26 Şubat 2009

Cem Yılmaz alıntısı gibi olacak ama hastanın yanına refakatçi olmak olayı gereçekten çok rezilcene birşey sayın okuyucu.

Hasta insana yardımcı olmak bir yana, mekan çok sakat. Hasta değilsin (doktor hemşire vs. de değilsin) ama hastanedesin akşama kadar. Sabahları sorun yok da geceleri bir kere koridora çıktın diyelim, hani kahve almak için falan, yandın demektir! Etrafta pijamalarıyla yürüyüşe çıkmış ameliyatlı insanlar... Sürü halinde dolanıyorlar etrafta, yanlarındaki refakatçilerinin koluna girmişler, "ayy off ahh!" nidaları arasında yürüyorlar badi badi.

Bu yine neyse de peki ya kadın doğum bölümünden geçip kahve almaya gitmek zorunda olmak nasıldır bilir misin ha?


Karnı burnunda dedikleri doğruymuş lan! Korkunç birşey yemin ediyorum. Hani hiç mi hamile kadın görmedim? Gördüm, gördüm de bu kadar devasa değillerdi lan, artık herşey hormonlu sanırım:s (ahaha iyi saçmaladım hoşuma gitti:D) O değil doğurmak sanki dünyadaki en önemli şeyi hanunaa! Günde 6-7 bebek çıktı o ameliyathaneden gözlerimle gördüm, (Erdoğan çalışıyor da oluyor) doğum için bekleyenleri de düşününce gece uyumadan önce hep şu saçma bilimkurgu geldi aklıma; Bebek İstilası!.. Böyle bir film yapsalar izlemem, korkarım ben, teklif bile etme kalbini kırarım.

"Ne işin vardı hastanede Mimi?" diye sorun sevgili okuyucuma cevabım; annem ameliyat oldu 1 hafta boyunca hastane odalarında takıldık falan, evdeyiz şimdi.

Okul açıldı yine haberin var mı bilmiyorum. Ders var yine (nedense!), üstüne üstlük ingilizce. ( ingiliz olduğumuz için! )

Yeni bir saçmalık gelmiş okula. Şöyle ki; önce bankaya zamlanan harcını yatırıyorsun, sonra internet ortamından ders seçiyorsun, sonra seçtiğin derslerin dökümünü çıktı alıyorsun (2 adet) sonra kayıt işlemleri başlıyor, önce banka dekontunun (dekonttan 3 adet olmalı, bankadan aldın aldın, alamadın fotokopi çektireceksin) aslını öğrenci işlerine veriyorsun, sonra derslerin çıktıları elinde danışman hocan kimse onu buluyorsun(bulursan tabi)"vay ahbap nbr" falan diye laubalileşmeden işine bakıyorsun çünkü sıra var! Kalan dekontlardan birini hocana veriyorsun imzalayıp, ders seçim dökümlerini de imzalatıyorsun biri sende biri hocanda kalıyor. Sonra gidip atölye dersleri için ne var ne yok durumlar nasıl diye bakıyorsun, döt kadar atölyeler için kaç kişinin başvurmuş olduğunu öğrenip "sanki bi pok varmış gibi hanunakoiim" diyorsun kendi kendine, gidip staj defterlerini soruyorsun, sonra dersin olan amfilere göz gezdiriyorsun bu arada uyuz olduğun tipleri görüyorsun iğrenç lanetler ediyorsun içinden, tutar tutmaz belli olmaz. Bitiyor okulda işin böylece. Bu kadar tantanaya ne gerek var anlamıyorum, zaten sevmiyorum böyle yaparak daha çok soğutuyor kendinden. Öyle işte, eğtim bana göre değil...




(Sonra bakıyorum saat 3 olmak üzere ve açım hala, kendimi Nişantaşı pastanelerine vuruyorum. Gelsin kahveler, mideye insin croissantlar...)

Kendime kitaplar, albümler, filmler aldım, çok okudum , dinledim, izledim. Vize için başvuru formu doldurdum. Anlatacağım ama daha da uzamasın istiyorum sıkılıyorsun sonra.

