28 Mayıs 2010

Uzun Bir Yazı.

Boynumdaki arıyı avuçlayıp yere attıktan sonra anneme seslendim, gelip dışarıya atsın diye.

- Aaaa nerden gelmiş o? İyi ki gördüm kızııım.

- (iç ses: ne demek nereden gelmiş, ormanın ortasında yaşıyoruz be!) Hıı hıı... Yerde dolanıyordu öyle, kovanına geç kalmış salak.

Bal arısı gibi yararlı bir hayvanın minik iğnesinden çıkan bir damladan daha az zehirciği bazı insanların solunumunun durmasına neden olabiliyor. Eğer gerekli önlemi önceden almamış veya yaşadığı ülkenin sağlık hizmeti verme anlayışı gelişmemişse, arı gibi şirin bir hayvanın katline uğrayabilir sağlıklı bir insan ve ölmesi sadece 5 dakika sürer, tabi boynundan sokarsa 2 dakikaya düşer bu zaman. Arıların insan öldürmek gibi bir amaçları olduğunu düşünmüyorum ama hepsinin uçan katiller olarak adlandırıldığının farkındayım ailemdeki çoğu insan tarafından. Ben seviyorum onları.

Yıllar geçtikçe daha iyi yalan söylüyor insan karşısındakilere. Büyüdükçe zekâ gelişmiyor tabi sadece deneyim kazanıyor zihnimiz. Bu da bir çeşit erdemlilik sayılmalı aslında.

.

10 gün önce öğrenci işlerine mail attım. Mezuniyete katılmamak gibi bir hakkım olduğunu ama bu organizasyonda bulunmak için başka bir şansım olamayacağını bildiren güzel ve dolgun bir başka elektronik mektup geldi cevap olarak. Aileme isterlerse bensiz de gidebileceklerini söyleme fikri, 24 yaşına gelmiş bir bireyin artık ailesi tarafından şiddete maruz bırakılamayacağı fikrini altüst edebilecek bir tepkiyle karşılanırdı. Sessizim o yüzden. Ablam benzeri bir olaya daha önceden katılmış olduğu için, şu günlerde gelip " eee nerede davetiyeler?" şeklinde bir soru yöneltebilir belki. Ama işi-gücü olan insanlar sürüsüne katıldığından beri, ilk kez tanıştığı insanlarla yemek yiyip iş muhabbetleri yapmakla, Fransız ve İngiliz gibi medeniyet kavramından nasibini almamış tiplere modern çağın bir numaralı konularından biri olan çocuk psikolojisiyle ilgili sunumlar yapıp iş anlaşmaları bağlamakla ve bağladığı bu anlaşmaların bilime katkı olduğunu söyleyip kendini kandırmakla meşgulken, yanı başındaki en iyi arkadaşının mezuniyetini bir kalemde silip attığının farkındalığını yaşamaktan fersahlarca uzak olduğunu düşünüyorum. İşimi de gelmiyor değil. Sadece, insanlar hakkında eksik gedik ne bulursam dile getirmeyi sever oldum son zamanlarda.

.

Selvi bir sürü kitap yolladı. Sonuncusunu bitirmek üzereyim, özellikle sona bırakmamı istediği kitabın bitmesine 120 sayfa falan kaldı. Kitabın adı Kinyas ve Kayra. Hakan Günday’ın ilk romanıymış. Henüz Kinyas’ın sonunu okumaya başlamadım ama Kayra olanı sayfaların içine dalıp öldüreli çok oldu. Hatta son bölümde geri dönüp ellerimle boğup attığım okyanusun kalbinden çıkardım Kayra’yı ve izin verdim yazılan sonuna kadar emeklemesine. Sonra odasına girip siyaha boyattığı pencere camlarını kırdım. Her parçasını özenle sapladım vücuduna. Ne kan aktı ne gözyaşı, çığlık da atmadı zaten, hiç zorluk çıkarmadı.

Kinyas’ın sonunu okuyacağım bu yazı bittikten sonra. Tahmin ediyorum ki onu da gidip öldürmeme gerek kalmayacak ve suyun yolunu bulması gibi o kendi yolunu benim hissettiğim şekilde bulacak, beni bir yükten kurtaracak.

