalardı. Bir sabah uyanıyormuşum azizim. Ahanda o da ne? Balina olmuşum iyi mi? Oda küçük gelmiş sıkışmışım, susuzluktan kuruyup ölmüşüm. Çok klas bir ölüm olurdu, dimi?

Hoşunuza gitmeyen bir şeyler duyduğunuz zaman, savunmaya geçtiğiniz o anı bir türlü anlayamıyorum. Karşınızdakini yaralamak için saldırmanızı anlayamıyorum. O kelimeleri nasıl seçiyorsunuz aklım ermiyor. Kimse kimseyi bilerek kırmak istemez inancımı yerle bir ediyorsunuz. Biriniz de " evet haklısın özür dilerim" dese ya da "sanırım yanılmışım" dese. Diyebilse... Başka biri bu şekilde davranınca o kadar şaşırmazsınız. Altında "acaba birşeyler mi planlıyor" gibisinden art niyet aramazsınız. Rahat olursunuz, rahat rahat yaşarsınız. İnsanoğlunun benmerkezciliğini göz ardı ediyor, hoş gürüyordum da, bana bile bu kadarı da olmaz, dedirttin ya ey insan. Kendimden nefret ettim. İyi niyetime acıdım, "zavallım gel içime otur" dedim " tam sineme"...

Son yazı ya, giderayak daha başka neler söyleyebilirim diye durup düşündüm. Bazı şeylerin sonunu önceden görebilen insanlardan olmak çok hoşuma gidiyor mesela. Ukalalığım ve küsthalığımın farkındayım . Aksini hiç düşünmedim zaten. Bana gıcık oluyorsanız canınız sağ olsun diyerek bir gıcıklık daha yapıyorum çok mutlu bir şekilde.

Bir de Galip Tekin'e Kybele'nin sonunu getirdiği için teşekkür ederim. Boyun borcu derler ya ondan. Sonra, yorum yapmaya devam edeceğim diye düşünüyorum, çünkü bende insanım senin gibi, bir şekilde etkileşim içinde olmalıyım işte... Artık yazmayacağım, belli bir dönem için belki de, asla yazmayacağım diyemem, kendime ettiğim bir küfür olur bu. Blog hiçbir zaman görev gibi olmadı zaten, sadece amacına uygun kullandım onu, günce olarak...

Neyse azizim, belki bir şeylere ulaşmış olarak dönerim, ne dersin? Nirvana ya veya Far-vana ulaşamayacağım söyleniyor, dönüp dolaşıp karmamı yaşamak için geri dönecekmişim. Olsun dostlar gelip Karma'mı anlatırım, kahkaha atarız belki, belli mi olur.

Son bir parça daha ekleyeyim de bitsin artık, görüşmek üzere azizim. Takıl gönlünce...

12 Eylül 2008

Okula gidelim, gitmeyenleri zorla götürelim...

okuldaydım bugün, sabahtan...

son gün kayıt yeniledim sonunda. hiç de karışık değilmiş, yeni falan filan, değişti dediler bişi olmamış pek... ışıklar sensörlü olmuş, tuvaletler falan her yer değişmiş yenilenmiş, gıcır olmuş. bir sürü güzel tablo ve fotoğraflarla bezenmiş duvarlar, salonlara üstadların adı verilmiş,girişe çok güzel muazzam büyüklükte bir Atatürk portresi asılmış, (fotosunu çekip koyarım bir ara) çimler falan yenilenmiş, daha bir yeşil olmuş mekan, yeni amfilerin olduğu bina hala bitmemiş ama sene ortasında biter gibi, o da çok güzel görünüyor. yanımızdaki dişçilik fakültesinin kahverengili grili binası bizim çingiş pembe binamızın yanında sönük kalmış, daha sıcak bir etki bırakıyor bizim bina yani..(çingiş pembesi bak harbi, ya da ben renkleri pek seçemiyorum, olabilir hatalıysam kabulüm.)