Kolaj: Denise Aumick

18 Şubat 2009




...annemle babamın kanlarının uyuşmuyor olması ve annemin doktorunun "çocuklarınızda zeka geriliği veya başka bir sakatlık var mı?" diye sorması... peki ya pek muhterem ebeveynlerimizin cevap olarak "bakış açınıza göre değişir" demesi ne demektir?

09 Şubat 2009

Noir Désir


Aralık 2008'de Noir Désir yeni offical siteleri noirdez.com dan 2 yeni parçanın müjdesini vermiş, albüm kapağı ve şarkı sözleri ile birlikte 2 parçayı paylaşıma açmıştı. (şimdi siteye girip hemen indirebilirisin yani)Sitelerine girip o 2 parçayı indirin üşenmeyin, Gagnants/Perdants (Kazananlar/Kaybedenler) çok güzel bir parça, onu dinleyin özellikle tekrar tekrar.

Bu 2 parçalık tadımlık sonrasında yeni bir albüm için çalışmaları hızlandırdıklarını okudum bir kaç yerde. Bir kaç festivale katılma planları bile varmış.

Bertrand Cantat, esaretten kurtulduktan sonra 1 yıl sürecek bir zorunlu rehabiliteye gönderilmişti. Bu süre zarfında müzikle ilgilenmesi (albüm çalışması,stüdyo programı vs.) yasaktı. Zaten kendisi de tekrar özgür olmanın tarif edilemeyecek bir duygu olduğunu ama bir kaza sonucu da olsa yaptığı hatanın ne derece büyük olduğunun farkında olduğunu söylemişti. Yaşadığı ruhsal çöküntü sonrası kendi başına kalan ve kendisiyle hesaplaşan Cantat tüm bu hapis edilmek, rehabiliteye yollanmak, kısıtlanmak, en sevdiğinin hayatını almak, damgalanmak ve dışlanmak sonrasında kendini toparlayabilmiş.

Yani bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden sonra Cantat; yaşamın deviniminin ve hayatın kaldığı yerden devam edemese de tekrar yakasına yapışılıp kendine göndürülebilindiğinin kanıtlarından biri. (evet "i" harfini barındıran ekleri çok seviyorum)

"lan Mimi site fransıca, anlamadık olm bişi!" diyenler için ; bir minik upload , bir de ben çok seviyorum bunu bir bakın yani.

07 Şubat 2009

Akşam Olunca Eve Dönüş Yolunda Dinlenen Şarkılar Vol.3


...şu, zamanımızın yeni yetmelerin bazı ünlü kişilere delicesine saplanıp kalması gibi hayranı olduğum tek adam var o da Tiersen. Bir de şu mekanın güzelliğine bakarmısınız lütfen! Üstüste konmuş o kırmızı sandalyelere bakınca sizin de içiniz burkulmuyor mu? Peki o tek ampüle ne demeli! Oturup şarap içeceğiz seninle Tiersen ve fotoğraflarını çekeceğim, bana hazırlıklı ol!..




1-La veille 2-Le matin 3-Octobre 4-La Boulange 5-7 pm

06 Şubat 2009

La Llorona

Aslında gidip yatıyordum ama aklıma bahsetmeyi unuttuğum bir olay geldi.

Bidiğiniz üzere Beirut beni utandırıp yeni albümün çıkış tarihini öne almış ve 17 Şubat'a kalmadan Ocak sonu çift cdlik Ep albümünü yayınlamıştı. Albümü aldık dinledik (ki zaten öncesinde 2-3 parçaya nette rastlayıp yollayan arkadaşlarım olmuştu sağolsunlar) İlk cd March of the Zapotec favorim, ikinci cd (The Real People) Holland pek de hoşuma gitti diyemem. Yine de pek fazla lak lak edip önyargı yaratmak istemiyorum. (gazeteci duruşu bu olm)

İlk video March of the Zapotec'in ilk parçası sayılan "La Llorona" ile dönmeye başladı. (La Llorona ilk parça sayılır diyorum çünkü öncesinde bir giriş niteliğinde 29 saniyelik "El Zocalo" var, sanırım "zil" demek.) Video'ya (stereogum.com adresindeki bilgiden okuduğum kadarıyla) Zach'in deneyimlerinden edindiği şeyleri anlattığı kısa filmlerin oluşturduğu bir klip yayınlamak istemesi fikri ile başlanmış. Zach daha sonra bu fikirden vazgeçip Owen Cook'un hazırladığı animasyon video için, oturup bir köpek, bir matem tutucu(ağlayıcı denir hani), bir orkestra, bir Meksika mezarlığı ve gözyaşı birikintisi (veya yağmur birikintisi) hakkında kısa bir hikaye yazmış ve bunu animasyon ile birleştirmişler.

