31 Ocak 2014

Neden kitap okudugun degil hangi kitabı okudugun önemli...vol.1

Selam Blogger insanları;

İyi olup olmamanız umurumda bile değil sonuçta hala nefes alıyor ve atmosferimde yer kaplıyorsunuz. Aferin.

Bugün sizlerle yeni bir "yığın" üzerinde çalışmaya başlayacağız. Bu sefer konumuz kitaplar.
Başlıktaki cümle bana ait sanırım, yani daha önce bir yerde duyup veya okuyup da benim cümlem-miş sanıyor da olabilirim tabii. Eğer öyleyse canım sağolsun. Her neyse konumuza dönecek olursak eğer yeni bir vol. bilmem kaç silsilesine başlıyoruz.

Okuduğum ve okuduğuma mutlu olduğum kitaplardan birer cümle ve kitap görseli paylaşarak devam ettirecek olduğum bu silsile de amaç; kitaplar üzerine konuşmak veya "biz çok kitap okuyan insanlarız" havasını atmak değil. Tabii isteyen bu saydıklarımı da yapabilir, herkesin özgür olduğu iddia ediken bir ülkede yaşıyoruz sonuçta.

Seçtiğim ilk kitap Ursula Kroeber Le Guin'in "Mülksüzler" adlı bilimkurgu romanı. Kitaptan seçtiğim cümle ise;

"Yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki " dedi Bedap, " yaşamının geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir."



Kendinize iyi bakın okuyucular, görüşelim.

22 Ocak 2014

Allah Tanrı Yehova (ya da ne derseniz) Var Olmak Zorunda Mıdır?




  • -       En büyük benim.
  • -       En büyük ne ama?
  • -       En büyük varlık.
  • -       Ha, Tanrı yani.
  • -       Aynen. Ya da Allah veya Yehova… Milletin taktığı adlar dert değil. En büyük, daha büyüğü düşünülemeyecek ya da düşlenemeyecek en büyük varlık benim sonuçta.
  • -       Ya, ben de öyle duymuştum. Yoksun ama sen.
  • -       Kiminle konuşuyorsun öyleyse?
  • -       Kendimle konuşuyorum.
  • -       Doğru. Şu an bile doğru. En büyük varlık olmam hasebiyle sohbete ihtiyacım yok benim. Bu diyalog kendinle. Ama eğer doğru mantık yürütürsen var olmam gerektiğini fark edeceksin. H em de sadece zihninde, imgeleminde veya düşlerinde değil.
  • -       Nasıl yani?
  • -       Varlığımın kafadan reddedilmediğini kabul et. Varoluşumu bir şekilde hissedebilirsin.
  • -       Düşünmeye başlayınca emin olamıyorum. Ama diyelim ki becerebildim, diyelim ki her şeye gücü yeten, her şeyi bilen hatta tümüyle kusursuz, evreni yaratmış bir varlık var… Ancak Ey düşünülebilenlerin en büyüğü, ortada varlığına dair hiçbir kanıt yok.
  • -       Doğru. Çoğunluğun düşündüğünün aksine dünyada işaret bırakmadım. Evrene de odaklanma. Kendine bile odaklanma hatta. Sadece bana, benim varlığım düşüncesine odaklan.
  • -       Peki, tamam. Düşünülebilecek en büyük varlığı dair bir fikrim var… Galiba.
  • -       Öyle. Daha büyük hiçbir şeyin olamayacağı bir varlık düşünülebilir, harika. Şimdi, var olmadığımı varsay.
  • -       Varsaymama gerek yok. Yoksun.
  • -        Diyelim ki doğru. Bu durumda, eğer var olsaydım, senin düşünülebilecek en büyük varlık fikrine göre düşünülebilecek en büyük varlıktan daha büyük olmam gerekir gibi görünüyor.
  • -       A-ha, çelişki.
  • -       Eh, sadece eğer düşündüğün hem varlıktan yoksun hem de düşünülebilecek en büyük varlıksa çelişki. Çünkü bu türde var olmayan bir varlık düşünülebilecek en büyük varlık olamaz. Var olmamak gibi kocaman bir defoya sahip bir varlık nasıl en büyük olabilir? Var olduğumu artık kavrarsın herhalde.