derslikler falan boyanmış aydınlatılmış, kapılardan duvarlara kadar herşey yenilenmiş. kat numaralı bile afilli olmuş. sinema salonuna ve atölyelere bakmadım üşendim aşağı katlara inmeye (tüü bana) bir ara onlara da bakacağım, danışman hocam çok kafa adam ayrıca, not ortalamama bakıp, "süpermiş YAHU" dedi. o yahu deyişiyle gönlümü feth etti. "bu sene derslere gelecek misin?" diye sordu, baya imza eksiğim var tabi dikkatini çekmemesi mümkün değildi, "geleyim mi sizce?" diye soruyla cevap verdim, "gel arada yahu, eğlenceli olcak bu sene" dedi, beni benden aldı :D bir de yeni bir öğrenci işleri görevlisi almışlar sanırım, dekont vermeye gittiğim zaman "sizde mi birinci sınıfsınız" dedi, "yok 3." deyince kafasını kaldırıp baktı, çok genç göründüğümü ima etti o da beni benden aldı :D (ee tabi bizim okulda 78'li arkadaşlar da var o da haklı benden önce kim uğradı ona kim bilir, lan sen miydin cakabo itiraf et ehuhehehe)edit: binayı da boyamışlar haftasonu, çingiş pembe değil artık:(

kantindeki müzik kutusu hala iğreç bir playliste sahip, ona da bir el atmak lazım aslında... sonra sanki okulun yeni hali insanları daha mutlu etmiş, yıldızımın hiç barışmadığı bir bayan hocamla merhabalaştım falan, kadın gülümsedi bana afalladım, "nasıl hatırladı lan, derslerini de takip etmedim ki" diye paranoya falan yaşadım, bu kadın beni kime benzetti diyerekten. 1. sınıflara da hayran kaldım, bizim okulda herkes kendi işini kendi yaparken bunlar sudan çıkmış balık misali birilerine bişiler sorma peşindeler, yavrulara üzüldüm bir an allahtan daha tek tük kişiler var da ilgilenen çıkıyor yine. okul bi açılsın o zaman şaşıp kalacak onlar. ilginç ama küçük bir kampüs olmamıza rağmen çok kopuk okuyan insanlarız. bölümlerle alakalı olsa gerek, herkesin 1'den fazla işi olduğu için koşturmakla geçiyor günü, öyle oturup geyik muhabbetlerine pek vakit olmuyor. o yüzden de öyle kocaman sıcak bir arkadaş ortamı kuramıyoruz. derslerde prof.u bilgisiyle döven, alt eden arkadaşlarımızı en fazla "yürü be koçum, sana katılıyorum arkadaşım, soldan saldır gardı düştü hanunaa" şeklinde destekleyip, ders sonrasında o kişiye ne olduğuyla pek ilgilenmiyoruz,fakültenin genel durumu bu. (gerçi ben pek bilmiyorum bu işleri, geçen dönem 4-5 derse mi ne girdim -tüüüü utanmaz- evet) he sıcacık kanka ortamında muhabbete saran öğrenciler de vardır tabi, onlar da halkla ilişkilerde okuyan dostlardır, selamlar burdan... sizi gidi sizi...

okul güzel olmuş işte, görüntü olarak, ferah mekanlarda takılmayı seviyorum, okula giderim sanırım bu sene, yalan olmasın ama bilemeyeceğim iş durumlarına da bağlı biraz... bir de ev olayı var yahu, çok işim var benim evde, temizlik yapıcam önce, sonra yemek, normal normal insanlaştım gibi, haydi hayırlısı diyorum, görüşürüz...

10 Eylül 2008

Muazzam Seyirlikler

.
.
.

Buz Cevheri'nin muhteşem mimi... Bu tür şeylerle ilgilenmeyi çok seviyorum. Kişiselleştirdiğimiz, içselleştirdiğimiz bazı şeyleri, bizim yerimize söze, müziğe, görüntüye döken insanların varolduğu düşüncesine kadar ilginç değil mi? İnanması güç.