La Llorona "Ağlayan Kadın" demekmiş ve bir İspanyol öyküsüymüş sanırım. Çocuklarını öldürüp, bir adam tarfından reddedilen bir kadınla ilgili. (büyük ihtimalle çocuklarını adamın biri uğruna öldürüp daha sonra da o adamın kadını reddetmesi gibi bir şeydir, üşendim araştırmaya neyse) Kadın reddedildikten sonra göçebe olmuş ve ölen çocuklarının hayaletlerine ağlayarak ömrü boyunca onları aramış falan filan. Condon'ın öyküyle bütünlük gösteren (!) bu hikayesi ile ortaya güzel bir animasyon çıkarmışlar.

Beğendim ben bir de siz bakın;


04 Şubat 2009

sağlık hizmetinize kafam girsin!

Şimdi bu sabah uyandık, ablamla ben aynı odada kalıyoruz anneanneme benim odam verildiği için, herneyse.

Aslında uyanmadık annem gelip uyandırdı bizi "saat 10 olacak kalkın artık" diye, ben asla popomu kaldırmam yataktan, önce ablam kalkar yatağını toplar falan ben hala uyuyor olurum hatta kahve kokusunu duyana kadar çıkmam yataktan o derce tembelimdir. Herneyse işte ilk önce ablam kalktı yine, 2 gündür beli ağrıyordu ablamın bugün de yataktan "ay of" diyerek kalktı ve ilk olarak cep telefonunu alıp açıyordu ki telefonu düşürdü, zaten yürürken sendelemiş ve bir şeyi düşürmüştü duydum (sanırım benim gözlüğüm veya usb zımbırtısıydı) neyse ablam telefonu sittir edip kapıya doğru yöneldi bende uykuma döndüm, daha yeni yastığa başımı koymuştum ki annemin çığlıklarıyla fırladım yerimden şöyle ki;

-Merveeee, kalk çabuk ablana birşeyler oluyor!..

...gerisi bilindik anne yaygarası "kızım yavrum ne oldu, Meltem ablana birşey oldu gelin! vs vs.."

Ablam kapıdan çıkamadan olduğu yere yığılmış, annemin bağırışlarını duymuyor, Meltem'in seslenişine cevap vermiyor, kısacası bilinci kapalı baygınlık geçirmek ile bayılmak arasında gidip geliyor. Kalkıp yanına gittiğimde ilk fark ettiğim şey göz bebeklerinin etrafının sarı bir hare ile çevrili olduğuydu. Zaten yeşil olan gözleri hani şu vampir filmlerindeki gibi sarı olmuştu (uçuk bir sarı tabi sapsarı değil) herneyse annem hala gelin yardım edin kaldıralım ablanızı falan diye ağlaşırken ben hemen telefonu kapıp 112'yi aradım.

Karşıma önce operatör çıktı; bıdı bıdı bık bık güvenliğiniz için konuşmanız kayıt edilecek bık bık vs. aradan geçen bir dınınıdııdınııı müziği falan, neyse karşıma çıkan bayana durumu anlattım hemen, anneme de kaldırmayın yerinden dokunmayın falan dedim, bel-omirilik-beyin üçlemesiyle ilgili senaryolar geçiyor çünkü aklımdan. Neyse kadın beni 2dk. kadar dinledi sorular sordu tansiyonuna bakın dedi ki annem zaten tansiyon zamazingosunu ablama bağlamaya başlamıştı. Neyse, ok dedim kadına, "bakıyorlar siz ambulans gönderin lütfen acile gitmek istiyoruz" dedim, kadın beni doktora bağlayacağını söyledi; ki salladı yanındaydı doktor ve benim anlattıklarımı ona aktarıyordu duyuyordum, aklımdan "madem doktor yanında duruyor ne halt yemeye beni oyalıyorsun ver telefonu ben anlatayım vakit kaybetmemiş oluruz bitch!" diyordum.

