29 Aralık 2007

until the sun rises up

şimdi arka arkaya nerden çıktı yazılar diyorsunuz, o hergün space e girip bakan 40 küsür insan. ama her an yeni bir salaklık yaşıyor bu bünye. alışmak lazım... bu ara klinik beynimi kullanıyorum demiştim sanırım bir yazıda daha, klinik beynimi seviyorum hatta hep o kalsa diyorum ama genelde tek bir cümlenin samimiyetsizliğinde çekip gidiyor uzaklara. haklı aslında o da.. herkese açmaz o kendini.. 3-4 ya da 5 kişi bilir onu en fazla zaten çoğuylada muhabbeti kesmiştirler en son 15dk önce kesti biriyle daha muhabbeti oysa ne komikti ilk başlarda...

kendi kendime satranç oynuyordum da yeni bitti, 2 günde yendim kendimi. insan kendisine yenilince daha bi üzülüyor aslında, kendini yenince de daha bi seviniyor... bir de bir arkadaş "şimdi düşünüyorum hangi sen kazandı acaba" dedi. (sakıncalı bişey kendine benzeyen insanları tanımak)

ya bir de Bruno yu hatırlayan yok mu cidden? hani şekerci. köşedeki fırını geçince anıt parka giriş yolunun üzerindeydi. minikcik şekerciklerin dükkanı. hani hatta vitrininde zamanımızın yegane oyuncağı tetrisler falanda vardı oyuncak da sataradı burnocu amca, hatta bir hatunda vardı arada o dururdu dükkanda. camında kocaman bir fil vardı, hani uzun kulaklı bruno..... düşünüyorum acaba ben mi uyduruyorum öyle bir yer yok muydu yoksa.

doğru uydururum ben huyumdur. severim uydurmayı, gerçeklerden daha eğlenceli uydurmasyonlar. biri bana kaleydoskop alsın, hatta o şarkıyı da bulsun. tembelliğim üstümde her zamanki gibi. dün sabah saat 5'te yine düşündüm.. nezarethane olayı sırasında aklıma gelmişti ilk. hapse girsem ne güzel olurdu akşama kadar uyurdum.. kimse birşey istemezdi.

-dur uyuma ya,uykuda geçio ömrün yarısı
-ha amacım o lan,yarısı geçsin, ne bk yaşıyom ki,çok da tın,hadi…

SUS.ALLAHIMA YERİM SENİ!..

penguenden giden gitti falan da ben kopamadım alıp okuyorum hala.. genelde mutfak tezgahına yayıp diz üzerine çöküp okuyorum bık bık bık şekilde. açıkcası eskisi kadar çok gülüp düşünmüyorum ama geçen gün denk geldi Özer Aydoğan'ın özercik'i böle bi başladım ahahahaaaauuhahaahhaa olayına babam geldi mutfağa baktı böle uzun uzun "senden cidden bişi olmaz kızım" gibilerden... lan cidden komik geldi be tip falan gözlüklü dobişko gözler böle kötü kötü bakıyo falan ne biliim bi sıcaklık hissettim aramızda bağ oluştu özerciklen... bu hafta espri bulamamış, balığına "ŞŞT LAN... ZOR DURUMDAYIM ESPRİ VERSENE!" diyo, muhabbet ""GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA GÜÇ BENDE ARTIK!" ile şenlenip "MÜREKKEP BALIĞI UYUMA!" balık:"ABİ HİÇ GEREĞİ YOK!" diyerekten devam ediyo, sonra da "ABİ BOŞYERE GERDİN ORTAMI! IŞIKTI KIVILCIMDI!" "SUS ALLAHIMA YERİM SENİ" "ABİ KÜRKLÜ DON KAŞINDIRMIYOR MU?" diye bitiyor. (aha lan tarayıcı alacam şimdi karar verdim) penguen okumaya devam edeceğimdir özercik olduğu sürece... iskeletor bile çizmiş lan aynısı hemi de ahahahahaaaa.....

herkes aynı fikirde penguen eski tadında değil falan diyorlar ama iyi yine... bu haftaki Kaan Sezyum'un OH YES! olayı, Alpay Erdem'in kişisel saçmalıkları falan süperdi bence.. . ha hangisi gebertiyo seni gülmekten, çay koyarken düşündürüyor derseniz hiçbirini tiklemiyom... ama komik la yine de Uykusuz'un ardından iyi gidiyo, dedim ya bağ var aramızda kopamıyorum Erdil hocadan...

Dinleme

yok paylaşmak falan. otur oturduğun yere sıfır!! sünepe seni, künefe desem hoşuna giderdi dimi? soru değil o, her gördüğün işarete atlama. kimseye de bişi anlatma. köpek gibi özlüyorsun sonra, Holden deli değildi sensin deli olan. kanın da mavi falan değil, gözün bozulmuş senin salak!!!


I could be your sea of sand
I could be your warmth of desire
I could be your prayer of hope
I could be your gift of everyday
I could be your tide of heaven
I could be a hint of what's to come
I could be ordinary
I could be the one
I could be your blue eyed angel
I could be the storm before the calm
I could be your secret pleasure
I could be your well wishing well
I could be your breath of life
I could be your European dream
I could be ordinary
I could be the one
I would lie here in the darkness
I would lie here for all time
I would lie here watching over you
Comfort you Sing to you
I could be your worry partner
I could be your socialite
I could be your green eyed monster
I could be your force of light
I could be your temple garden

I could be your tender hearted child
I could be ordinary
I could be the one
I would lie here in the darkness
I would lie here for all time
I would lie here watching you
Comfort you
Sing to you
Will I ever change the journey
Will the hushed tones disappear
Oh little Rita
Let me hold you
Oh little Rita
Let me love you
I could be your leafy island
I could be your thunder in the clouds
I could be your dark enclosure
I could be your romantic soul
I could be your small begining
I could be your soothing universe
I could be your ordinary
I could be the one
I could be your ordinary
I could be the one
I could be your ordinary
I could be the one


Yalancısınız bayan Lewis.....

26 Aralık 2007

Aralık 25 - 26

22.40

Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba? Bu ara bu düşünceye taktım. Her an aklımda. Söylediğim en kötü şey ne olabilir? Nereden esti tam bilmiyorum okurken denk geldi. “Bebeklerin ulusu Yok” yeni bitmişti ve sayfayı çevirirken o sarı ampüllerden biri yanı başımda parladı, hemde 100’lük bir tane. “Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba?” anlamıyorum nereden çıktı şimdi. Hem de hiç alakası olmayan bir şeyle ilgilenirken. Yani ne bileyim Epictetus falan okuyor olsaydım “yine ahlakın nifak tohumlarını serpti bu herif beynime” der pek fazla üstünde durmaz sallar geçerdim 10 yıl sonra düşünmeye ipoteklerdim. Bi pislik var bu işin içinde eminim. Seçici faşist-anarşik-romantik-klinik beynim bana bir piçlik planlıyor yine farkındayım.(bu günlerde sol elimle yazıyorum ya,alındı galiba sağ tarafı çalıştırmama.)