Giderayak iyi oldu bu mim, okul- iş derken bunalmaya başlamıştım hafiften, eğlenceli bir iş çıktı. Daha fazla gevelemeden başlıyorum efendim. Karşınızda Mimi Wonka'nın Video Kutusu;

İlk olarak, "insan dediğin yalnız ve aciz bir yaratıktır ama yine de esprili ve ukala tipleriz, bu doğamızda var" dedirten, ince bir kalp sızısı karın ağrısı parçanın klibini göstereyim size;

Richard Ashcroft - A Song For The Lovers

Sonrasında ilk olarak, reklamlarda duyup beğendiğim bir parça var. Sonradan video klibini izlemiştim yine şans eseri. Beyaz klipleri daha çok sevdiğimi anladım şu an! Klipte verilen mesajın beyaz fonda aydınlık bir şekilde anlatılması bir çeşit ironi sanki, çok sevdiğim farklı bir kliptir;

Lamb - Gabriel

Sonra bir de dilini doğru düzgün bilmediğim için anlamadığım parçaları klipleri sayesinde severim ben. Klip ne kadar samimiyse beni o kadar kendine çeker, parçanın anlattığını anlamam gerekmez, ya da müziğin yeteri kadar iyi olması. Size göstereceğim bir diğer klip de "ne dediğini anlamıyorum umarım küfür etmiyorsundur bana!" şeklinde dinlemeye başladığım, daha sonra italyanca öğrenmeye başlamama ön ayak olmuş kliplerden biridir( yok yahu öncesinde Andrea Bocelli ve Luciano vardı)neyse işte o video da şu;

Cesare Cremonini - Marmellata #25

Bu çok klasik olcak belki de ama normalde dinlemediğim parçaları klipleri dönmeye başladığı zaman pür dikkat izleyip dinlerim, daha çok eğlenirim hatta. Bunlara en iyi örnektir bu parça ve klibi. Genelde açıp da dinlemem, ilk tercihim değildir ama klibi ni tek geçerim... Huzurlarınızda;
The Cure - End of the World


Ayrıca bu singleın albüm coverı da beni benden almıştır, bulup onu da ekleyeyim istedim.

Şimdi ekleyeceğim klip benim için dönüm noktası olmuştur, hiç çekinmeden söyleyebilirim. Duygusal gelişimini tamamlayamayacak biri olan ben, bu parçayı tam da duymam gereken bir zamanda yine şans eseri dinlemiştim. Sonrasında sanatçıyı yakın takibe almak, albüm edinmek işlerine bile girdim. Dilimin döndüğüne sevindiğim bir dilde, puslu bir parça ve yine anlatılan görsel hikayenin tersine aydınlık ve hayranlık uyandıracak güzellikte bir mekan, minimalist görüşler ve basitlik. Gerçekten çok seviyorum bu klibi de parçayı da...
Raphael - Et Dans 150 Ans

Şimdi ekleyeceğim video klip için açıklama yapsam mı yapmasam mı bilemedim. Ama yine de birşeyler söylemek lazım, bilmeyenler için. Sıkılmadan dinlediğim albümlerinin dışında, ayrı bir yeri olan bir grubun, en sevdiğim videosu bu. Rengarenk ve feslsefik. Gerçi "hayat ayyaşlarının felsefesi" demek daha doğru olur. Zamanınızı nasıl tüketmek istemenizle alakalıdır yaşam, ve tüketici tükettiklerinden yanına kâr kalanlarla mutlu olur. Bir de ne deri(z)m hep, miskinlik iyidir zihni açar!

Beirut - Elephant Gun

(biliyorum bıyık süper olmuş, ayrıca gülmekten insanın karnına gerçekten ağrı giriyormuş bunu da öğrenmiştim o zaman)

Son olarak, çocukken izlemeye bayıldığım bir klibi koyuyorum, bilmeyen yoktur sanırım. Gerçi genelde sinir bozucu bulunur bu parça, arasında geçen huhuhuhuhuuuuu sesleri nedeniyle ama ben çok seviyorum.=) Çok güzel yahu, yukardakilerin hiç birine bakmadıysanız bile, rica ediyorum buna bakın, tanıdık yüzlerde var hem;

Bobby McFerrin - Don't Worry Be Happy

Yaptığım listeden seçtiğim bu videoları dilerim herkes beğenmişsindir. Bir ara yine yapmak lazım böyle bir şey. Şimdi bu bir mim olduğuna göre birilerine uçurmak lazım bunu, müzik konusunda güvenim sonusuzdur dediğim Alässe Isis'e ve de sayın Canselmo beye yolluyorum mimi. Mimi sizi mimledi efenim, hayırlı uğurlu olsun, öptüm bye!

09 Eylül 2008

Okul kapıya dayandı...