Neyse doktor aldı telefonu aynı şeyleri yine anlattırdı bana, sinir oldum ama "ambulans yolluyacak mısınız, lütfen" dedim yine sakin sakin, doktor ya da her kimse artık "size bir numara vereceğim ordan çağırın acile gidin hemen" dedi.

Lan zaten 112'nin amacı bölgeye göre operatöre bağlayıp en kısa zamanda işi halletmek değil mi diye düşündüm önce, ama yok abi değilmiş. Önce orayı arayıp sonra da ambulans isteyeceğin yeri arayacakmışsın. Neyse "tamam" dedim kapattım telefonu annem "ablanın tansiyonu 3" dedi o arada "oha komaya girecek" dedim içimden Meltem'e seslendim "bakkal,yoğut,ayran,tuzlu, cüzdanım orda" dedim anladı hemen. (gerçi burda annemin heycandan o tansiyonu yanlış ölçmüş olma durumuda var, hani imkansız 3'e 0 olması, bilinci tamamen kapalı olur öyle insanın ama ablam yavaş yavaş ayılıyor gibiydi) herneyse bana verdikleri numarayı aradım hemen "meşgul" sesi veriyor. Süper bir küfür ettim abi o an, ama annem ve anneannemin ah vahından duyulmadı.3 kere denedim ve her seferinde meşgul çaldı telefon, anneme "hazıran anne taksi çağırıyorum" dedim, o ara ablam biraz daha iyi olmuş ve verdiğim ayranı içiyordu (evet lan o ara gittim tuzlu ayran hazırladım bi de, hatırlamıyorum ne ara yaptım ama yaptım) neyse işte taksi çağırmak için telefonu açtım yine, hadi dedim bir daha deneyeyim ve ambulans için verilen numarayı aradım, bu sefer çalmaya başladı, açıldı telefon yine bant kaydı aynı zırvaları dinledim 30-40sn kadar, sonra durumu anlattım yine "ambulans istiyorum" dedim "tansiyonu çok düşük doktor da gönderin lütfen" dedim. Dedim ama boşa dedim anasını satayım!..

-Hanımefendi size en erken 1 saat içinde gönderebilirim ambulans, çünkü şu an elimizde hiç yok.
- Siktir git lan, işiniz o değil mi? Ne demek taze bitti, şaka mı yapıyorsun kaltak!

...demek geçti içimden ama demedim tabi. Sinirlerime yine hakim oldum "ya öyle mi tamam o zaman" deyip çat diye yüzüne kapattım telefonu ve taksi çağırdım.

Nihayetinde sağlık hizmetimizden bi skim olmaz hacı diye düşünerek kat ettiğimiz yolun sonunda ablamı özel hastanelerden birine yatırdık, annem o arada babamı arıyor falan, ben ablamın yanındayım. Kendine geldi ablam rengi beymbeyaz gözlerin feri gitmiş falan, bir de panik atak evrelerinin ilkinde, boş boş ağlıyor birşey soruyorum mırın kırın falan. (hep böyledir zaten alışığım yani)

Neyse genç ukala doktor odaya gelip ablama baktığında, giriş kaydı yaptırırken verdiğim ilk bilgileri kontrol ederek "hastanın tansiyonu 3 olamaz bilinci kapalı olurdu" dedi bana bilmiş bilmiş, bende artık dayanamayıp ondan çıkarır gibi oldum tüm sinirimi ve "o kadarını bende biliyorum, en son 9'a 4 oldu zaten gelene kadar müdahalede bulunduk biz canım, sen kontrollerini yap, kapiş?" dedim. "Hmmmm" dedi, içimden "ya yavrum hmm" dedim.