Okuduğunuz küçük diyalog 11.yy’da Canterburyli Anselmo tarafından öne sürülmüş ontolojik (varlıkbilimsel) kanıttan uyarlanmıştır. Şu veya bu şekilde ortaya atılmış çeşitli ontolojik kanıtlar dikkate değer destek görmekle birlikte aynı ölçüde reddedilmiştir ki yakın dönemde büyük ölçüde retle karşılaşmışlardır. Büyük filozoflardan, kimi lehine, kimi aleyhinde saf tutmuştur. Mesela Descartes lehine, Hume aleyhineydi. Leibniz lehine, Kant aleyhineydi.

Önümüzdeki zorluk şudur: Sadece sahip olduğumuz fikirlere ait kelimeler üzerine temellenmiş herhangi bir düşünüş bizi gerçeklik hakkında çıkarımlara nasıl götürebilir? Tekboynuzlulara, denizkızlarına, Noel Baba’ya dair fikirlerimiz var ama bunların var olup olmadığını saptamak için bütün dünyayı aramamız gerekir.

Peki, bu zorluk bizi etkilemeli mi? Sonuçta, fikirlerimizi analiz ettiğimizde bazı şeylerin gerçekte var olamayacakları sonucuna varıyoruz. Mesela karelerle dairelerin doğalarını kavradığımızda, “kare daire veya köşeli daire” diye bir şeyin olmadığı sonucuna varıyoruz. Ötesi, mesela sayı dizilerini kavradığımızda on yedi ile yirmi üç arasında bir asal sayı bulunması gerektiği sonucuna varabiliyoruz. Tabii bu örnekler özel örnekler; soyut varlıklarla, duyularımızla hiçbir şekilde tecrübe edemeyeceğimiz veya bilimsel araştırmalarla somut kanıtını bulamayacağımız varlıklarla ilgililer. Gerçi aynı zamanda sadece mantık yürütme yoluyla bir takım kanıtları deneye dayalı gündelik varlıkların da, mesela hem uçan hem de uçamayan bir yaratığın var olamayacağını da kanıtlayabiliriz.

Kimileri ontolojik kanıtların X fikrini X’le karıştırdığını öne sürüyor. File dair fikrimiz, hortumlu bir yaratığa aittir; ama fikrin kendisi hortumlu değildir. Kanıtın görünürdeki gücü, diyorlar, tehdit altındaki bir çelişkiye dayanıyor ve karışıklık buradan çıkıyor. İşte bu durumu kanıtların bazılarının kilit noktalarını sunduğumuzda görüyoruz:

Düşünülebilecek en büyük varlığın var olmadığını varsaymamız durumunda var olsaydı, düşünülebilecek en büyük varlıktan büyük olurdu ama bu, bir çelişkidir.
Buradaki hata, düşünülebilecek en büyük varlık fikrimize bu tür büyüklüğün bizzat rakibiymiş muamelesi yapmamızda yatıyor. Evet, düşünülebilecek en büyük varlık var olsaydı zihnimizde var olan fikrimizden (hatta her fikirden) daha büyük olurdu ama bu, fikrimizin neyin fikri olduğundan daha büyük olurdu demek değildir; çünkü fikrimiz sadece düşünülebilecek en büyük varlığa aittir. Yani bir çelişki söz konusu olmayacaktır.

Gerçi bizim diyalog, addia edilen karşılığa dahil görünmüyor. Tanrı; “düşünülebilecek en büyük varlık” derken ne kasttettiğiimizi düşünürsek işin içinde var olmanın bulunduğunu görmemiz gerektiğini söylüyor. Daha ileri götürelim.