Önüme gelene sormaya başladım, oraya buraya yazmaya başladım. Sanki biri her dakika gelip fısıldıyor bana. (telefona bile yazdım taslak mesaj olarak.) Ne kadar rahatsız bir durum. İnsan kendi kendini rahatsız ediyor böyle. Zaten hasta takılmayı seven biriyseniz her fırsatı değerlendirirsiniz böyle benim gibi.

Sanırım ilk olarak 1.sınıfta öğretmenimiz çiçek olun dediği zaman başlamıştı benim hasta tavırlarım. Boş boş hocanın yüzüne bakmıştım ve nasıl çiçek olunur diye düşünmüştüm. Ellerini kavuşturmak çiçek olmak demekmiş meğer. Ben şimdi hangi çiçek oldum diye sormuştum. Papatya demişdi yüzsüz, sırf saçlarım sarı diye. Oysa ben halamın aslanağzı çiçekleri vardı böyle mavi mavi onlardan oluştum. Papatya değilim ben diye ağlamıştım,sonra utanmıştım, aklıma mahalledeki Alper gelmişti, hastaydı o ara her dediğini yapıyorlar her halini sevecenlikle karşılıyorlardı. Başım ağrıyo dedim bende midem de bulanıyordu güya. Öğretmenim papatyayı unutmuş beni sandalyesine oturtmuştu. Kolanya kokusunu o zaman sevmeye başladım. Bir kere de ablamla bir filmede görmüştük içiyordu adamın biri. Biz de denemiştik “kokusu iyi o kadar” demiştik. Burnumu karıştırmayı miniş öğretmişti bana, okulda görmüş bir çocuk karıştırıyormuş. Öğlen uykusuna yatmak üzereyken gösterdi nasıl yapılacağını. İlk hayat dersimi benden 1 yaş büyük olan ablamdam öğrenmiştim. Annemler sadece düşmemeyi öğrettiler bir de çatal bıçak kullanmayı. Çatal bıçak olayı iyi oldu da diğeri sadece ukala yaptı beni. Küçükken çok hareketliymişim annem ve babam şimdiki tembelliğime laf yetiştirirken hep bundan bahsediyorlar. Çok heycanlıymışım. Annem taklidimi bile yapıyor ”anne arabayı durdurup biraz oraya gidelim mi? anne halamla alışverişe gidiyoruz ne alayım? anne babam çağırdı gidiyorum ben hadi hadi ayakkabılarımı versene.. “ çok acele edermişim şimdi tembelin tekiyişim. Şunu yapmalıymışım, böyle olmalıymışım, bu şekilde düşünmemeliymişim…

Bir de filozof style insanlar türedi etrafımda, her lafları bir öğreti sanki. Erdemli olmakmış, kendini bilmekmiş, seçimlerin sonuçlarına katlanmakmış, ölümü ve sonrasını kabullenmekmiş falan. Şaka gibi. Etrafımı Stoa manyakları sardı sanki. Ben ahlaksız biri olmaya çalıştıkca bunlar inadıma yamacıma gelip, sokuluyorlar bana. Hiçbir zaman zeki olduğumu iddia etmedim, bazıları bunu savunsa da hep alçakgönüllü oldum onay vermedim. Akademik konularda, başkalarına yardım ederken, bir şeyi eleştirirken herkes zeki olduğumu düşünüyor ve bahsettiğim şeyin doğruluğundan eminmiş gibi davranıyor. Ama aynı şey hayatımın içinde olanlara, kendi hayatımla ilgili kararlarımdan bahsetmeye başlayıca geçerli olmuyor. Sanki kendim dışındaki her konuda üstinsan iken, merkeze kendimi geçirince safsalak oluyorum.
.
.
.

00.10

21 yaşındaki her ahmağım yaptığı şeyleri yapıyorum bu ara. Şansımı zorluyorum fiziken ve beynen. Fiziken uyku ve uykusuzluk olayıyla uğraşıyorum. Sarhoş olmayan biri olarak sünger gibi içip karaciğeri bok etme pahasına vücudu deneme sürecine sokuyorum. Günde tek öğün yiyorum. Sırf bedene söz geçirmek için olmadık şeyler yapıyorum. Belli saatlerde tuvalete gidiyorum. Sol koluma ağrıması için emir veriyorum falan. Daha başaramadım ama denemeye devam edersem olacak gibi. 2 yıl kadar bir süre hiç ilaç kullanmamış ağrı ve sızılarımı kontrol etmeyi öğretmiştim bedenime, ama geçen ay salakça bir hata yüzünden ilaç almak zorunda bırakıldım. Zorunda kalmak ne salakça bir durum aslında. Belki de saçma sorularla zaman harcamamın ve milleti kandırmamın nedeni budur. Zorunluluğun sonuçları, sinemalarda bıdı bıdı…

Bu ara insanları çok kandırıyorum. Okulda, sokakta, evde, msn de bile. Aslında çok eğlenceli bir olay. Mesela geçen gün okulda yine bir beyin yıkama seansı sırasında el kaldırıp şöyle dedim. “aslına bakarsanız olay tamamen boş zamanı değerlendirmekle alakalı, yani ne yapsın Nietszche, ne televizyon var ne bilgisayar, yakışıklı olsa hatunlarla takılır falan. ama onun şömine karşısındaki koltuğuna oturup, babasına ve büyükbabasına küfrederek bunalımlar geçirmekten başka şansı olmadı maalesef.” böyle bir saçmalık neden yaptım bilmiyorum ama çok keyifliydi, hele kafiyeyi tutturmam daha bir eğlenceliydi doğrusu. Bir de kendini şimdiden Pulitzer sahibi sanan tiplerin o alaycı kıkırdamaları yok mu. Bayılıyorum onları izlemeye. Acaba Joseph adıyla saygınlaştırdıklarını umursar mıydı? Ya da Joseph ile saygınlaşanlar Joseph'ı umursuyorlar mıdır? Her neyse ne diyordum. Bayılıyorum onlara. Beni aptal sanmalarını seviyorum. Nasıl da dağıttım konuyu yine. Biraz ara falan mı versem acaba. Ara verince daha da dağıtıyorum konuyu aslında. Ya da tamamen unutup yok sayıyorum. Yaşamın kullanma klavuzundan bahsediyordum bir zamanlar. Kendimce sayfa numaralarım altı kırmızı kalemle çizilmiş maddelereim bile vardı. Hehehe okumaya ara verdim ve kaybettim klavuzu. Beynimin hangi kıvrımına sıkıştı kim bilir. Ara vereyim ben ara, msn açayım birilerine sataşayım. LANcelOT vardır belkim. İtlik yapar eğlenirim. “o planlar açıklanacak it.” Ahahahaaa manyak herif.
.
.
.
02.01