.

Kocaeli kitap fuarı Tüyap’ın değil de Kocaeli B.Belediyesi’nin üstlendiği bir organizasyonmuş. Öğrendiğim kadarıyla Tüyap’ın teklifini geri çeviren K.B.B. “biz kendi fuarımızı kendimiz yaparız kardeşiiim!” demiş. Ablama göre bu gereksiz bir sorumluluk alma hareketiymiş, çünkü eğer kitap fuarını Tüyap organize etse her şey daha güzel olurmuş.

Ben aradaki farkı anlayamadım nedense. Bursa’daki veya İstanbul’daki fuarlardan çok çok farklı veya olmamış dedirten bir şey yoktu bence. 17 yaşına girecek olan en küçük kardeşim bu fikrime; abla sen sadece kitaplara bakıyorsun biraz da etrafındaki yapılanmaya baksan anlarsın aralarındaki farkı, dedi. Haklısın tabi deyip standlardaki görevlileri deli etme işime geri döndüm daha fazla üstelemeyip, algılayamadığım bir şey için diretmek umursamazlığıma ihanet olurdu en nihayetinde.

- İyi güler hanımefendi nasıl yardımcı olabilirim.

- Selam. Sunay Akın’ın Ayçöreği ve Denizyıldızı kitabı var mı?

- O daha çıkmadı.

- 2001’de basılmıştı diye biliyorum ben.

- Hayır demek istediğim tükendi ve yeniden basılıyor.

- Kesin mi peki?

- Ne kesin mi?

- Basılıyor yani, emin siniz?

- Eheheh evet hanımefendi. İnternetten takip edebilirsiniz. Bu sefer bitmeden alın ama.

- Bende var zaten. Tekrar almayı düşünmüyorum.

- Pardon.

- Size de iyi günler.

Fuardayken ablamın hatrı için onların standında dikilip kitaplarını tanıttım. Gazetecilik kimliğimin laf ebeliği bölümünde yazan talimatlara göre davranıp yeri geldiğinde en iyi halkla ilişkiler uzmanı olabiliyordum ne de olsa, bari bir işe yarasındı bu özelliğim ve yardımım dokunsundu ablama ve psikiyatr patronuna. Çünkü onlardı bu ülkenin geleceklerinin zihin sağlığını emanet ettiğimiz insanlar ve büyük işler başaracaklardı her alanda ilerlemeyi hedef edinmiş bu ülkenin azimli insanları olarak. Ayrıca bedavadan mükellef bir yemek ısmarlayacaklardı.

Bıdı bıdı psikoloji merkezi başlığını taşıyan zekâ geliştirici, öğrenme bozukluğu, dikkat eksikliği giderme egzersizleri olan ve hafıza becerisini geliştiren yani daha başka bir çocuğu çocuk yapan umursamazlığına ait ne varsa hepsinin tedavisinde yardımcı olacak bu kitaptan hatrı sayılır ölçüde satıp bir de mekânın reklamını yaptım, yanımdaki diğer 4 kişiyle birlikte.

Akşama doğru satış yaptığım kişilerden birinin çocuk sahibi olmaması bir yana henüz evli dahi olmayışı “eee peki bu adam neden aldı bu kitabı?” muhabbetinin dönmesine neden oldu diğerlerinin arasında. Haklı olarak merak ediyorlardı ve salak da değiliz diyorlardı içlerinden. Dedim ya; zaten insan kendini kandırır en çok. Sen ben onlar…

- Hmm ne anlatıyor bu kitap?

- Bir şey anlatmıyor. Anlatma kaygısı yok zaten, her şeyi biliyor size sadece uygulamak kalıyor. İçinde bulmacavari alıştırmalar var, çocuklar için.

- Benim çocuğum yok ama.

-Eşinize 10 yıl sonrasının hesabını yaptım diyerek duyarlı eş kozunuzu oynarsınız ki çok işe yarar bence.

- Ahahaha peki ben evli de değilim desem.