  • -       Ama Noel Baba, sen yoksun ki?
  • -       Noel Baba anlayışına göre haklısın. Ama gel, bir de azami cömertlikte, beyazın beyazı sakallı, mümkün olan en sıcak “ho-ho-ho”ları atan, falan, bir Noel Baba düşün.
  • -       Deniyorum.
  • -       Ona, “Düşünülebilecek en büyük Noel Baba” adını ver. Bu durumda, o var olmasaydı daha büyük bir Noel Baba, yani var olanı düşünebilmemiz gerekir ki öyleyse…
  • -       Ha, “Öyleyse düşünülebilecek en büyük Noel Baba vardır,” diyeceksin.
  • -       E, kapmışsın olayı sen.
  • -       Ama bu durumda sayısız en büyük şey de var olacaktır… En büyük kedi, en büyük köpek, en büyük güvercin, en büyük dondurma…
  • -       Evren büyük sahiden.
  • -       Öyle büyük ki eğer bu akıl yürütme doğruysa sadece en büyük iyi Tanrı değil, ayrıca en büyük kötü Şeytan da var demektir.

Ne demek bu “En Büyük” ? “En Büyük” bazen kusursuzluk bazense azami bağımsız gerçeklik olarak anlaşılır. Hangi şekliyle bakılırsa bakılsın, bu kavram var oluşu içerir ve büyüklükte olmayan özellikleri dışlar. Yani düşünülebilecek en büyük Noel Baba meselesi çelişkilidir; çünkü Noel Baba, Noel Baba olması sebebiyle, ne denli büyük olursa olsun sonlu ve pek çok açıdan sınırlı olacaktır. Mesela; insanlara hediyelerini verebilmek için normal boydaki bacalara sığması gerekecektir. Benzer nedenlerle en büyük varlığı kusursuz, eksiksiz görme yetisine sahip, aksansız Estonya dili konuşabilen bir tango üstadı görmemeliyiz. Ancak, hazır ontolojik kanıtların ruhuna girmişken, büyük, en azından varoluş özelliği sahipliğiyle büyük bir Noel Baba fikrimizin olduğunu öne süremez miyiz? Bu durumda, böyle bir Noel Baba olmasaydı, kendimizi bir çelişkinin ortasında bulmamız gerekirdi.

Bu tür tartışmalarda hatayı ortaya çıkarmak için başka bir örnek veremek gerekirse: Mesela bir eş bulma acentesine gidip hayallerinizin kadınını/erkeğini tarif etseydiniz ve acente size verdiğiniz tariflere (listelediğiniz yüklemlere) uyan ama hayali biri sunsaydı bu hiç hoşunuza gitmezdi. “Aaa, ama var olması gerektiğini özellikle belirtmemiştiniz,” yanıtı “Paramı geri verin” talebinizin önünü almaya yetmeyecektir. Ama baştaki talebinize “ ve var olan” lafını eklerseniz, bu başka bir özellik olmayacak ve acente listelenmiş yüklemlerin tarif ettiğine uygun bir eş bulacaktır.

Tanrı meselesine dönelim: Düşünülebilecek en büyük varlık fikrinden, böyle bir varlığın gücü her şeye yeten ve falan filan özelliklere sahip bir varlık olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ama “ve var olan” demek, doğrudan bu özelliklere sahip böyle bir varlık var demektir. Böyle bir varlığın var olup olmaması, dünyadaki herhangi bir nesnenin  verilen tarif veya yüklemlere uyup uymamasına bağlıdır. E, peki dünyayı yahut evreni baştan aşağı aramak haricinde bunu nasıl bulabiliriz? Bu mantık yürütüş, “Varoluş bir yüklem değildir.” sloganıyla vücut bulmuştur.

Dünyayı, çevremizi araştırdığımızda sadece var olan nesnelerle karşılaşırız. Bir kitap, şu ağaç, Güneş ve Ay var olmayabilirlerdi… Öyle görünüyor. Ayrıca bir şeyin sadece var olduğunu belirleyecek tarif veya yüklemler dizisini kurmak da kolay değildir. Ve yine ancak, sadece mantık yürüterek köşeli dairelerin var olamayacağını ve on dokuz sayısının var olması gerektiği sonuçlarına varabiliyoruz. Öte yandan bu örnekler gerekli varoluşla, neyin var olması gerektiğiyle ilgilidir. Belki de düşünülebilecek en büyük varlık fikri var olması gereken bir şeye, soyut matematik varlıklara yakın bir varlığa sahip bir şeye işaret ediyordur. Tabii bu durumda gerekli varoluşla ilgili en büyük varlığa dair tutarlı bir fikre gerçekten sahip olup olmadığımızı merak edebiliriz.