Tüm olayı çözdüm aslında ama dinleyen yok. Benim de kimseye iyilik yapacak durumum yok. Çay koydum, şekerli. Bizim veletleri özlüyorum bazen. Mesela saçaklı yanımda salata yaparken özlüyorum onu. Sonra telli veleti tabağına köfte koyarken özlüyorum. Pembe gözlü pigmeyi kucağımdayken özlüyorum. “Lollipop Girl” dinleyip dans ediyoruz sonra. Ben çocukken böyle yassı şekerler vardı. Ağzımın suyu aka aka yalanırken, kenarları jilet gibi keskinleşir dilimi keserdi. Kanımın demir tadını, paslı kokusunu o kesilişler sayesinde fark etmiştim. Sonra her elimi kesişimde kanımı emmiştim. Hala da ilk olarak ağzıma gider kanım.

Ne diyordum. Şimdiye kadar söylediğim en kötü şey neydi acaba? Şaka falan değil cidden düşünüyorum. Zincirleme düşünce şeklim yüzünden genelde ilk düşündüğüm şeyden sapsam bile, bir şekilde geri dönüşü buluyorum nasılsa. Sözlerini dikkate aldığım biri bana “aslında düşünmek bile istemediğin ama içten içe kendini buna zorunlu hissettiğin şeyleri, geçiştirmek ve bu şekilde geriye itip unutmak istediğin için yapıyorsun bunu.” demişti. Düşünmeden bile doğru geliyor bu görüş. Ama atladığı bir yer vardı. Ne olduğunu ona söylemedim tabi ki de. Böyle güzel bir tespit yapmış birinin keyfini kaçırmanın mantığı yoktu o an. Atladığı şey benim şimdi düşündüğümü söylediğim şeyleri, önceden birkaç kez düşünmüş olduğum gerçeğiydi. Yazarken karmaşık geldi, okurken de karmaşık. Ama bu böyle. Şu an yazdığım bu kelimeler topluluğunu bile 1 hafta öncesinden düşünmüştüm. (Ahahahaaa tembelliğimin bir başka kanıtı daha.)


Yani 21 yaşında bir ahmak olarak ne yaptığımın, ne yaşadığımın, ne yapacağımın ve ne zaman yapacağımın farkındayım. O yüzden ahmak olduğumun farkındayım. Yani şimdiye kadar söylediğim en kötü şeyin ne olduğunu da biliyorum. Hem de annemin adımı bildiği kadar. Şu an klinik beynimi kullandığımın farkındayım. Sonra; aslında bok attığım “üstinsan” kavramının varolduğunun da farkındayım. Friedrich’in o beygire sarılıp ağlamasının nedenini de biliyorum. Ama bunun fiziksel benliğimle paylaşmak zorunda değilim. Yüksek sesle küfür etmek yerine fısıldayarak cool takılmak gibi bir adilik bu.

Ahahahaaa… Atlar… Hieronymus’un bahçesindeki atlar. Sanırım şimdiye kadar söylediğim en kötü şeyi az önce söyledim. Zavallı Hieronymus, Abidin’in kentlerini görse, o bahçede bir dakika bile durmazdı.

25 Aralık 2007

yeni oyundan bir parça...

“K… ile tekrar karşılaşma.”

(çalışma masasında sıkkın bir şekilde yazmakla meşgul olan S… arkasından gelen sesle elindeki kalemi bırakır.)

K…: Hayatımızın sonuna kadar olmak istediğimiz, olmamızı istedikleri, şeyin peşinde koşturup durmaya devam edeceğiz. Kaybettiklerimizi umursamamayı öğrettiler bize. Daha iyisini yaparsın ve daha fazlasına sahip olursun.

(S… masasındaki kağıtlardan başını kaldırıp,sandalyesini arkaya doğru çevirir, yatağının üzerinde oturan K… ya bakar. K… , S…’nin duyabileceği şekilde iç geçirerek, yumuşak ses tonuyla konuşmaya devam eder.)

K…: Kurallar böyle. Boş verip oturduğun yerden diğerlerini izlemek istesen bile, böyle bir şansın yok, kandırma kendini.

(S… sanki onu duymamış gibi yaparak.)

S…: A harika bir sen eksiktin. Mümkünse hiç çeneni açmadan çek git,her şey yeteri kadar karmaşık zaten, bir de senin saçmalıklarını dinleyemem.

(K… yataktan kalkıp S…’nin önüne gelir. Hala sandalyede oturmakta olan S…’nin yüzüne doğru eğilir. )

K…: Sana da merhaba, bende seni özledim.

S…: Tek kelime: Defol!

(K… sanki onu duymamış gibi odada gezinmeye başlar.)

K…:Bakıyorum bugün hiç de kibar değiliz.

S…: (Yüzünde memnuniyetsizliğini belli eden bir ifadeyle) Sana ne?

K…: Bu odanın hali ne böyle, ruhumuz yine karmakarışık. ( masaya doğru uzanıp kağıtlardan birini eline alır)

S…: Çek elini! (Sinirli bir şekilde kağıdı elinden çekip alır)

K…: Ne yazıyorsun ve neden benim haberim yok.

S…: Her şeyi bilmek zorunda değilsin. (yüzünde alaycı bir ifadeyle gözlerini devirerek) Aslında nasıl oldu da bilmiyorsun bende şaşırdım,performansında düşüş var sanırım, ne o uyku düzenin falan mı bozuldu,yazık…

K…: (aynı alaycı gülümseyişle cevap verir) Aklınca dalga geçtiğini sanıyorsun değil mi?

S…: (sandalyesiyle K…ya doğru yönelir ve gözlerinin içine bakar)Yo sanmıyorum, geçiyorum.

K…: (Çok keyif almış bir ses tonuyla) Cık cık cık cık…Zekana ne oldu senin, daha iyisini beklerdim, herneyse ne diyordum?