Bizim okula bişiler olmuş hacılar! Dersler ingilizce olmuş sınavlar da ingilizce yapılacakmış, danışman hoca sarmışlar herkesin başına, öğrenci mezun olana kadar o danışmanla halledecekmiş işlerini. Dersleri zorunlu yapmazlar diye umuyorum, yoksa okulu bırakıp başka bir bölüm okuyacağımın resmidir!

Derslerde çok karizma durmuş yalnız ingilizce olunca...

Press Photography,Graphic Design,Digital Image,Statistics,Research Methods... Bunlar dışında Siyasi Tarih,Haber Yazma,Kamuoyu,Bilgi Toplumu ve Siberkültür,Sosyal Davranış ve Protokol derslerim, ayrıca atölyem varmış... Atölye dersimi bilmiyorum henüz...

Ahaha dalga geçiyor bunlar benimle!!

Bilmeyen için söyleyeyim; Mimi Wonka Hanım Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğrenim görüyordur, mezun olacağı yıla henüz karar vermemiştir.

06 Eylül 2008

Dünya'nın sonundan önce yapılacaklar listem.

Buz Cevheri'ni okudum evet, hergün okuyorum zaten ne var! Uzun uzun açıklayamam, kısa da açıklayamam, hem zaten dünyanın sonu falan gelebilir diye liste işine girdim yoksa zerre haz etmem bilen bilir. Errm... Buz Cevheri'nin sayfasına uğrayın derim, o daha tahammüllü biri, anlatmış mis gibi.

Başlıyorum, liste olayını becermeyeceğime eminim, bodoslama yazmaca olacak yine ama neyse, ciddiyetle yazmış olduğumu ayrıca belirtmek isterim.

Gülemem geçsin diye beklemem gerekti biraz. Ahuahuaa başlıyorum evet.

1- Tüm kredi kartları, nakit para ve bozdurup bozdurup kullanılabilir ziynet miynet ne varsa yüklenip, cebimde bin lira kalana kadar harcamak. Hatta abartıp 1ytllik bankanotlar yaptırırım üstü açık bir arabadan saçarım yollara belki. (ohh yess!) Kalan 1000lirayı da hani olurda ayın 11'inde hiç bişi değişmemiş olarak uyanırsak diye ayırdım, o parayla babamdan ve annemden uzak bir yerlere kaçıp bir süre idare edebilirim diye düşünüyorum. İnsan değil miyim işte, yine de sonrasının olabileceği düşüncesindeyim, allah da kahretsin beni emi!!!

2- Lisedeki edebi metinler hocama gidip bir güzel küfür etmek mümkünse ağız dalaşına girmek istiyorum. Hatta bir kaç kişi toplayıp, sokak arasında kıstırıp dövmek istiyorum. Hakkım olan o 70 puanı ver lan bana diye bağırmak istiyorum, yüzüne karşı tükürüklü tükürüklü, çirkef çirkef... O zaman rahatlarım sanki. Sonra da özür dilerim lan, yazık adama da, benim kadar zeki olamadı hiç, o yüzden pisliklik yapıyordu bana, acırım şimdi de ben kıyamam :(

3- Sonra Seda Sayan'ın programına konuk olmanın bir yolunu bulup kameralara el sallamayı planlıyorum. Boynumu büküp "allah razı olsun seda abla, yarın bu verdiklerini geri alcak olsan bile fark etmez bana bu anı yaşattığın için çok büyüksün" demek istiyorum.

4- Paris'e gidip Eiffel'e çıkmak ve ordan aşağı tükürmek, kusmak, işemek gibi eylemlerde bulunmak istiyorum. Yapacağım bunu bir şekilde!

5- Bir de ülkemizin müthiş ressamı Kenan Paşa'ya minik bir ziyarette bulunmak istiyorum, dünyanın sonundan da yırtar kesin diye düşündüğüm için kendisini kutlayacağım, bir kutu çikolata falan götürebilirim belki. O yer ben bakarım, acele etmek gerekmez 4 gün var daha!

6- Ramazan ayındayız zaten, o gün oruç tutacağım, niyetli ölünce daha farklı olabilir belki herşey. Kim bilir!!!

7- Harbi harbi bu herifler bizi havaya uçururmuş şimdi, iyi mi? Koşup kankalarla vedalaşırdım önce, lan bu kadar çektirdim size, çok pişmanım, çok seviyorum sizi derdim hepsine.