- Eee süpermiş işte. Daha iyi, kendiniz çözersiniz alıştırmaları. 7-16 yaş arası yazıyor üstünde ama bakmayın siz onlara. Sabah çözdüm bende, çok eğleniyor insan. Konularında uzmanlaşmış psikologlar tarafından özenle hazırlandı bu kitap, 1 yıl kadar üzerinde çalıştılar gece gündüz ki hepsi de tanıdığım insanlardır. Sizi temin ederim ki bırakın çocuk psikolojisinden anlamayı hiç biri asla bir çocuk gibi düşünemez bile. O yüzden bu kitaptaki her şey çocuk olmayan herkes için bir nevi ego tatmini sayılır. Üniversitede okurken neden lisedeki sınavlara bu kadar çalışıp zaman harcamışım ki yahu diye hayıflanan çok zeki insanlar için basıldı aslında. Büyüdükleri zaman çocukluklarına dönüp baktıklarında aynı gereksiz sonuca varabilsinler diye.

- Siz de psikolog musunuz, hatta bu kitabı hazırlayanlardan biri olabilir misiniz?

- Hayır, değilim ama merak etmeyin aynı şekilde işe yaramayan bir başka meslek kolu için eğitildim bende. Belli bir kültürel seviyeye ve aşağılık kompleksli egosal mekanizmaya sahibim.

- Eheh… Peki, alıyorum o zaman. 10 yıl sonraya yatırım olur.

- Ahahaha peki. Buyurun.

- İyi akşamlar.

- Güle güle…

Parayı kasa yerine kullandığımız bir kutucuk dahi olmadığı için gelenlere ikram ettiğimiz süslü çikolata kâsesinin altına sıkıştırdım. Mühendis beyin elime sıkıştırmayı ihmal etmediği afili kartını da içtiğimiz çayların pörsümüş poşet çöplerinin yanına savurdum. Kaliteli bir karttı, havayı keskin bir çizgiyle kendinden emin bir şekilde yarıp ulaştı çöplerin arasına.

Gerçekten o kitabı çözmeye muhtaç birinin çığlıklarını görmüş ve uzun zamandır tanımadığım biriyle kurabildiğim en uzun muhabbeti yapmıştım karşımdakiyle. Evrende çoğu insanın farklı şekillerde inandığı sevap işleme olgusunu gerçekleştirmiş sayılıyor olmalıydım.

- Skorboarda işlensin lütfen.

…diye seslendim kafamı kaldırıp. Tek gördüğüm şey interteksin metal boruları ve havalandırma zımbırtılarıyla dolu tavanıydı.

.

Bu sene Roland Garros’da tanıdığım biri mücadele ediyordu. İlk turda elendi gerçi ama yine de sayesinde 5 saate yakın televizyon karşısında oturdum hiç kalkmadan. Maç bittikten sonra zapping yaptım uzun süre ve reklamları izleyip çizgi filmlere göz attım. Hala, en basit şekliyle güzel diye nitelendirilemeyecek reklamlar çekiliyor olmasını, çizgi filmlerdeki hayal gücü kullanımının yerini yozlaşmış kavramları empoze etme çabasına bırakışında saklı olduğunu açıkladım babama. O da kafasını gazetesinden kaldırmaya gerek görmeden kuru bir “evet” diyerek “haklısın kızım” dedi.

Geçtiğimiz yıl hissetmeye başladığım bıkkınlık ve yorgunluğa, okul ve iş gibi, duyulduğunda herkeste aynı çağrışımı yapan olgular nedeniyle kapılmış olabileceğimi ve bu durumun geçici bir süreç olduğunu, herkesin benzer dönemlerde benzer hislerle yoğrulduğunu söylüyordum kendime. Her şeye biraz ara vermek, hiçbir şey yapmama lüksümü kullanmak bu sorunun çözümü olacaktı. Muhabbetin başında da söylediğim gibi, yıllar geçtikçe daha iyi yalan söylüyor insan karşısındakilere ve eğer aynaya bakıyorsanız söyledikleriniz yaratıcılar için yazılan ilahiler gibi gelir kulaklarınıza.