S…: (Sandalyeyi eski konumuna geri döndürüp,kalemi eline alır, yazmaya devam eder) Elveda deyip gidiyordun, evet bende seni hiç özlemeyeceğim,hoşçakal…

K…: Hmm bu biraz daha iyiydi en azından idare eder.

S…: (kalemi masanın üzerine fırlatır,kalem yere düşer) Ahh! Git artık.

K…: (yere düşen kalemi alıp sahibine uzatır) Ne yazıyorsun?

S…: (daha sakin bir şekilde cevap verir) Öylesine şeyler.

K…: Hmm herhangi bir değeri yok yani. O zaman neden uğraşıyorsun ki, gereksiz. (yine alaycı bir ses tonuyla) Üzülüyorum bu kaybolmuş hallerine.

S…: Belki hemen çekip gidersen daha iyi şeyler yazmaya başlarım, yalnızken daha iyi yazarım, biliyorsun…

K…: Hiç sanmıyorum, sen yalnız kalmayı sevmezsin…

S…: (cevap vermez kağıtlara dönüp yazmaya devam eder..)

(K…: uzanıp masada duran bir kitabı alır,arkasını çevirip okuyormuş gibi yapar, kitabın arkasındaki fotoğrafı işaret ederek)

K…: Sen “O” değilsin aşkım, hatırlıyorum o daha megaloman ve korkusuzdu, insanlar ona hayran kalırdı, sen öyle biri değilsin.

S…: (yazısından başını kaldırmadan) Evet o yüzden tek başına, beş parasız ve pislik içinde ölüp gitti değil mi? İnsanlar ona hayran olduğu için?

K…: (elindeki kitabı fırlatır gibi yerine koyarak) Kişilerin seçimleri onların kaderini belirler, o da bunu seçmişti.

S…: (başını kaldırıp K…’nın bıraktığı kitabı eline alır) Hadi oradan, gerçekte ne olduğunu, kim olduğunu söylediği zaman taşlanmış ve yalnızlığa terk edilmişti, bir sefil olarak öldü… Bu muydu yani seçimi? Meteliksiz ve yalnız başına bir otel odasında ölmek!

K…: (sanki bir tiyatro oyununun repliğiymiş gibi, elini havaya kaldırarak) Ve hiç bir zaman pişman olmadı diye yazdı kitaplar adını.

S…: Hahahahaa yapma şunu, hiç pişman olmamışmış, kimi kandırıyorsun. Pişmanlıktı onu öldüren, hasta eden, iliklerine işleyen, yaşamını kurutan. Bugün hala okunmasının tek nedeni ukala bir megaloman olmasının dışında bir aşık olmasıdır. Kendini öldüren şeyin aşk olduğunu zaten biliyoruz bu da işi daha eğlenceli kılıyor, okurken yüceleştirdiğimiz o adam, tüm o zenginliği ve şaşalı hayatı kaybederek farelerle dolu bir odada kendi pisliği içinde ölüyor… Niçin? Onu o yüce insan yapan şey yüzünden. Cenazesine 10 kişi bile katılmıyor…Ahahahaaa aslında senin gidip onu rahatsız etmen gerekir, tam istediğin gibi, yüzüne sırıtıp dalga geçebileceğin biri, acınası bir zavallı,sefil bir adam!!

K…: Evet ama o asla bir sefil olduğunu kabul etmedi… (S…’nin yanına gelip etrafında dönmeye başladı) Hayranı olduğun birini bu şekilde tasvir etmen ne garip… Onu sevdiğini sanıyordum. O en azından insanların ruhuna dokunabilmeyi başardı... Hani senin yapmak istediğin şey var ya tıpkı onun gibi.... Hayranlıkla baktılar ona, sevdiler ve yücelttiler… İnsanlara kendini göstermekten korkmadı. Öldü ama ölümsüz olarak öldü… (S..’nin önünde dikilip) Peki ya sen? Sadece 2 kişiye anlatabildin kendini ki onları da uzaklaştırdın,değil mi? (hızlıca arkasını dönüp konuşmaya devam etti) Aslında onun gibi olmak istiyorsun değil mi? Sadece bunu yüksek sesle söylemiyorsun çünkü o zaman birileri duyabilir ve dalga geçebilir… Ya da başaramayacağının farkında olduğun için böyle davranıyorsun?

S…: Bu saçma teorilerini kendine sakla! Ben sadece kendim için yazıyorum ve bundan zevk alıyorum. Sen git başka birinin şeytanı olsana!

K…: Saçma sapan şeyler yazarak kendini eğlendiriyorsun sadece, yani asıl sefil olan ve acınması gereken sensin, kendini yazar sanan bir yalancı. En büyük yalanını kendine söyleyen ve buna inanan biri…

S…: Sana defolup gitmeni söylediğimi hatırlıyorum…

K…: (sakin bir şekilde eline aldığı içi su dolu yılbaşı küresiyle oynayarak) Söyleyeceklerim henüz bitmedi.

S…: İyi, şu köşede konuş kendi kendine, konsantre olamıyorum!!

K…: (küreyi sallayarak içinde uçuşan kar tanelerini izleyerek) Mükemmeliyetçi değilken,hiç olmamış ve olmak istememişken, sanki her şeyin mükemmelmiş gibi davranma. Kırışıklıklarını gördükleri zaman sana olan sevgileri azalır diye korkuyorsun değil mi? (küreyi S…’nin önüne koyarak) Ya da evet haklısın seni kaç kişi sevmişti ki, sana can verenlerin dışında?

S…: (ayağa kalkarak) Kes şu saçmalıkları, yaşadığım şeyleri biliyor olman onları yüksek sesle dile getirme hakkı vermez sana. Neden kalkmış herkese anlatıyorsun bunları.

K…: Neleri?

S…: (ellerini iki yana açarak) Her şeyi.

K…: Seni yani?

S…: (elleri iki yanına düşer,dönüp yerine oturur) O hatayı bir kere yaptım ben.

K…: Ders aldın mı peki?


……

K…: Evet, bence de sus. Ve burada senden ve benden başka kimse yok, bilmem farkında mısın?

(S… cevap vermez ve yazmaya devam eder. K… gözlerini kısarak S…’ye bakar ve yine o alaycı sesiyle)

K…: Aaaa! İnanamıyorum!!! Yoksa şizofreni dostların geri mi döndü.

S…: (kafasını kaldırmadan derinden gelen bir sesle) Ben şizofren falan değilim sen uydurdun onu!

