Hepimiz bir savaş sürdürüyoruz. (Eğer, temel sorunun saldırısına uğrarasam, silahlarımı almak için arkama döner, ama silahların hangisini seçeceğime karar veremem, ve hatta seçebilsem bile, bana ait olmayan silahları seçmeye yazgılıyım, çünkü hepimizin silah deposu aynı.) Sadece kendime ait bir savaşı sürdüremem; eğer bir kere özgür olduğuma inanırsam, eğer bir kere çevremde hiç kimseyi göremesem, çok geçmeden bunun, benim o kadar çabuk kavrayamadığım ya da hiç anlayamadığım, genel durumun bir sonucu olarak üzerimdeki görevi üstlenmek zorunda kaldığım ortaya çıkıyor. Bu, hiç kuşkusuz, savaşta öncü ve artçı süvarilerin, pusuya yatarak ateş edenlerin, savaşın tüm alışkanlık ve anormalliklerinin olduğu gerçeğini dışlamaz, ama hiç kimsenin bağımsız savaş sürdüremeyeceği gerçeğini ortaya koyar.
Kendini beğenmişliğin aşağılanması mı? Evet, ama aynı zamanda gerekli, ve hakikatle uyum içinde bir yüreklendiriş.
Doğru yoldan sapıyorum.
Kendini beğenmişlik ve kibir patlamarından sonra her zaman derin bir nefes alın. Der Jude’daki hikayeyi okurken alınan haz? kafesindeki sincap gibi. Devinimin neşesi. Darlıktaki umutsuzluk, direnmenin çılgınlığı, dışardaki huzur karşısında duyulan perişanlık duygusu. Bütün bunlar gerek aynı anda , gerekse art arda, o son anın kepazeliğinde yine bir arada olacak.
Bir ışık huzmesi kadar mutluluk.
İnsanın evreni kendince kavrayışının izlediği yol ve bu yolun ayrıntılarını hatırlamakta belleğinin zayıflığı kötüye işarettir. Bir bütünün yalnızca parçaları. Nasıl oluyor da böylesine büyük bir ödeve el atabiliyorsun, hatta varlığını düşünebiliyorsun, hatta bu düş için yalvarabiliyorsun, yalvarma sözcüğünün harflerini öğrenmeye cesaret edebiliyorsun, karar anı geldiğinde, kendi bütünlüğünü atılacak bir taş gibi, ya da öldürecek bir bıçak gibi kendi avcunun içinde toplayamamışken?
Öte yandan: Sıkılıp yumruk haline getirilmeden önce insanın ellerinin içine tükürmesine de gerek yoktur.
Avuntu vermeyen bir şey düşünmek mümkün mü? Ya da daha doğrusu, avuntudan eser taşımayan bir şey? Bilmenin kendisinin avuntu olması çıkar yol olarak görülebilirdi. Yani insan pekala şöyle düşünebilir: Kendini kandırıp bir kenara koymalısın, ama yine de bu bilgiyi yanlışlamadan, onu artık biliyor olmanın bilinciyle, bir insan kendini koruyabilir. Bu gerçekten de bir kimsenin kendi saçlarından tutup kendini bataklıktan çekip çıkarması demektir. Fiziksel dünyada saçma olan bir şey, ruhsal dünyada mümkündür. Orada yer çekimi kanunu yoktur (Melekeler uçamaz, yerçekimi kanununun üstesinden gelmek zorunda değildirler, sadece, bundan daha iyisini düşünemeyecek olan maddi dünyada yaşayan bizlere öyle görünür), kuşkusuz bu bizim algılama gücümüzün ötesindedir, ya da ancak çok yüksek bir düzeye varınca akla uygun bir şeydir: Diyelim odama ilişkin kendi bilgimle karşılaştırıldığında kendi öz-bilgim nasıl da dokunaklı bir yetersizlik içindedir.
Niçin?
Dış dünya gibi, iç dünyayı gözlemlemek diye bir şey yoktur. En azından tanımlayıcı psikoloji, bir bütün olarak ele alındığında, antropomorfizmin bir biçimden, kendi sınırlarımızdan çöplenmekten başka başka bir şey derğil. İç dünya sadece yaşanabilir, tanımlanamaz. Psikoloji, maddi dünyanın tanrısal düzlemdeki yansımasının anlatımı, daha doğrusu, kendi maddi doğamızın içinde sırılsıklam olan bizlerin tasarladığı bir yansımadır. Anlatımıdır, çünkü gerçekte yansıma yoktur, ne yana dönersek dönelim gördüğümüz sadece dünyadır.
Psikoloji sabırsızlıktır.
Don Quijote’un şanssızlığı da hayal gücü değil, Sancho Panza’dır.
1 yorum:
tercümanımsın. uçuşan göstergeler dünyasında gösterge olmamak gerçekliğidir ya mançalı yaratıcı asilzade don kihote'nin. bir de bayanhayatbirrüyadırın yeldeğirmenleri diye bir kitap yazmıştı bir arkadaşım.
Yorum Gönder