Gece yarısını geçeli çok olmuştu ama onun haberi yoktu, saatle arası iyi olmamıştı hiç.
Ne zaman saate baksa aynı rakamları yanyana görür 'sen kendinle dalga geç tamam mı!' diyerek sitem ederdi zamana. Ama zamanın zerre kadar umrumda değildi bu tabi. O da bunun farkındaydı ama kazanamayacağı tartışmalara gönüllü girer, sonsuz ikilemlere bayılırdı.
Saate sık sık bakardı ama saatin kaç olduğunun onun için bir önemi olmamıştı hiç. Olmayacaktı da. O kesin şeyleri sevmezdi. Zamanla iş yapmak demek herşeyin düz bir çizgi üzerinde devam etmesi gerektiği demekti. O çizgileri sevmezdi. Düz çizgileri hiç sevmezdi.
Okuduğu dergiden kafasını kaldırıp 'bir fincan çay içmeliyim' diye düşündü telefonunun saatine bakarken, yine aynı rakamları yanyana gördü, eğlenerek güldü önce, sonra 'sana da merhaba' dedi. Zaman cevap vermek ya da sadece saçma bir tesadüfle onu şaşırtmak istemişti, tam da o an da titremeye başladı telefonu.
Şaşırdı önce, 'ahahaha seni piç kurusu!'.
Zamana küfür etmek en sevdiği şeylerden biriydi. Zaman asla cevap vermezdi. Bazen aynaya baktığında bir tel beyaz saç veya alnında bir minik çizgi oluşmuş olduğunu görürdü, 'bunlar benim için ne ki daha iyi şeylerle çık karşıma!' diyerek yenilgiyi kabul etmezdi. Zaman ona zaten olacak olan şeylerle gelebilirdi sadece, çünkü daha fazlasına ihtiyacı yoktu, o da bunun farkındaydı.
Açmadı telefonu. Gidip çay suyu oydu. Bisküvi paketine uzandı. Kalanları tabağına boşalttı. Çayının demlenmesini bekleyene kadar hepsini yiyeceğini biliyordu.
- 9 adet bisküvi. 3'lü kombinasyon.
- Ama sen tek sayıları sevmezsin.
- Tabaktaki dizilişlerine göre bir karar verebilirim.
Tabağa baktı. İnce uzun oval bir tabak, 9 bisküviyi sıraladı, görünüşte hiç bir eksiklik veya fazlalık yoktu.
- Ama sen tek sayıları sevmezsin.
Bir tane bisküviyi alıp ağzına atı, demliğe çay koymak için kavanoza uzandı.
İçerden titreyen telefonun sesi geliyordu. Evin genel hali buydu zaten, müzik dinlemediği zamanlarda giriş kapısının önündeki büyük saatin tiktakları duyulurdu sadece.
- Belki de bir televizyon almalısın.
Salona geri dönüp etrafına baktı, telefon hala titremeye devam ediyordu. Yerdeki kağıtlara takıldı gözü, eğilip bir kaç tanesini aldı ne yazdığına baktı, burun kıvırıp bir kaç tane daha kağıt aldı, kolunun altına sıkıştırdı. Sehpaya uzanıp siyah atıyla beyaz piyonunu devirdi, bu beyaz filini tehdit etmek demekti. Pis bardakları da alıp mutfağa geri döndü. Bardakları tezgaha bıraktı ve kolunun altındaki kağıtları balkondaki büyük kutunun içine tıkmak için balkon kapısının kilidiyle oynamaya başladı, her seferinde neden kilitlediğini bilmeden.
Balkonun ışığını açmazdı hiç. Herşeyin yerini ezbere biliyordu zaten. Çöp poşetlerinin arkasındaki kutunun içine koydu kağıtları, cebini karıştırdı, üzerlerine çakmağını fırlattı. 'yarın yakarım.'
Sigara içmezdi. Denemediğinden değil. 1-2 yıl boyunca sigara içmişti ama bu bir alışkanlığa dönüşmemişti. Sigara ellerini nereye koyacaklarını bilemeyen insanlar içindir diye düşünürdü. O ellerini görmezden gelirdi. Nereye koyması gerektiği pek de umrunda değildi.
Kapıyı kapatıp kilitledi. Çayını demledi. Bir bisküvi alıp ağzına attı. Tezgahtaki bardaklara bakmaya başladı. Tombul yeşil su bardağını ters çevirdi yanına kırmızı renkteki kardeşini koydu, çay fincanlarını da ters çevirdi, üzerlerine bardak altlarını koyup üstlerine kahve fincanını koydu.
Çaydanlığın altını kıstı, çiğ çay kokusunu sevmezdi. Buz dolabına gidip sütü çıkardı. Minik porselen sürahiye uzandı, 'maalesef senin adın sütlük, bunun için bende çok üzgünüm' dedi. Sütlüğü doldurup bisküvi tabağının yanına koydu, bir bisküvi daha attı ağzına. İçerden titreyen telefonunun sesi geliyordu.
Salona gitti, beyaz filini piyonuyla korumaya aldı, bu 'sıkıysa al filimi, atını deviririm' demekti. Kalemlerini topladı, kapakları açık olanları kapattı, kurşun kalemlerine özel ilgi gösterirdi, uçlarına baktı, bir kaç tanesini ayırıp diğerlerini kalemliğe koydu. Telefonu sustu. Uzanıp ekrana baktı. (4 cevapsız arama) Kırmızı tuşa basıp ekranı temizledi, saate baktı, dakikanın toplamı saatle eşitti.
'ahaha o kadar da takıntılı değilim, toplamada iyiyim.'
Bilgisayarına uzandı. Dosyaları karıştırıp Mahler buldu. Senfoni 5: mvt.4 Adagietto. Mutfağa gitti.
- Biri ölmüştür belki.
- İnsanlar ölür.
- Bir özlemiştir belki.
- Ahaha güldürme beni.
- Sen özlemedin mi?
- Özlemek?
Bir bisküvi daha attı ağzına, demliğini ve fincanını çıkardı. Tam da istediği gibi demlenmişti çayı, servis demliğine geçirdi çayını, alt dolabını açıp mavi tepsisini çıkardı. Kendisine hediye edilen şeyler arasında sevdiği tek şey bu mavi tepsiydi. Bir zamanlar tanıdığı biri vermişti, kendi boyamıştı, onun için.
Tepsiyi alıp salona geçti, önce sütü sonra çayı doldurdu fincanına. Dergisini okumaya devam etmeden önce saate bakmak için telefonuna uzandı, yine titremeye başladı telefon, arayana baktı, güldü, telefonu bırakıp dergisini okumaya devam etti.
- Sen tek sayıları sevmezsin.
Uzanıp bir bisküvi daha attı ağzına.