K…: (gülerek ve yine o alaycı ses tonuyla) Hahhahhaaa! Hadi bari bana yalan söyleme.
(ciddileşerek) Hem yalanların ne işe yaradı bu zamana kadar? Kendini incitmekten, acıtıp kanatmaktan başka ne yaptın? (garip bir neşeyle) Senin kelimelerinle anlatayım mı sana seni. İroni dolu yaşamını, boş verip unuttuklarını, kaçırdığın her şeyin farkında olup da nasıl görmezden gelip gerçeklerden kaçtığını. (kafasını yazı masasına doğru uzatıp) Dinlemek ister misin?

S…: Hayır!

K…: Ben anlatayım sen yaz?

S.. : Hayır!!!

K…: (hayal kırıklığına uğramış bir çocuk edasında,dudak büzerek) Ne yazık… O zaman geçmişi bırakalım ve ileride başımıza gelecek olan şeyleri konuşalım ha, ne dersin?

S…: (sinirlice K…’ya bakar) Sen çekip gitsene geldiğin yere!

K…: (sanki şaşırmış gibi yaparak)Nereye?

S…: Nereden geldiysen oraya!

K…: (gülümseyerek) Bu hallerine bayılıyorum senin, neyin ne olduğunu çok iyi bilirken yine de saf ayaklarına yatıp şansını deniyorsun.


K…: Bakma öyle, kızma, gücenme. Sensin bu. Düşünsene bir, daha sen bilmiyorsun kendini, onlar nasıl anlasınlar. (S… ses çıkarmaz.) Ama dur, sen bilmiyor değilsin, sadece bilmezlikten geliyorsun. (yine alay ederek ve karşısındakinin canını acıtmak isteyen biri gibi) Haklısın, kırışıklıkların dışında neler neler var daha değil mi? Her birini bilmek bir yenisine sahip olmana neden oluyor.

S…: (kafasını kaldırmadan yüksek sesle) Seni bana sayıyla mı verdiler, çek git başımdan!

K.. : Beni kovuyorsun da, peki sen ne zaman gideceksin?

S…: (sıkkın bir şekilde) Nereye?

K…: (bu durumdan çok eğlenerek) Yapma, bilmiyormuş gibi davranma.

S…: (kalkıp K…’nın yüzüne doğru bağırarak) Bilmiyorum işte Allah’ın cezası bilmiyorum!!

K…: (sakince) Ben biliyorsam sen de biliyorsundur. ..

(S… cevap vermez ve yazı masasına dönüp oturur)

K…: (gerçekten üzülmüş birinin ses tonuyla) Suskun kalman, her zaman evet demektir. Keşke o da bunu anlasaydı değil mi?

S…: Kapa çeneni….

K…: (S…’nin yanına gidip ellerini S…’nin omuzlarına koyar) Ne oldu, sessizleştin bir anda. Hadi yapma her şey gibi bunu da unutamayacağını biliyorsun. Kendini kandırma aşkım. Hiçbir şeyi unutmazsın sen. Eğer unutsaydın ben burada olmazdım.

(dönüp tekrar yatağa oturur)

K…: Tamam tamam, bugünü ve geleceği bir kenara atalım, geçmişi de uykusundan etmeyelim. Hadi gel her şeyin başlangıcı olan şeyleri konuşalım.

(kendini yatağa bırakır, sol elini kaldırıp tavana görünmez şekiller çizmeye başlar)

K…: Onlar burada, hep buradaydılar. Biliyorum ara sıra aklına geliyor… Ama nedense üzerinde durmuyorsun. (elini indirip kollarını iki yana açar) Aslında biliyor musun şaşırıyorum bu tutumuna. (S… sandalyesini döndürüp ona bakar) Biz hayaller kurmakta çok başarılıyız,buna rağmen sen nasıl oluyor da onları beyninde, köhne bir odadaki bir çekmecede kilitli tutarsın,onları bir kenarda saklamaya nasıl devam edersin.

S…: (gözlerini kısarak) Dalga mı geçiyorsun benle?

K…: (bir anda yatakta doğrulup gülmeye başlar, az önceki üzgün halinden eser kalmamıştır) Hahaha evet!! Seni korkak! Harika olabilirdi ama sen onu da elinin tersiyle ittin ve uçup gitmesine izin verdin.

(S… nefretle K…’ya bakar ve hızla yazı masasına geri döner)

K…: A hadi ama bakma bana öyle…

S…: Rica etsem defolup gider misin?

K…: (yapmacık bir ağlama ile) Cık cık cık cık… Kırdın beni… Halbuki herkes çekip gittiğinde, seni terk ettiğinde sadece ben kalacağım yanında.

(son cümleyi söylerken büyük keyif almış gibiydi)

K…: Oysa senin şu yaptığına bak. Tek gerçek dostunu kovuyorsun. Hiç yakıştıramadım… Hele şu yüzündeki ifade yok mu? Bana bir hastalıkmışım gibi bakıyorsun.

S…:Hastalıklardan kurtulmanın yolları var ama aynı şey senin için geçerli değil maalesef!!

K…: (sevgililerin birbirine paytak hitaplarını taklit ederek) Aşkım yapma böyle…

S…: (sakince) Defol, o yılışık gülümsemeni de al ve git!!

(K… Odada dolaşmaya devam eder. 1-2 dakika ikisi de konuşmaz. K… yerde duran zarflardan birinin içinden çıkardığı fotoğraflara bakıyor,S… ise elindeki kalemle yavaşça içi su dolu yılbaşı küresine vuruyordu…)

K…: Bunları beğendim…

S…: (ona bakmadan küreye vurmaya devam eder) Neleri beğendin?

K…: Şu fotoğrafları, sen çekmiş olamazsın değil mi?

S…: (dönüp hangi fotoğraflardan bahsettiğine bakara) Hayır ben çekmedim.

K…: Biliyordum zaten, olduğu gibi görünen şeyler bunlar, basit ve yalansız, sen her zaman aksesuar ekler ve sahteleştirirsin kareleri.

(S… onu umursamamış gibi masasına dönüp küreyle oynamaya devam eder)

K…: O kafeye astıkları fotoğrafını hatırlıyor musun? (gülerek) Ondan daha berbat bir çalışman daha yoktur herhalde.(yücelterek aşağılar bir tavırla) İçine yağmur dolmuş bir şemsiye!!! Ne acınası bir manzara!!

S…: (sıkkınlığını belli ederek) Ne saçmalıyorsun sen?

K…: (eğlencesi yarıda kesilmiş gibi) Hiçbir şey… (telkin verici bir ses tonuyla) Sadece diyorum ki en nefret ettiğin şeylerin insanların en beğendikleri olması sence de garip değil mi?