Kendime bir amaç edinmenin hevesindeyim şu günlerde. Ne olacağını keşfettiğim zaman öğrenirsin. Heyecanlıyım aslında, hayatında ilk kez lunaparka gidecek veya piknik yapmayı öğrenecek bir velet kadar. Pikniklerden haz etmeyip lunaparklardan çekiniyor olmam büyüdükçe yakalandığım bir hastalığın belirtileri ama her gün yeni bir şeyin var olmaya başladığı yer kürede, hayatıyla ilgili basit bir karar verme aşamasında olan basit bir insan gibi bu hakkı buluyorum kendimde. Heyecanlanmalıyım.

Nimet saydığım interneti kullanıyorum sık sık. Açıyorum sözlükten rastgele bir sayfa, en baştaki kelime… Yazıyorum aziz gugıla, ara beybi kendimi bugün şanslı hissetmiyorum ama sana yalan söylemek hiç zor değil, diyorum.

Karşıma henüz amaç edinebileceğim bir şey çıkmadı. Sahip olduğun kulp bulma potansiyeli damarlarındaki asil kanla alakalı değil ki zaten damarlarındaki kan da herkesinkinden çok çok farklı değil, diyor sol omzumda oturup kulağımdaki metal küpenin yansımasında elindeki yabayla dişlerini karıştıran varlık.

Geldiğin çizgi film karesine geri dön ufaklık diyorum, hemen küsüp yok oluyor.

.

Şu dünyada âşık olduğum tek şey kitaplarım diyebilmiş saf bir insandım zamanında. Tabi ki her aşk gibi benim aşkımda zamanla sönükleşti, yeni şeyler istedikçe aynı kalmaya devam etti bazı şeyler, değişimlerse yetmedi bana. Hala seviyorum kitaplarımı ve okumam için bekleyen diğer tüm kitapları ama eskisi gibi değiliz. Onlar benim bakışlarımı beğenmemeye başladı bende çok üzerlerine gittim, genelgeçer saçmalıklarsınız hepiniz en aykırınız bile aynı hatalara düşüp yok ediyor kendini diyerek üzdüm onları. Yine de birbirine alışmış evli çiftler gibi iyiyiz, işte.

Filmlerle kırıştırıyorum sık sık. Afişlerini toplayı elektronik kafa kâğıdı hesabımda albümleştirdim hatta. Geçerken bakıp beğendiklerini izlemek için not alanlar vardır diye düşünmek hoşuma gidiyor.

Normal bir insanın parmak sayısını çok çok geçti son zamanlarda izlediğim filmlerin sayısı. Bunun nedeni Mart-Nisan arası katıldığım festivaller biraz da. Gerçi ülkeme festival kapsamında gelen çoğu filmi önceden izlemiş olmam pek de hoş bir şey değildi belki ama ne zaman bunu düşünsem aklımda şu cümle belirdi. “rendez á césar ce qui appartient á césar, et á dieu ce qui appartient á dieu” ne alakası var bilmiyorum ama nedense Latincesini de öğrenesim var. Farklı bir hak hukuk anlayışım var evet.

Bir başka zaman uzun uzun anlatacağım yine filmleri, zamanı hakkında pek bir fikrim yok ama ben olmasam da Selvi buralarda olur zaten, onun yazdığı yazılarda rastlarsınız diye düşünüyorum bahsettiğim filmlerin hangileri olduğuna. Nasılsa ikimizi de aynı insanlar takip ediyor diye geçiriyorum içimden hep, böyle olduğuna emin olamasam bile.

Biraz da müzik deyip Kinyas’a döneceğim, sanki bir acelesi varmış gibi beni beklediğini düşünüyorum.

Belgesel günlüğünü takip edemiyorum hatta sanırım şu günlerde İstanbul’da TRT’nin belgesel gösterimleri olmalı. İzlenilesi bir organizasyon aslında. Neyse… Dilimize “Yuva” olarak çevrilen “Home” belgeselinin müziklerinde imzası bulunan bir adam Armand Amar. Ben film müziklerinden aşinaydım kendisine ki bundan 3 yıl önceydi sanırım tanışmamız. Son 3 haftadır eski zevklerime geri dönme çabasıyla veya dinleyecek yeni bir şeyi olmayan insanların arşivlerine sarılma içgüdüleriyle olsa gerek deli gibi eski tınıları dolduruyorum kafamın içine. Bunları yazarken Génerique fin çalıyor 30. tekrar olmuştur abartmıyorum.