Acilde yarım saat kadar yattı ablam, iğne yedi 1 tane, garip cihazlara bağlandı, beyin cerrahına ve fizik terapi uzmanlarına gönderildik, testler vs. Genç ukala doktor kontrolün bende olduğunu anladığı için annemi es geçip elinde kağıtlarla geldi ve edindiği bilgileri bana anlattı. Bende biraz gıcıklık yapmıştım tabi, yaptıkları iğneye bağladıklara cihaza kadar herşeyi sordum "şimdi ne yapıyorsunuz, ne bu, neden yapılıyor, ne etkisi olacak" vs. diye. (bizimle ilgilenen hemşire gıcık oldu zaten bana fark ettim, özellikle ablam kendine geldiğinde "tüh lan fotoğraf makinemi getirseydim keşke ne biçim şeyler bağladılar olm, süper bir çalışma çıkardı bu acil odasından" dediğim zaman tip tip baktı bana)

Neyse işte, ablam bel fıtığı olabilirmiş. Bense hastanedeki kontrollerden sonra; sadece üşüttüğü için belinin ağrıdığına ve bu bağlamda çektiği ağrıya, acıya dayanıksızlığından ötürü katlanamadığına karar verdim. Panik atak olduğu için de heycanlanarak tansiyonunun düştüğünü o yüzden bayıldığını düşünüyorum. Yarın testler falan yapılacak, evde şimdi, ilaç yazdı genç ukala onları kullanıyor.

İyi gibi lan, penguen okuyup kapak esprisine hahaha hihihi güldüğüne göre de benim tanım doğru diyorum.

Sonuç olarak bu olaydan çok büyük dersler aldım okuyucu, sahip olduğum ilk yardım bilgileri yeterli düzeydeymiş. (ki bak bir de şey olayı var yazmışımdır kesin; anneannem geçen sene felç geçirdiğinde onu da ben bulmuştum, kaldırıp oturtmuş annemleri çağırıp pasif jimlastik hareketleri yaptırtmıştım falan (onu da internetten öğrendim hemen gidip bakmıştım ne yapmak lazımmış diye) gece saaat 3'tü ve o zaman ambulans için aradığımda hemen gelmişlerdi anneannem ilk müdahaleyi doğru yaptığımız için 15 günde iyileşmişti eskisi gibi şimdi vs.) Önemli bir şey olağandışı bir sağlık sorunu durumunda ilk anda ne yapacağını bilmek. Öğrenmek, araştırmak lazım, E.R. veya House falan izlemekle olmuyor yani.

Neyse okuyucu sen sen ol 112'yi falan arama, hastanı kendin götür hastaneye. Ambulans çağırmak zaman kaybından başka bir şey değil yemin ediyorum, daha önemli bir şey olsaymış ablam elimizde can verecekmiş yani o derece acınası bir durumda sağlık hizmetlerimiz. O değil bir yerden düşüp boynunu falan zedeledin veya daha farklı bir şey oldu omurga darbesi vs, yemin ediyorum ölür veya sakat kalırız bu duyarsılık devam ettiği sürece. Biz yine de şanslıyız diyorum kendi kendime.

Bugün böyle geçti gitti işte, bileğim çok feci oldu ama lan, bu koşturma olayına zor dayandım, şişti ve ağırıyor yine.(iflah olmaz artık bitti öldü o :mü) Ayrıca kahvaltı etmedim öğle yemeği yemedim ve en önemlisi markette extra yoktu!...

Bi de annemleri eve yolladıktan sonra ben şehir merkezinde takıldım biraz işte extra alırım falan diye, o ara duraklarda "artık kola içmeyin almayın bu ürünleri tüü kaka" yazılı afişler gördüm. Çok güldüm olm aldığım kola ve cipsler görünsün diye poşetleri havaya kaldırıp sallamayı düşündüm ama bileğime acıdım. İşte o sırada yanımda da şişko bir alman genci ve annesi olduğunu düşündüğüm bir kadın minibüs bekliyordu. Bende du hast dinliyordum "karmaşık çal bakayım ipod" demiştim ona denk gelmiş işte, çocuk kafasını bana doğru döndürüp parçayı söylemeye başladı, birlikte kafa salladık hiç konuşmadan, güzel bir andı, sonra minibüsleri geldi yalpalaya yalpalaya yürüdü, başıyla bi selam çakıp gitti çocuk.

Öyle işte. Neden extra yok ha? Neden, neden, neden!..

Haaa bak bi de film(ler) izledim okuyucu süper bişi(ler) onu anlatcam bir ara.
(veri veri sipeyşıl tenks tu Kornelyus)

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...