S…: (sakince) O fotoğraftan nefret falan etmiyorum.

K…: Peki neden altına adını yazmalarını istemedin?

(kısa bir sessizlik olur S… Sandalyesiyle arkasında duran K…’ya dönerek)

S…: Sana ilginç bir şey söyleyeyim mi?

K…: (ellerini S…’nin dizlerine koyarak önünde diz çöker) Evet aşkım, dinliyorum…

S…: (K…’nın ellerini itip ayağa kalkar) Çok ilginç ama bazı insanlar tanınmak istemezler… (küçük gören bir tavırla) Eee tabi bunu anlamanı beklemiyorum sayın her şeyi bilen. Herkes senin gibi megaloman değil, bazılarımız saklanmayı sever…

K…: (yere oturup güler) Ahahahaaa son zamanlarda duyduğum en komik şey buydu sanırım… (yazı masasına yaslanarak, alaycı tavrıyla )Sen! Saklanmak! Şaka yaptın değil mi aşkım..
(doğrulup ayağa kalkar S…’nin yanına gider ellerini tutup onu dans etmeye zorlar) Sen! Bayan herkesin hayran olduğu yaratık! Kimse beni görmesin, bilmesin istiyorsun. Hayatının en büyük ikinci yalanını söylediğinin farkındasındır umarım!! Hahahaaahhaaa!!!!

(S… ondan kurtulup yatağına oturur)

S…: Bu konuşma bir sonuca varacak ve sen çekip gidecek misin?

K…: (yazı masasına oturup dağınık kağıtları toparlamaya koyulur) Yo iyi böyle… Bugün hiç konuşkan değilsin şaşırdım doğrusu, büyük değişme var sende,neden acaba?

S…: Seninle konuşmak istemiyorum, çekip gidersen eski halime dönerim!!

(K… kağıtları düzenledikten sonra kalemleri dizmeye başlamıştır)

K…: (sahte dudak büküşüyle döner)Beni istemiyor musun yoksa?

(S… cevap vermez yatağına uzanıp yerde duran yastığı alır)

K…: (gülümseyerek kalemleri dizmeye devam eder) Biraz daha buradayım belki birkaç hafta ya da ay..

(S… hızla geriye döner )

S…:Dalga geçiyorsun değil mi!!?

K…: (eğlence dolu sesiyle) Hayır aşkım, bu sefer ki durum sandığından da kötü… Düşünüyorum da belki bu sefer bir daha gitmemek üzere yerleşebilirim buraya…

(S… elindeki yastığı bırakıp yatağa sırt üstü uzanır, eliyle havaya olmayan şekiller çizmeye başlar. K… kalemleri düzenlemeyi bitirip S…’nin yanına yatar.)

K…: (S…’nin havadaki elini yakalayıp) Hadi ama gittiğim zaman hiç özlemiyor musun beni…

(kapı açılır ve A… başını içeri uzatır)

A…: Yemek hazır gelmiyor musun?
S…: Tamam geliyorum.

(A… kapıyı kapatıp gitmek üzereyken geri dönüp sorar)

A…: Sen kiminle konuşuyordun?
S…: (kalkar,sandalyesinde asılı olan hırkasını alıp giyerken) Hiç kimseyle. Sesli düşünüyordum sadece… Eee yemekte ne var?

(S… A..’nın yanına gider,tam kapıdan çıkarlarken, K… güler)

K…: (tavana görünmeyen şekiller çizmeye devam ederek) Görüşürüz aşkım!!

23 Aralık 2007

Tek Bir Saniye

Sonunu ben yazmak isterdim dediğim o kadar çok kitap okudum ki… Ve sonunu ben çekmek isterdim dediğim o kadar çok film izledim ki… Belki benim sonlarım daha hoşlarına giderdi insanların, kim bilir belki de aynı sonları yazardım yine.

Tam da yaşamak istediğim şeyler, yapmak istediğim hareketler, gitmek istediğim yerler,zamanlar, mekanlar, şekilller… Tam da kurmak istediğim hayaller… Birlikte olmak istediğim kişiler… Sevmek istediklerim, görmek istediklerim, bilmek istediklerim… Hepsi burdalar… Tam içimde, hissetmeye yakın bir yerde… Canın yandığı, sevginin bulunduğu, umudun olduğu, takıntıların özgürlüğe dönüştüğü bir yerdeler… Tam içimdeler.

Hiçbir filmde, kitapta ya da bir şarkıda, ya da sadece akıp giden notalarda, size ait birşeylerin olduğunu hissettiniz mi? Sanki sadece sizin bildiğiniz o duyguları, korkuları, sevinçleri hatta kokuları ve tatları… sanki biri gelmiş de size fark ettirmeden içinizden çalmış ve getirip hiç beklemediğiniz bir an da önünüze koymuş gibi hissettiniz mi? Siz hiç alakası olmayan bir zaman dilimini tüketirken, bir an da tüm eskiler, korkular, kayıplar, üzüntüler, haykırışlar, sevinçler, kahkahalar, aşklar… yani iyi veya kötü olsa da karşılaşmak istemediğiniz herşeyin bir an da önünüze serildiğini hissettiniz mi? Yani siz hiç kendinize hazırlıksız yakalandınız mı? Ve tüm bu saydıklarımı tek bir saniye içerisine sığdırabildiniz mi hiç?

Dünya’nın öbür ucunda da olsa, bulunduğunuz zamanın yüzlerce yıl öncesinde yaşamış da olsa, hiç tanımadığınız insanların sizinle aynı duyguları paylaşmış veya paylaşıyor olmaları, aslında herkesin söylediğinin aksine bu dünyada sandığınız kadar yalnız olmadığınız anlamına gelir. Ve sanırım yalnız olmamak, hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şeydir.

Başkalarıyla aynı duyguları paylaşıyor olduğunuzun ve aynı kelimelerle konuştuğunuzun farkına varabilmeniz dileğiyle… İyi yaşamalar…


22 Aralık 2007

y. mevsimi...

Nefesimi yeteri kadar tutarsam görünmez olur muyum acaba?

Yalanlar söylüyorum sadece hep bu son diyerek. İçten içe kendimi mahvediyorum aslında yaşama aşıkken yaşamaktan vazgeçiyorum. Başkalarının acılarını kendimin kabul ederken kendi acılarımı kuytulara saklıyorum.

Daha da yaklaşırsan görürsün belki derimin altından çıkmak isteyenin yüzünü. Tanıdık gelir mi dersin? Onu da “benim kadar” severler mi acaba?