Yeni çıkan albümlerden veya videolardan haberim yok, beni haberdar edebilecek çoğu insanla görüşemiyorum artık. Benim işim yok ama onların vardır deyip seslenmek geçiyorsa da içimden unutmak için bekliyorum, birilerini rahatsız edecekmişim hissiyatından hala neden kurtulamadığımı bilemiyorum, geri kalan hiçbir davranışıma uymayan bir ayrıntı bu. Çocukluktan kalma bir alışkanlık sanırım. Anneme veya babama bir şey sormak için uğraşıyor oldukları işin bitmesini beklemem gerektiği öğretilmişti çünkü bana. Ve babam gazetesini bitirene, annem de her ne yapıyorsa bırakıp salona gelene kadar gidemezdim yanlarına.

- İnsanlar başka bir şeyle meşgulken senin sorduğun sorulara zaten gerekli cevapları veremezler, işlerinin bitmesini bekle olur mu kızım?

- Olur anne.

O yüzden bütün sorularımı kendim cevaplıyorum ya uzun zamandır, ondan böyle sanırım her şey, kendini bile isteye toplumdan dışlayan insanların çoğu soracakları soruları zamanı gelene kadar kafalarında tutmayı başaramayınca kendi cevaplarını kendileri bulan insanlardan oluşuyor olmalı.

Bu günlerde unutmamaya karar verdiğim tek şey yaklaşan Tiersen konseri. Orada olacağım, mesaj atıp yerini söyleyenlerin yanına uğrayabilirim belki, söz vermiyorum. Şu çok ünlü rock festivaline ise gitmeyeceğim. Son ana kadar evin içinde “hadi gidelim, tamam para işini hallederiz kimlere gidelim vs vs..” şeklinde konuşmalar dolanıyordu. Ben kardeşlerimden 1 ay önce vazgeçtim konser işinden, çünkü “bak bu adamalar ölecekler son konserleri bunlar ilerde tarihe geçecek bak bu festival” deseler bile o kadar parayı onca insanın arasında sıkılıp delirecek raddeye gelmek için, bile bile vermem, veremem. Yaşayan efsaneler… Müthiş sahne şovları… Gaza gelip eğlenmek gibi bir özelliğim zaten hiç olmadı ve ihtiyacım olduğunu da düşünmüyorum. Bedavaya olsa giderim tabi o ayrı konu ki girdiğim bedava konserlerde tanımadığım insanları dinlemişliğim de var.

Sonuç şu ki para önemli bir şey ve eğer ülkemdeki bazı ailelerin aylık mutfak masrafından daha fazla olan bir parayı birilerine vereceksem sırf eğlenmek amacıyla, bu gerçekten dinlemekten vazgeçemediğim ve beni gerçek manada etkileyebilmiş olan bir müziği icra eden insanlar için olmalı. En basiti, en azından 3-5 albümünü almış olmalıyım konserine gideceğim adamın. Sevgili Yann Tiersen sahip olduğum albümleri ve dvdleri göz önüne alacak olursak işte tam da bu adamlardan biridir. Biletleri ne kadar olursa olsun kalabalık içinde sadece ikimizin olacağı bu konsere uçarak gideceğim.

Bitirmeden önce söylemek istediğim bir şey daha var ama daha fazla uzatmamak için kısaca söylemek istiyorum. Lütfen insanlar, Morrissey’in kıymetini bilin. Bu kadar.

Gidip şu insan müsveddesi Kayra’nın ekürisi saydığı Kinyas’ın sonunu okuyacağım.

Yaşıyorum hala ve etrafta dolanmaktayım en Huckleberry Finn tavırlarımla.

Armand Amar - Génerique fin (La Faute á Fidel!)

Her Şey Yerli Yerinde

Babam öldü. (şekere bağlı kalp yetmezliği -covid nedenli- babam şeker gibi adamdı zaten) Yeğenim doğdu. (kendime teyze diyorum, hiç zorlanma...