Sonuç olarak; en büyük sayı var olamaz. Söyleyeceğiniz herhangi bir sayıdan daha büyüğü illa söylenebilir. Bu yüzden düşünülebilecek en büyük varlık (en büyük güç, en büyük aşk) fikri, en büyük sayı fikri kadar tutarsızdır. Dahası, böyle bir varlığı makul bulsak ve böyle bir varlığın “var olması gerektiğini” düşünmeye yönelsek bile, bu varlık, matematiksel varlıklara benzer soyut bir varlık olarak kalacak gözükmekte.


Soyut varlıklar nedensel güçlerden yoksundur. Yaratamaz, hüküm veremez ve sevemezler. Öyleyse bu şekilde kavranacak “düşünülebilen en büyük varlık” (Allah, Tanrı, Yehova veya ne derseniz)  geleneksel anlamda listelenen ilahi özelliklerden yoksun olacaktır. Bu durumdaysa, kimi laf cambazları bizi en müthiş Noel Baba’nın veya en şahane dondurmanın varlığına ikna  edebilseler bile, böyle bir Noel Baba bizim soyut-olmayan, somut dünyamızda hediye dağıtamaz ve böyle bir dondurma soyut-olmayan, somut dillerimiz tarafından, ne kadar laf cambazı olursak olalım, yalanamaz.


18 Ocak 2014

something had to break us out

Sanırım asıl problemim genele adapte olmayı becerememek. (bu fikre daha sonra -çook daha sonra- döneceğiz.)

Önceden bu hislerin mevsimsel depresyon denilen şey olduğunu düşüyor ve geçip gideceğini sanıyordum, yani gerçekten ne kadar unique olabilir ki bakkaldan ekmek ve sigara alan biri?

Öğleden önce televizyon kuşağı psikiyatrının söylediği gibi "bahar depresyonu" idi beni huzursuz ve agresif yapan. Yaşamımın değil mevsimin sorunsalıydı bu durum ve karanlık bir odada güzel bir film izleyip 1-2 şişe bira içince geçecekti.

Ama geçmedi. Çünkü bende bahar depresyonu yoktu, hiç de olmamıştı. Benimki daha bilindik bir şeydi, iyi çocuk olma sendromu. Başkalarının doğru dediğini yapan, her zaman takdir almak isteyen ve hiç büyüyemeyen insanın sendromu.

İnsanın hayatında gerçekten hoşuna giderek yaptığı tek bir şey bile yoksa, yanlış yaşıyor demektir.

Ben çok yanlış yaşıyormuşum. Resmen günü kurtarıyormuş beynim sinsice ve bende bir güzel yiyormuşum bunu kendimce.

Yaşın 27 olduğu bu günlerde, yıllar geçtikçe hayalini kurduğum şeylerden biraz daha uzaklaşıyor gibiyim. Tamam zaten reel yaşam hiç de insanın yaşamasına uygun bir ortam değil ama en azından hayal kurmak gerçekten serbest olsaymış.

Anlamıyorum diğer insanlar nasıl oluyor da başarabiliyor. Kıskanıyorum desem yeridir hani.


Bu akşam eve dönerken geçtiğim parktaki zihinleri dumanlı gençlerin hali dışında beni mutlu eden tek şey, bu sabah ilk defa kullandığım, ofisin yılbaşı partisinde bana hediye edilen kırmızı rujun; gerçekten ama gerçekten çok güzel bir kırmızı renge
sahip olması ve kalın çerçeveli gözlüklerle eşleşince aynadaki bana "bir Wes Anderson karesinden çıkmış falan olabilirim!" dedirtmesiydi.

Okuyucu sen hep sen ol.
Öptüm.

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...