Bu sefer neden olduğum tüm kaosu sileceğime söz vererek başlamıştım güne. Sonuçta yenilerini ekledim hayatıma. “ama”larıma sarıldım “keşke” demedim hiç. Derin nefesler aldım başım deli gibi dönsün istedim.

Mutluyum yine de. Nasılsın sorusuna “iyi” cevabını vermeye alışalı çok oldu. Sorun değil. Yaşadım ve öğrendim diyeceğim soran olursa. “çünkü” demeyeceğim.

Acaba bu gece “kim” içime misafir olur ve kalır benimle sabaha kadar oturur?

Neden mi mavi kanlıyım? Gözlerime bakın anlayın!

Charlotte Gainsbroug, Pierre Malinier, Claude Berri, Audry Hepburn, Gleen Gould, Patricia Arquette, Arthur Van Rongen, Michael Thompson, Jean Benait, Greta Gabro, Vivienne Westwood ….

Ve son olarak Henri Minhaux – La Nuit Remue kitabı…

"Hiçbir zevk almadığım bir şeydi sigara içmek, Sadece saçma bir şey yapmanın zevki var. Bir tanesini söndürürken başka bir tanesini yakabileceğimi hissetmekten hoşlanıyorum..."

03 Aralık 2007

Farklı Heyecanlar deneme hikayelerim "Geleceğe Bakabilmek" den bir bölüm..

Bugün evden çıkmamalıydım. Aklımdan geçirdiğim tek düşünce bu... Bugün... Evden... Çıkmamalıydım... Peki evde kalsaydım ne olacaktı, her zamanki şeyler. Gereksiz işler,boş bakışlar,zorla intihar ettirilen koca bir gün daha yaşayacaktım... Belki de bugün yataktan hiç çıkmamamlıydım. Aslında dün de yataktan hiç çıkmamalıydım. Ama doğruya dün kendi yatağımda uyanmamıştım ki...

Daha fazlasını isterken hiçbirşeye sahip olamayanlar ya da herşeye sahipken hiçbirşeyi olmayanlar... İkisinin arasında hiçbir fark yok... Sonuç yine aynı. Yok... Bir de kalabalık içinde yürüken beyninde çalan şarkıyı dinleyen tipler vardır. Sahip olmadıkları acıları yaşıyormuş gibi bakarlar etraflarına,hani şu filmlerde kullandıkları bir sahne tekniği vardır ya, akrep yelkovanın peşinden koşar,gün akar, herkes hızlıca geçer gider yanından,sen o hızın dışında onlara bakarsın falan... Motion blur durumunun daha ağırlaştırılmış acı hissettirme hali yani... Çok fena birşey bence, insana boşlukta hissini aşılayan o tür sahneler çekmemeleri gerekir... Her neyse, bugün de bir kutuya tıkıp köprüden aşağı atmak istediğim günlerden biri işte...Ve ben yine yürüyorum...

Her gün aynı yerden gazete alıyorum. Dükkan sahibi artık tanıdı beni. Daha söylemeden istediğim gazeteleri toparlayıp elime veriyor ve nezaketen soruyor "Başka bir arzunuz?" "Hayır,teşekkür ederim,iyi günler." Aslında o kadar çok arzum varki... Hangi birini anlatsam... Anlatsam dinleyen olur mu ki? Üzerinde düşünmeye gerek olmayan bir durum... Yürümeye devam,köpeklerini dolaştıran acınası insanlara bakmamaya çalışarak, adım saymaya devam... Sabah kahvemi hep aynı dükkandan alıyorum...Meşhur "Starbucks" hani,bence adı "Starfucks" olmalıydı.Çünkü hangi saatte gidersem gideyim, içerdekilerin çoğu kahve içmek için bulunmuyor orada.Hatta bardaklarından bir yudum aldıklarında,aslından içtiklerinin ne olduğunu bilmediklerini, kahve tadını tanımadıklarını yüz ifadelerinden anlıyorsunuz. Ama haklılar havalı bir yer Starfucks. Ben mi neden oraya gidiyorum?Bilmem, belki tezgahtaki kız çok güzel ondandır.Her sabah bana nasıl olduğumu soruyor. Ne cevap verdiğim önemli değil,nasılsa dinlemiyor beni, bu da benim hoşuma gidiyor... Bir gün beni dinlemediğinin kanıtı olsun diye nasılsınız sorusuna cevap olarak" Harikayım ve seni şu tezgahın üzerinde becermek istiyorum!" diyeceğim... O bana bakıp "Bir büyük boy Caffé Latte, hemen geliyor" diyecek ve artık ezberlemiş olduğu ismimi kağıt bardağın üzerine yazıp "Nakit mi kredi kartı mı?" diye soracak...

Güzel bir kız aslında ama o da diğerleri gibi ilgisiz, sadece kendini düşünen tiplerden. Onun da tüm diğer kadınlar gibi bu hayattan istediği şey aynı. Onu sevecek bir adam,rahat bir yaşam,ona saygı duyan bir çevre vs vs vs... Filmlerde ve kitaplarda okuduğunuz o arzulu kadınlar gerçek hayatta karşılaşamayacağınız tiplerdir. Boşuna hayal kurmayın yani.En olmadı, alın elinize kalemi sizde bir tane onlardan yaratın. Asla gerçek olmayacak fantazi kadınınızı yazın,çizin,karalayın... Yaşayan her kadın sorundur bir erkek için, en iyisi kafanızda yarattığınız kadınla dertleşin ve seks için kuralları olmayan kadınlarla buluşun.Ama dikkat edin,kendi evinizde değil onların mekanına buluşun.Onlara gidin ki sabah duşmuş,kahvaltıymış,geçirilen gecenin duygusal paylaşımlarıymış vs vs ile uğraşmadan istediğiniz anda çekin kapıyı çıkıp gidebilin... Böyle yaşamak mı olurmuş diyen insanlara inanmayın sakın,onlarında farklı bir bok yaşadıkları yok,onlar da içinde boğuldukları pisliğin farkındalar ve rol yaparak dindiriyorlar acılarını,gerçek anlamda zevk almıyorlar hiç birşeyden.Siz en azından, sizinde yaşadığınız hayatın boktan olduğunu anlayana kadar iyi vakit geçirirsiniz. Tecrübeyle sabittir ve tecrübe eden kişi hiç pişman değildir.