8- Okul, iş-güç, gelecek, hayat vs vs... hiç birşey kalmadı artık düşüncesinin rahatlığıyla dolup taşardım, ne güzel bişi yau!

9- Abla, dünyanın sonu gelmiş bacım ne iş?
Beni ilgilendirmiyo şahsen! (bu da var yani)

10- Bulunduğum mekanı terk ederdim hemen şimdi, kesin mi lan bitti mi dünyanın işi? Mail atın bana!

11- Brother Louie'yi zorla tutulduğu o yerden çıkarmanın bir yolunu bulup, kitapları yakma olayını hemen gerçekleştirirdim. Peter Pan dışında bütün kitaplarımı yakardık birlikte. Küllerini yanıma alırdım.... Dur ya Peter Pan'ı da yakardık. Hatta dur daha da dramatikleştiriyorum olayı, her kitaptan bir sayfa okuyup, sonra yakardık kitabı, nerden baksan 3 gün sürer. Diğer şıkları direkt eledim şu an, hazırlanıp gidesim var, yarına kadar biri bana "bu olay gerçek değil" diye bi mail atmazsa yola çıkacağımdır!

12- Bir de sanırım son olarak, çocukken gittiğimiz bir göl kenarı vardı, sessiz sakin, insansız, tüm renkleri aklımda... oraya giderdim. Bira şişeleriyle birlikte bir şezlonga çöreklenip ufka dalardım. Küller de yanımda olurdu... Öyle bir karede ölümsüzleşebilirim, gerçekten.

.............

Bu bir mim efenim, havaya savurdum kimin kucağına kaç parça düşerse.....

uyanınca mırıldanılan şarkılar vol.3

04 Eylül 2008



Arkadaşlıklarda aşklar gibi aslında, birşeyler bitiyor ve terk ediyoruz birbirimizi... Sonra özlem başlıyor...


Gerisi yok......

01 Eylül 2008

Çalakalem...

.
.
.

Şimdi okul açılacak, harç yatırmaktı kayıt olmaktı ders seçmekti vs vs derken... Oysa ki yazın ne güzel eğleniyorduk yahu(?)İşin aslı, konuşmaya ihtiyacım var hacı, başka kimliklere bürünüp saçma muhabbetler çeviriyorum yine, etrafımdakiler fark etti edecek... Bir de bu sene bütün derslerime gireceğim, not tutacağım falan... Anladın sen ama anlamamazlıktan gel, işime gelsin... Ayrıca belirtmek isterim, Requiem For A Dream kadar skindirik bir film daha yoktur. Ağlayarak izledim, bu filmden sonra hayatım değişti, herşey anlamlaştı diyenleri kovalamak lazım. Yaşam dediğiniz şeyi bir güzel sömürüp, söndürüp, izlerken yaşananlardan sapıkça bir zevk almanıza ve hor gören bir acıma duygusu hissetmenize neden olan bir film için böyle şeyler söyleyenler gerçekten "çok güzel" insanlardır, her açıdan. Bu tür olaylara uzak olan,"herşey güzel olacak" diyenler için, belki de pisliklik olsun diye yapılmış bir film işte. Dün akşam tekrar izledim de, her sahnede alttan gelen müziği dışında pek bir olayı yok yani. Odunsam da benim odunluğum, abarttığınıza değmez o film, Clint Mansell sağolsun... Bir de saatlerce elimde kalem, kağıtlarımın başında oturuyorum, yazıyorum çiziyorum sonra bir bakıyorum karalanmış yüzlerce kelime, noktası konmadan bırakılmış cümleler ve sadece işe yarar tek 1 sayfa... Çok seviniyorum bir an, "Ahh Bandini, kadim dostum, buralardasın demek" diyorum yüksek sesle, sonra etrafımı kontrol ediyorum, daha bir keyifleniyorum ehehe. Bir de dün gece "o eski ruhumuz kalmamış" dedi biri. Güldürürken düşündürdü... Üç nokaları da nefes alıp verişleri kolay olsun diye koyuyorum, cümlelerin sonuna... Kelimeler de canlıdır çünkü, cümleler dans eder derler ya, aslında nefes almak için çırpınıyorlardır, haberiniz yoktur.

Dinlediğim parçayı da ekliyorum, tamam.


Apparat - Not A Good Place

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...