Şu bardağınız hazır olunca çığırtkan gibi adınızı bağırmaları da olmasa, süper mekan olacak şu Starfucks. Kendi adını duymaktan hoşlanmayan insanlar varken, ki bu ben oluyorum,bir de etraftaki yabancıların adınızı duyması daha bir sinir bozucu oluyor.Aslında benim şu, günün hangi saati olursa olsun açık olan,kapısı açıldığında dışarı koca bir sigara dumanı bulutu çıkan barlardan bulmam gerekiyor. Kapı açılınca dönüp nasıl biri geldi diye bakmayan,kendi sefil acısıyla başbaşa oturup içen insanların olduğu bir yer bulmam lazım. Belki o zaman benden daha kötü durumda olanlara bakıp egomu tatmin eder,kendi sefilliğine acıyanlara tiksinerek bakar, normal bir insan olurum. Kim bilir?

Kim bilir? Cevabı olmayan saçma bir söz kalıbı daha. Gelecek dedikleri şeyin ne zaman geleceğini bilmeyen insanların "hadi bari istediği zaman gelsin de gelirken yanında ne getirsin acaba" türü düşüncelerinin, iyiyi umma cabası. "Ne getirise getirsin lan,gelmesini isteyen var mı ki getireceğiyle ilgilenelim" diyen yok. Yaşadığı boktan hayatın bir gün düzeleceği masalına inanan zavallıların cümlesidir "kim bilir?" belki,keşke... Ve o zavallılar, beş yıl sonraki gelecekte durup hala keşke,belki,kim bilir demeye devam eder,siktir çekip küfür edeceğine iyiyi ummaya çabalarlar.

Beyaz tenli bir kız vardı eskiden,tanıdığım,öpüştüğüm,seviştiğim... Bir gün "Sandığından daha yanlızsın ve bir gün bunun farkına varınca çektiğin acıyı gülerek saklayamayacaksın kimseden,maskelerin işe yaramayacak,çırılçıplak kalacaksın" demişti.Neden bahsettiği hakkında düşünmek yerine uzanıp onu öpmek daha işime gelmişti. Şimdi aklıma gelince düşünüyorum... Gerçekten hissettiği için mi söylemişti onları yoksa sadece "seni senden iyi tanıyorum" üstünlüğü mü taslamaktı amacı. "Geleceğe bakmak istememen onun orda olmadığı anlamına gelmez, kendine yön vermediğin sürece hep aynı boşluğu hissedeceksin.Peki ne zamana kadar savrulmayı planlıyorsun,bir gün yorulacaksın..." demişti. Onun sözlerini çok iyi hatırlıyorum ama o sözlere ne cevap verdiğimle ilgili en ufak bir fikrim bile yok...

Geleceğe bakmak istememek... Bunu düşünüyorum hala... Bir bilinmeze nasıl bakılır ki diyorum... 5dk. sonra elimdeki kahvenin soğuyacağını biliyorum,bu daha hızlı mı içmem gerekir demek. Ya da 10dk. sonra otobüsün geleceğini biliyorum,bu daha mı hızlı yürümeliyim demek. Diyelim ki 8 yıl sonra öleceğim bu ne demek peki? 4dk. sonra kahvem tamamen soğuyacak, sıcakken içmeliyim onu,yani daha hızlı olmalıyım... 9dk sonra otobüsüm gelecek, adımlarımı hızlandırmalıyım,belki de durağa kadar koşmalıyım. 8 yıl sonra öleceğim... Peki ne yapmalıyım? Kahve soğursa çöpe atarım,otobüsü kaçırırsam taksiye binerim... Ölümümün alternatifi yok.

Geleceğe bakabilmek...Neden? Nasılsa bir alternatifim yok... Sonuca ulaştığım yolun ne önemi var ki?

.
.
.

...

Aslında söylemek istediklerim bunlar değildi. Yine de söylemiş bulundum. İnsan bazen durduruyor kendini. Durup düşünmesi gereken zamanlarda umarsızca konuşurken, konuşması gereken anlarda susup kalıyor. Belki de onlarca sözcük aynı anda dökülemiyor dudaklarmızdan, çıkış yolu bulamıyor. Ya da tüm yollar tarafımızca kapatılmış oluyor. Birşeyleri istemek yetmiyor gerçekleştirmek için. Elimizi havaya kaldırmak için bir nedene ihtiyacımız varken nedensiz kalmış oluyoruz çoğu zaman. İhtiyacımız olan şeylerin gereklilik sırasını bile bilmiyoruz bu hayatta. Yaşamın kullanma klavuzu yok maalesef, hem olsaydı bile içeriğe bağlı kalacağımız ne malumdu. Cevapsız sorular sormak doğamızda var bizim. Cevap bulamadığımız zamanlarda kızmak veya cevabı beğenmeyip oyun bozanlık yapmak…

Aslında söylemek istediklerim bunlar değildi. Yine de söylüyorum. Bize ait olan hiçbir şey yok bu dünyada. Sadece bizim sandıklarımız var. Belki de sadece mevsim böyle hissettiriyor ya da başka bir şey var yine bilmediğimiz. Arasak bulunur mu? Ya da istesek biri bulup geri getirir mi? Hem en başında neden kaçıp gitmişti ki? Özlem duyduğumuz o kadar çok şey varken özlemeyi unuttuk hepimiz. Tercihler yaptık. Birini bırakıp öbürünü seçtik. Bıraktığımızın seçmemiz gereken olabileceğini görmezden geldik. Deneyim dedik. Vazgeçmedik. Rastlantıları görmezden geldik. Mucizelere inandık ama rastlantıları mucize saymadık. Hep daha iyisini bekledik. Daha iyisinin ne olduğunu bir türlü öğrenenmedik.

Aslında söylemek istediklerim bunlar değildi. Yine de söylemiş bulunmam yüzsüzlüğümün bir başka eseri. Hiçbirimizin söyleyecek fazla birşeyi yok. Yapabileceklerimiz sınırlı. Hayatın değerini bilmeden geçirdik ömrümüzü. Şimdi durup düşünmenin anlamı kalmadı. Çocukluğumuz terk etti hepimizi. Eski kokular uçup gitti. Daha yaşayacak çok şey var desek de vazgeçmesek de farkındayız yine yalan söylediğimizin. Hiçbirimiz dürüst değiliz nasılsa. Bu yalan da diğerlerinin yanına… Zaten giderken bir tek onlar olacak yanımızda…

Gidilecek bir yer varsa eğer ve gideceksek bir gün oraya. Bizden geriye ne kalır sizce ardımızda. Kadeh kenarında bıraktığımız dudak izi bile yıkanınca çıkıyor nasıl olsa…

Kırlangıç Sorunu

İki yıldır ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyorum. Neden ormanın ortasına inşa edilmiş güzel bir sitede yaşıyor...